PARTIYA DEMOKRAT´A KURDISTAN - XOYBUN

PDK - XOYBUN



KÜRDİSTAN


YENİ DÖNEM İÇİN BAZI PERSPEKTİFLER ( I - II )



Selim Murat

I) Politik Mücadelede Süreklilik Önemlidir

Bir ulusun mücadelesinde, özellikle politik örgütlenme tarihinde, süreklilik ve miras devri son derece önemlidir. Tarihi ve toplumsal bilinci geliştirmenin, kuşaklar arasında sağlam köprüler kurmanın önemli yollarından biri de, bu alanda sürekliliğin sağlanmasıdır.
Oysa, yüzyılı aşkın Kürdistan ulusal demokratik hareketinin en zayıf yanlarından biri tarihsel olarak kuşaklar arasında yaşanan kopukluktur. Kürt tarihinde kuşaklar arasında politik örgütlenme alanında tarihsel deney ve birikim aktarımı son derece zayıftır. Bunun, baskı, yoketme, asimilasyon ve bizzat kendimizden de kaynaklanan nedenleri var. Bu, yazılı tarihi zayıf olan, inkar ve imhanın yaşandığı toplumlarda, gelecek kuşakları karanlığa mahkum etmenin en başarılı yollarından biridir. Her yeni kuşak, işe başlarken, bir önceki dönemin birikimlerini adeta dişle-tırnakla kazıyarak keşfetme durumunda kalmıştır. Kuzey Kürdistan’da 1938'den sonraki kuşak bunu çok acılı bir şekilde yaşadı. Kürt tarihi, Kürt politik örgütleri, ulusal başkaldırılar, sanki buz üzerine yazılan yazı gibiydi. Buzlar erimiş yazılar kaybolmuştu. Her yeni belge, ulaşılan her yeni kaynak, paha biçilmez bir hazine idi.
Kürdistan'da kuşaklar arası kopukluk en fazla siyasal mücadele ve siyasal örgütlenme alanında yaşanmıştır. Politik mücadele alanında bir kuşak kendisinden sonra gelen kuşağa organik olarak çok az şey bırakmıştır. Bir dönemin öncüleri, edindikleri deney ve birikimi, başarı ve başarısızlıklarının ürünlerini, kendileriyle birlikte götürmüşler. Yazılı alana gelince, döneminin en güçlü örgütleri bile, arkalarında hatırı sayılır belge ve yazılı bir birikim bırakmamışlar.
1960-1980 kuşağı, Kürdistan ulusal demokratik mücadele tarihinin yakın geçmişinde, geçmiş ile gelecek arasında bir köprüdür. Bu kuşaktan gelen aydın ve siyasetçilerimizin her birinin 30-40 yıllık bir politik mücadele ve örgütsel yaşam deneyimi var. Bu kuşağa büyük görevler düşüyor. Geçmişi bugüne ve geleceğe taşımanın görev ve sorumluluğu büyük ölçüde bu kuşağa düşüyor. Tarihimizin bu trajik geleneğini devam ettirmek istemiyorsak, yaşadıklarımızı yeni nesillere aktarmak zorundayız. Geçmişte örgüt kuran, yöneten ve örgütsel süreçleri yaşayan kadroların tarafsız bir yaklaşımla bilgilerini, deneyimlerini, birikimlerini genç insanlara aktarmaları gerekiyor. Sürekli ve yaşayan bir tarih yaratmanın yolu budur. Geçmişini bilmeyenler geleceklerini de doğru kuramazlar. Dolayısiyle, burada, yaşayan birer tarih olan bu insanlarımızı, yaşadıklarını, örgütsel deney ve birikimlerini, genç insanlarımıza sunmaya çağırıyorum. 20-30 yaş kuşağınının en azından 1960-1980 dönemini iyi bilmesi gerekmiyor mu?
Biz unutmaya, unutturulmaya mahkum edilmiş bir toplum haline geldik/getirildik. Tarih bilincimiz yokedilmek, toplumsal belleğimiz silinmek istendi, isteniyor. Kürt aydınları, Kürt siyasetçileri de bir ölçüde buna hizmet ettiler. İnkarcı ve tarihi kendisiyle başlatma anlayışı bu alanda en tahripkar olan anlayışlardan biridir. En uç örneğini PKK sundu ve buna devam ediyor. Öncesini inkar eden ve tarihi kendisiyle başlatanlar, onu kendileriyle birlikte bitirmek isterler. Bu onların kaderidir.
Kürdistan'da politik örgütlenmenin perspektiflerini tartışırken, teorik bazı soyutlamalara gitmekten çok, tarihsel denyimlerimize dayanmak gerektiğine inanıyorum. Elbette örgütlenmenin teorik çerçevesini, ez azından ideolojik tercihlerimizi, koymak zorundayız. Bu saatten sonra dışarda örgüt modeli aramak ve bunu Kürdistan'a taşımak asla kabul edilemez. Kürt halkının kurtuluş mücadelesini ancak bu toplumun içinden çıkan ve onun gerçeklikleri üzerinde yükselen örgüt/örgütler başarıya götürebilir. Tarihimiz, hiç olmazsa yakın dönem tarihimiz, bu alanda yeterli birikime sahiptir.
Bu amaçla, bu yazımda, yeni dönemin örgütsel perspektiflerini vermeden önce, Kürdistan'da politik örgütlenmenin bir tarihçesini vermek istiyorum. Özellikle 1980 ve sonrası kuşağın buna ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Kürtlerin 19. yüzyılın sonlarında başlayan politik örgütlenme serüveni, Kuzey Kürdistan'da 1960'lı yıllarda başlayan yeniden örgütlenme çalışmaları, 1970'li yıllardaki örgütsel oluşumlar ve sorun bağlamında yapılan teorik tartışmalar, yaşanan pratik deneyimler, 1980'li yıllarda başlayan çözülme ve dağılma süreci, PKK'nin yükselme ve gerilemesinin neden ve sonuçları vb. sunulmadan, geliştirilecek yeni perspektiflerin nesnel temellerini kavramanın zor olacağına, inanıyorum.

II) Kürdistan’da Siyasi Örgütlenmenin Tarihçesi

Tarihte işbölümünün, sınıfların ve devletin ortaya çıkmasıyla birlikte ekonomik, siyasi ve toplumsal olarak en geri toplumlar bile belli bir tarihsel düzeye tekabül eden şu veya bu biçimde örgütlü toplumlardır. Aynı şey Kürt toplumu için de geçerlidir. Ancak, feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde, Kürt toplumu, sömürgecilik koşullarında geleneksel örgütlenme yapısından modern bir örgütlenme düzeyine ulaşma yönünde yoğun bir politik gelişme ve örgütlenme sürecini yaşamıştır. Kürdistan'da siyasi örgütlenmenin tarihi derken ve 19.yüzyılın sonlarından itibaren yaşanan siyasal örgütlenme deneyimlerini incelerken, esas olarak bu dönemi ele alıyoruz. Yoksa feodalizm zaten bir sistemdir ve belli bir siyasi ve toplumsal örgütlülük temeline dayanıyor. Kürt toplumunun özgünlüklerinden biri olan ve günümüze kadar varlığını koruyan aşiretsel yapı da hiyerarşik temelleri olan bir toplumsal örgütlenme biçimidir. Kapitalizm gelişip uluslaşma süreci derinleştikçe çağdaş düşünce akımları da hızlanmış ve bu temelde modern bir ulusal örgütlenme süreci başlamıştır. Bu süreç Kürdistan'da oldukça ağır gelişmiştir. Politik örgütlenme sürecinde geleneksel ve çağdaş öğeler çoğunlukla yanyana, içiçe ve birlikte olmuşlar. Programlarında ulusal hedef ve talepleri ifade eden ve görece modern bir siyaset izleyen ilk Kürt politik örgütlerinin kurucularının çoğu ya aşiret, ağa ve şeyh kökenlidir veya belli bir feodal aristokrat çevreden gelmedir. Kürt örgütleri genellikle siyasal talepleriyle moderrn, ama kurucu ve öncü kadrolarıyla geleneksel bir yapıda olmuşlar. Bu dualist yapı Kürt politik örgütlenmesinin tarihsel özelliklerinden biridir.Toplumun ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmesine bağlı olarak Kürt politik örgütlenmesinin çağdaş ve demokratik nitelikleri de sürekli olarak gelişme göstermiştir. Bu yazıda bu gelişme süreçlerini ve sonuçlarını da kısmen vermeye çalıştık.
Tarihte Kürt yurtseverliğinin kaynağı 17. yüzyılda yaşayan büyük Kürt şair ve düşünürü Ehmedê Xanî'ye dayanıyor. Kürdistan'da feodal bir düzen hakim olmasına rağmen Ehmedê Xanî, daha o dönemde Kürt ulusalcılığının ilk işaretlerini vermiş, bunun tohumlarını ekmiş, Kürt yurtseverliğinin öncüllüğünü yapmıştır. Ancak modern anlamda Kürt milli hareketi 19. yüzyılın ortalarından itibaren tarih sahnesine çıkmıştır. 19. yüzyılın ortalarından başlayarak Kürt milliyetçiliği hem siyasi düşünce planında hem de ulusal ayaklanmalar biçiminde eylemsel bir aşamaya gelmiştir. Bununla birlikte çağdaş anlamdaki Kürt ulusal hareketinin siyasi örgütlenme tarihi 19. yüzyılın sonu ve 20 yüzyılın başına dayanıyor.
İlk Kürt örgütü olarak bilinen Kürdistan Azm-i Kavî Cemiyeti 1900'de İstanbul'da kurulmuştur. O dönemde İstanbul Kürt milli hareketinin önemli siyasi merkezlerinden biridir. İlk Kürt örgütlerinin çoğunun temelleri burada atıldı. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra, 1908-1920 yılları arasında İstanbul, Diyarbakır, Bitlis, Van, Elazığ, Erzurum, Süleymaniye, Musul, Mahabat gibi kentlerde bir dizi siyasi, kültürel ve toplumsal amaçlı yeni örgüt ve şubeleri kuruldu. Kürt Teavûn Ve Terakki Cemiyeti (1908), Kürt Teali Ve Terakki Cemiyeti (1908), Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti (1910) Kürdistan Teşrik-i Mesaî Cemiyeti (1912), Hêvî-Kürt Talabe Cemiyeti (1912), Kürdistan Teali Cemiyeti (1918), Kürt Bağımsızlık Komitesi (1918-1919 yurtdışında), Kürt Amele Teşkilatı, Kürt İstiklal Fırkası, Teşkilat-i İctimaiye Cemiyeti bunlardan bazılarıdır. Kürdistan Teali Cemiyeti'nde olduğu gibi bu örgütler dönemin koşullarında önemli görevler yerine getirdiler. Kürdistan Teali Cemiyeti 10 Ağustos 1920'de imzalanan Sevr Antlaşması görüşmelerine Kürtleri temsilen katılmış ve uluslararası diplomasi alanında önemli başarılar sağlamıştır.
Tarihte ilk Kürt gazetesi olan KÜRDİSTAN 22 Nisan 1898'de Kahire'de Miqdat Bedirxan tarafından yayınlandı. Kürdistan gazetesi Kürt milliyetçiliğinin bir nevi manifestosu niteliğindeydi. Kürt milliyetçiliğinin siyasi, felsefi ve kültürel temelleri bu gazete ile atılmaya başlanmıştır. Bu gazeteyi kısa bir zamanda Kürd Teavûn Ve Terakki gazetesi (Kurdistan), Rojî Kurd, Yekbûn, Hetawî Kurd, Hêvî ve diğer bazı yayınlar izledi. Çağın gelişmelerinden de etkilenen milliyetçi Kürt aydınları daha sonra bir dizi yeni gazete ve dergi çıkardılar. Kürt dili, tarihi, edebiyatı, kültürü, folkloru vb. konularda yoğun çalışmalar başladı.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Kürt örgütlerinin varlığında ve çalışmalarında bir gerileme görüldüyse de, Sevr görüşmeleri ve sonrasında, faaliyetler yeniden canlılık kazandı. Yine de Kürt örgütleri ve dönemin siyasi önderleri Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı elverişli ortamdan yararlanamadılar. Oysa aynı dönemde Balkanlarda ve Arap yarım adasında bir çok halk Osmanlı İmparatorluğu'ndan koptu, yeni milli devletler kuruldu. Musatafa Kemal önderliğindeki "Türk Kurtuluş Savaşı" Kürt ulusal hareketinin kendi toprakları üzerinde etkin bir örgütlenmeye gitmesi önünde önemli engellerden biriydi. TC'nin kuruluşuyla sadece Kürt örgütlenmeleri yasaklanıp dağıtılmakla kalınmadı, Kürtlerin milli ve tarihi varlığı inkar edildi, Kürtlerle ilgili ne varsa yasaklandı ve yok edildi.
1919-1938 yılları arasındaki Kürt ulusal hareketlerinin örgütlendirilmesinde ve yönlendirilmesinde dağılan Kürt siyasi örgütlerinin kadarolarından oluşan Hevî ve Azadî örgütlerinin önemli bir yeri vardır. Bu adımlara rağmen, bu dönem boyunca (1900-1938 yılları arasında) Kürt ulusal hareketine önderlik yapabilecek güçlü bir Kürt siyasi örgütlenmesi yaratılamadı. Koçgiri, Şeyh Sait, Dersim, Ağrı hareketlerinin ve diğer yöresel ayaklanmaların bastırılması ardından çok sayıda Kürt önder kadrosu yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Bunların büyük çoğunluğu Suriye ve Lünban'da toplanmışlardı. 1923'te kurulan Azadî örgütünün ve Şeyh Sait hareketinin ileri kadrolarının bir kısmı aşağı (Binê Xetê) inmişlerdi. 1927 yılının Şubat ayında Lübnan'ın Behandung kazasında toplanan Kürt Ulusal Kongresi'nde,1900'lü yıllardan beri oluşan Kürt örgütlenmelerinin önemli bazı kadrolarının içinde yer aldığı üç örgüt ve bağımsız bazı kadrolar birleşerek, Xoybûn (Bağımsızlık, Diriliş) adında birleşik yeni bir örgüt oluşturdular. Xoybûn, Kürt ulusal tarihinde ilk siyasal birlik deneyımlerinden biri ve belki de en önemlisidir. Bugün bile bu deneyden çıkarılacak dersler vardır. Xoybûn, Türkiye'nin işgali altındaki Kürdistan topraklarında bağımsız bir devletin kurulması için içte ve uluslararası alanda önemli çalışmalar yürüttü. 1930'da patlak veren Ağrı direnişine İhsan Nuri Paşa komutasında önemli bir güç gönderdi. Xoybûn'un etkileri Mahabat Kürt Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar sürdü.
1923'te Lozan Antlaşması ile Kürdistan'ın dört parçaya bölünmesi Kürt politik örgütlenme tarihinde önemli dönüm noktalarından biridir. O tarihe kadar Kürt ögütleri çok net olmasa da Kürdistanı bir bütün olarak görüyor, hedeflerinde "bağımsız " ve kimi zaman "birleşik" bir Kürdistan teması yeralıyordu. Kürdistan iki parçaya bölünmüştü ama, Kürtler arasında siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler oldukça güçlüydü. 1923'ten sonra Kürt siyasi örgütlenmesi ve dolayısiyle Kürt ulusal hareketi her parçanın bağlı bulunduğu devletin sınırları içinde şekillenmeye başladı. Teorik tesbitler bir yana pratikte bugüne kadar Kürt siyasal örgütlenmesi bu durumu aşmış değildir. "KDP" ve onun diğer parçalardaki "seksiyon türündeki örgütlenme" girişimlerine rağmen bu gerçek değişmedi. Doğu, Güney, Kuzey ve Batı Kürdistan parçalarında ortaya çıkan örgütler hep kendi parçalarını esas aldılar. Bununla birlikte dört parçadan Kürt siyasi örgütleri ve ulusal hareket arasında belli bir düzeyde dayanışma, yardımlaşma ve birliktellik sürmeye devam etti. Örneğin, Ağustos 1945 yılında Türkiye, Irak, İran sınır üçgenindeki Dalanpur Dağı'nda yapılan ve dört parçadan temsilcilerin katıldığı toplantı, Kürdistan'ın dört parçaya bölündüğü 1923 tarihli Lozan Antlaşması'ndan sonra dört parça arasında görülen ilk önemli ulusal birlik girişimidir. "Pêymana Sê Sînor" (Üç Sınır Antlaşması) olarak bilinen bu birlik girişimiyle "büyük bir Kürdistan" için "Ulusal Birlik" yönünde adım atılmak isteniyordu. Kürdistan'ın ve Kürt ulusunun parçalanmışlığını reddeden bu antlaşma (peyman) yakın tarihimizde önemli bir olaydır. Pêymana Sê Sînor, Kürtlerin, Lozan Antlaşması'na gösterdikleri bir tepki olarak da değerlendirilmelidir. Dört parçaya bölünmesine ve ulusal hareketin parçalara göre şekillenmesine rağmen Kürt ulusal hareketi milli, siyasi ve örgütsel alanda daima birbirini etkilemiş ve fiili bir işbirliği içinde olagelmiştir. Siyasi örgütlenme alanında bunun en somut örneğini "KDP"lerin oluşumunda görüyoruz.
Doğu Kürdistan'da ilk modern örgüt olarak 16 Eylül 1942'de Komele kuruldu. Komele 1945'te İran Kürdistan Demokrat Partisi (İKDP) adını aldı. Güney Kürdistan'da 1939'da Hêvî, 1946'da Irak Kürdistan Demokrat Partisi (IKDP) kuruldu. Güney Kürdistan'da 1932'den başlayarak Rizgarî, Kürt Komunist Partisi, KJİK vb. değişik görüşlere sahip farklı toplumsal kesimlere dayanan daha bir çok siyasi örgüt ve parti kuruldu. Batı Kürdistan'da ise (Suriye Kürdistanı) 1956'da bir kaç grubun birleşmesinden oluşan Suriye Kürtleri Demokrat Partisi (SKDP) kuruldu. Bu süreç Kuzey Kürdistan'da 1965'te TKDP'nin (Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi) kurulmasıyla tamamlandı.
Kuzey Kürdistan'da 1938'de Dersim hareketinin bastırılmasından sonra 20-30 yıl süren sesiz ve suskun bir dönem yaşandı. 1938-1965 yılları arasında Kuzey Kürdistan'da legal veya illegal siyasi bir örgütlenme olayı görülmedi. Ancak, 49'lar Olayı'nda görüldüğü gibi, politik örgütlenme yönünde ciddi bir fikir tartışması yaşanıyordu. 49'lar operasyonunda yakalanan belgelerden biri de sözde kurulması istenilen "Kürt İstiklal Partisi" adlı bir partinin program ve tüzüğü idi. Yasalar, baskı ve zulüm politikası, Kürtlerin her alandaki çalışmalarının önünü kesiyordu. Politik alanda adım atmak özveri ve cesaret istiyordu. Ulusal ayaklanmalara katılan önder kadroların bir kısmı idam edilmiş, bir kısmı da ülke dışına çıkmak zorunda kalmıştı. Geriye kalan aydın ve siyasi unsurlar sinmiş, her biri kendi köşesine çekilmişti. Bu dönem boyunca Kürt aydınlarının çalışmaları daha çok yayın planında bireysel ve "Doğu Sorunu" etrafında yasal bir çerçevede sürdü. Yayınsal alandaki faaliyetler giderek artış gösteriyordu. Dışarıya çıkan çok sayıdaki kadronun içe yönelik çalışmaları ise ciddi bir sonuç vermedi.
1938-1960´lı yılların en önemli özelliklerinden biri de Kürt toplumunun çobansız kalan bir sürü gibi örgütsüz ve öndersiz kalmasıdır. Kürtler sömürgeci Türk devletinin ağır zulüm ve baskısına tanık oldular. Kürt halkı üzerinde geçmiş ulusal ayaklanmalardan dolayı, adeta bir cezalandırma siyaseti uygulanıyordu. Halk ve aydınlar sindirilmişti. En önemlisi kuşaklar arasında siyasi ve örgütsel miras, deney ve tecrübe aktarımı alanında derin bir kopmanın yaşandığı dönemdir bu. Daha sonraki kuşaklar kendilerinden önceki siyasal çalışmalardan habersiz bırakıldılar. 1938-1960 tarihleri arasında Kuzey Kürdistan ulusal hareketinde ciddi bir siyasi ve örgütsel kopukluk dönemi yaşandı.
Kuzey Kürdistan'da yaşanan sessizliğe karşın, 1940-1960 döneminde Doğu ve Güney Kürdistan'da ulusal hareket yükseliş içindeydi. Güney Kürdistan'da Barzani kardeşler tarafından sürdürülen direnme hareketi aralıklı olarak 1931'den 1945'e kadar sürdü. 1945 sonlarında Barzani kuvvetleri ile bazı Hêvî kadroları Doğu Kürdistan'a geçmek zorunda kaldılar. 22 Ocak 1946'da Mahabat Kürt Cumhuriyeti'nin kurulması ile Doğu Kürdistan, Kürt ulusal hareketinin çekim merkezi durumuna geliyordu. Mahabat Kürt Cumhuriyeti'inin 16 Aralık 1946'da yıkılması, bazı önder kadroların idam edilmesi, Barzani ve yanındaki insanların Sovyetler Birliği'ne gitmesi ve orada 12 yıl gibi uzun bir süre kalmaları, iki parçada, Doğu ve Güney Kürdistan'da, yeni bir sessizlik dönemine yol açtı. 14 Temmuz 1958'de Irak'ta gerçekleşen darbe, Barzani'nin Sovyetler Birliği'nden dönmesi, IKDP'nin yasal bir konum kazanması, Kürt ulusal haklarının Irak Anayasası'nda güvence altına alınması vb. gelişmeler bu parçada ve genel olarak Kürdistan'da yeni bir dönemi açıyordu. Kürt ulusal hareketinin çekim merkezi bu kez Güney Kürdistan'a kayıyordu. Bu süreçte Güney Kürdistan'da politik örgütlenme, dil, kültür, edebiyat, tarih, folklor vb. alanlarda önemli gelişmeler yaşandı. Bazı yeni politik gruplar ortaya çıktı.
1961 Anayasası ile başlayan nisbî demokratikleşme süreci, Kürdistan'ın diğer parçalarındaki olaylar, dünyada ve bölgedeki gelişmeler, Kürt toplumunu siyasi olarak derinden etkiliyordu. 1950'lerden başlayarak Kürdistan'da yaşanan ekonomik ve toplumsal gelişme ve derinleşen uluslaşma süreci harekete ivme kazandırıyordu, Feodalizm çözülüyor, Kürt toplumu dışa açılıyor, dünyada yaşanan ulusal ve toplumsal kurtuluş hareketleri Kürt halkını etkiliyor, okuma-yazma oranı her geçen gün artıyor, ulusal ve sınıfsal bilinç gelişiyor, geleneksel ulusal çizginin yanında sol ve sosyalist görüşler toplumda yer ediniyor, yeni bir ulusal aydın tipi ortaya çıkıyor ve Kürt toplumu yeni bir aydınlanma çağına giriyordu.
Bu gelişmelerin etkisi altında 1959'da "49'lar Olayı" yaşandı. 49'lar Olayı'da devlet aslında yüzlerce Kürt aydınını yakalayıp idam ederek Kürt sorunundan bir dönem için de olsa kurtulmak istiyordu. Senaryo böyle kurulmuştu. Ancak, bazı iç ve dış baskılar nedeniyle senaryo 50 Kürt aydını ile sınırlı kaldı. Zindanlara doldurulan 50 yurtseverden biri içerde şehit oldu, dolayısiyle olay tarihe ”49’lar Olayı” olarak geçti. 49'lar Olayı siyasi bir örgüt olayı değildi. Ancak bu olay Kürt yurtseverlerinin siyasi bir örgüte duydukları ihtiyacı çıplak bir biçimde ortaya koymuştu. Ardından 1963'te 23'ler Olayı yaşandı. Dönemin iktidarı, olayı, Türkiye'yi bölerek bağımsız bir Kürt devleti kurmak isteyen dış güçlerin bir oyunu olarak ilan etti, bir çok Kürt aydınını sudan gerekçelerle ağır cezalara çarptırdı. Devlet Kürt sorununda hiç bir şekilde legal ve demokratik açılıma olanak tanımıyordu. 49'lar Olayı, 23'ler Olayı, TKDP'nin kurulması, Doğu Mitingleri ve ardından 1969'dan başlayarak peşpeşe kurulmaya başlayan DDKO'lar yakın tarihimizde çok önemli gelişmelerdir. Bu gelişmeler Kuzey Kürdistan'da yeni bir dönemin açıldığını simgeliyordu. Kürtler yeni bir aydınlanma çağına giriyorlardı. 20-30 yıl süren sesiz ve suskun dönem kapanıyor, sanki ölü toprağı serpilmiş aydınlarımız yeniden devreye giriyor, yeni bir dönemin perdesi açılıyordu. Kuzey Kürdistan'da siyasal örgütlenmenin tarihindeki kopukluk gideriliyor, geçmişten farklı çizgiler taşıyan yeni bir örgütlenme sürecine giriliyordu.
İşte bu gelişmelerin etkisiyle 1965'te TKDP kuruldu. 1965'te kurulan TKDP, Kuzey Kürdistan'da 20. yüzyılın ikinci yarısında kurulan ilk Kürt politik örgütütüydü. DDKO, Hêvî'den sonra Kuzey Kürdistan'da kurulan Kürt öğrenci gençliğinin ilk demokratik örgütüdür. Bugünkü Kürt siyasal örgütlenmesinin kökleri işte bu gelişmelere dayanıyor. 1970'li yıllarda ortaya çıkan Kürt siyasi örgütlerinin önder kadrolarının çoğu 49'lar, 23'ler, TKDP, DDKO ve Doğu Mitinglerinin yarattığı ortamın ürünüdür. Özellikle DDKO`ların (Doğu Devrimci Kültür Ocakları) gerek o dönemde oydıkları rol ve gerekse yetiştirdiği kadrolar bakımından yakın dönem Kürt ulusal hareketinde önemli yeri vardır. 1970’li yıllarda kurulan bazı örgütlerin kurucu kadrosu buradan gelmektedir.
1961 Anayasası'nın getirdiği nisbî demokratik ortamda sosyalist hareket önemli bir gelişme ivme kazandı. Türkiye'de yaşanan bu süreç Kürdistanı ve Kürt aydınlarını da derinden etkiledi. Kürt ulusal hareketinde etkin rol oynayan bazı kadroların geçmişi ve kökeni bu sürece dayanıyor. Bu kadrolar Türk solu örgütleri içinde; özellikle TİP, FKF ve DEV-GENÇ içinde şekillendiler. Bu süreç 1970'li yıllara kadar sürdü. 1960'lı yılların sonlarından başlayarak Kürt aydınları Türk solundan kopmaya ve Kürdistan gerçekliğine dönmeye başladılar. Bu, Türk solundan bir kopuş süreciydi. Türk Solu'ndan kopmanın özünü Kürt sorunu oluşturuyordu. Bu kopuş süreci yakın tarihimizde önemli ve farklı diğer bir gelişmedir. O dönemde ideolojisi, örgütsel yapısı ve siyasal konumuyla TKDP bu kopuş sürecini değerlendiremedi ve sürece cevap veremedi. TKDP, yurtsever-demokrat bir hareketti, ideolojik olarak bu kadroları kucaklayabilecek durumda değildi. Bu kadrolar 12 Mart 1971 askeri-faşist darbesinden sonra hapishanelerde yeni siyasal odaklaşmalara giderek, 1970'li yılların ortalarında politik birer grup olarak ortaya çıkmaya başladılar. 1960-1971 ve esas olarak 1970'li yılların ortaları Kürt ulusal hareketinin siyasi ve örgütsel olarak yeniden şekillenme dönemidir. Bu dönem Kürt politik örgütlenme tarihinde üçüncü dönemi ifade ediyor. Dünyada ve Türkiye'deki sol gelişmelerin de etkisi altında Kürt ulusal hareketi ideolojik olarak kendi içinde bir ayrışma sürecini yaşıyordu. İdeolojide ve teorideki farklılaşma siyasal alanda çok sesliliği, bu temelde irili-ufaklı yeni siyasi grupların ortaya çıkışını beraberinde getirecekti. Güney Kürdistan ulusal hareketinin 1975'teki trajedik yenilgisi bu farklılaşmayı ve ayrışmayı, politik olarak yeniden şekillenmeyi hızlandıran ulusal düzeydeki önemli faktörlerden biriydi. Kürdistan'da ulusal hareket giderek solculaşmaya başlayacaktı. 1980'li yıllara gelindiğinde Kuzey Kürdistan'da siyasi örgütlerin sayısı bir düzineyi buluyordu. ALA RİZGARÎ, DDKD, KAWA, KUK, ÖZGÜRLÜK YOLU, PKK, RIZGARÎ, TEKOŞÎN dönemin faal örgütleriydi. Bunun yanında Türk solu gruplarından Kurtuluş ve TKEP'in birer Kürdistan Seksiyonu oluşmuştu. Kürt siyasi örgütlerinin 1970'li yıllardaki oluşum ve gelişim biçimi özel olarak incelenmesi, günümüz için ders çıkarılması gereken önemli bir süreçtir. Çünkü Kürt ulusal hareketinin bir çok propleminin temelinde bu dönemin sorunları yatıyor.
1960-1970'li yıllar boyunca Kürt ulusal hareketinde iki çizgi hep yanyana olmuştur. Birincisi, geleneksel ulusalcı çizgi. Bu Kürdistanî çizgi temsilini TKDP ve onun devamı olan örgütlerde buluyordu. İkincisi, Türk solundan gelen ve önce solcu, sonra ulusalcı olan kadroların temsil ettiği ulusalcı sol çizgidir. Bu iki çizginin kökleri bir bakıma İttihat Ve Tereakki dönemine kadar uzanıyor. Dr. Abdullah Cevdet, İshak Sukuti ve arkadaşları ikinci çizginin öncülleridirler. İkinci çizgi bağlamında, 1970'li yıllarda kurulan kimi Kürt siyasi örgütlerinde, ideolojik olarak ve Kürt sorununa önerdikleri çözüm yolu itibariyle bir türlü Türk solundan radikal kopuşu sağlayamayan bir eğilim hep varolagelmiştir. Genel olarak 1970'li yıllarda Kürdistan'da kurulan yeni örgütler bir ölçüde Türk solunun ideolojik ve siyasal tezlerinin etkisi altındaydılar. Türk Solu'ndan kopuş ve Kürdistan'a dönüş süreci dolayısiyle bir yönüyle Türk Solu'nun kimi hastalıklarının da Kürdistan'a taşınmasını beraberinde getirmiştir.
Diğer yandan Türk solu bu kopuş sürecini bir türlü hazmedemedi. Türk Solu 1970'li yıllar boyunca ve bugün bile Kürt devrimci hareketini milliyetçilik, bölücülük, Bundçuluk vb. olarak eleştirmiş, eleştirmektedir. Bazıları da tipik örneği Aydınlık çizgisinde görüldüğü gibi, eleştirmeden öte suçlamış ve politik olarak mahkum etmek istemiştir. Kürtlere yönelik "halk", "azınlık", "ulus" tartışmaları giderek aşılmış; yerine "sömürge" ve "bağımsız örgütlenme", "ortak-ayrı mücadele", "UKKTH" vb. tezlerin tartışılması almıştır. Kürt hareketine zaman kaybettirmesine rağmen bu tartışmalar Kürt siyasi kadrolarını da geliştirmiş, Kürdistan devriminn bazı tezleri bu tartışmalar içinde netleşmiştir.
Diğer yandan 1970'li yıllarda Kürt kadroları ve siyasi grupları kendi aralarında örgütlenme ve parti sorunlarını tartışmaya başladılar. Örgütlenmenin niteliği, biçimi, tek parçada örgütlenme veya Kürdistan'ın dört parçasında (merkezi) örgütlenme, bağımsızlık-federasyon-otonomi, mücadele tarzı, ittifaklar vb. tartışılan konular arasındaydı.
III) 1970'li Yıllardaki Tartışmanın Boyutları Ve Örgütlenmenin Düzeyi

1970'li yıllar Türkiye'de ideolojik, teorik ve siyasi sorunların yoğun olarak tartışıldığı bir dönemdir. Gecikmeli olarak Kürt örgütleri de bu tartışmalara katıldılar. Kürt siyasi kadrolarının hem kendi içinde hem de Türk solu ile tartıştıkları önemli konulardan birini de "örgütlenme" sorunu oluşturuyordu. Kürt siyasi kadroları bu dönemde örgütlenme sorununu üç boyutta tartıştılar.
1) Türk Solu ile yapılan tartışma, ki bu tartışma esas olarak, "birlikte örgütlenme" mi, yoksa "ayrı örgütlenme" mi konusunda yoğunlaşıyordu.
2) Kürt Solu içinde sürdürülen "tek parçada örgütlenme" veya "Kürdistan genelinde (merkezi) örgütlenme" tartışması.
3) Kürt siyasi çevrelerinin kendi içinde örgütlenmenin niteliği konusunda yaptıkları tartışma. Nasıl bir örgütlenme? Parti, cephe ve ittifaklar sorunu... Birlik ve mücadele tarzı vb. tartışılan konular arasındaydı.
Bu tartışma noktalarını biraz açmakta yarar vardır.
Birincisi: Daha önce belirttiğimiz gibi 1970'li yıllar boyunca Türk solu sürekli olarak birlikte örgütlenmenin terorik ve pratik gerekçeleri üzerinde duruyordu. Bir-iki grup dışında genel olarak Türk solu Kürdistan'ın sömürge statüsünü reddediyor; bağımsız örgütlenmeyi "milliyetçilik", "bölücülük", "proletaryayı bölme", "mücadeleyi zayıflatma", "Bundçuluk" vb. olarak görüyordu. Türk Solu, görüşlerine temel olarak "Misak-ı Milli" sınırlarını veya "örgütlenmede devlet sınırları"nı esas alıyordu. Türk Solu, Kürt sorununu, daima ikincil bir sorun olarak görmüş, sorunun çözümünü devrimden sonraya bırakmıştır. Türk Solu'na göre, Kürt ulusal hareketi, Türkiye devriminin (sosyalist veya demokratik halk devriminin) yedek bir gücüdür. Türk ve Kürt proletaryası tek bir parti içinde örgütlenmelidir. Kürdistan'da niteliği ne olursa olsun her türlü ayrı örgütlenme "milliyetlere göre örgütlenme"dir. Kürdistan'da "ayrı örgütlenme" ve Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin farklı bir yol izlemesi, Kürt feodallerinin ve Kürt burjuvazisinin peşine takılmak olur. Kürt sorununu milli baskı ve temelde bir toprak sorunu olarak gören Türk Solu, bunun da ancak, Türkiye'de proletarya önderliğinde bir devrimle çözülebileceğini savunuyordu. Bu da devrimden sonra UKKTH ilkesi çerçevesinde mümkündü. Bu nedenle Türk Solu'na göre birlikte örgütlenmek ve birlikte mücadele etmek gerekiyordu.
Buna karşın Kürt devrimcileri "bağımsız" örgütlenmenin hem teorik hem de nesnel koşulları konusunda karşıt görüşler savunuyorlardı. Onlar, bağımsız örgütlenmenin teoride doğru devrimci bir görüş, pratikte zorunlu olduğuna inanıyorlardı. Çünkü, Kürdistan sömürge bir ülkedir, Kürt ulusu parçalanmış ve her türlü ulusal haklarından yoksun bir ulustur. Kürdistan'da gündemde olan ulusal demokratik devrimdir. Yani öncelikli görev ülkenin ve ulusun sömürgecilik boyunduruğundan kurtulması ve toplumun demokratikleştirilmesidir. Bu doğrultuda Kürdistan devrimi farklı bir yol ve süreç izliyor ve izleyecektir. Kürdistan'da sömürgecilik ve ulusal baskıdan dolayı verili bir devrimci durum yaşanıyor ve bu Türkiye'ye göre ileri bir devrimci süreçtir. Marks'ın, İrlanda ve İngiltere örneği, Kürdistan ve Türkiye için de geçerlidir. Kürt ulusal sorunu sadece Türkiye ile sınırlı bir sorun da değildir. Sorun, dört sömürgeci ülkeyi ilgilendiren, Ortadoğu düzeyinde bir sorundur. Kürt ulusal sorunu aynı zamanda bölünmüş bir ülke ve ulus sorunudur. Kürdistan devrimi aynı zamanda ülkesel bir devrimdir. Türkiye'de sol saflarda sosyal şövenizm eğemendir ve kitleler hala köklü demokratik dönüşümlere bile hazır değildir. Kürt sorununu Türk devletinin sınırları (Misak-ı Milli) içinde görmek yanlış, sosyal-şöven bir yaklaşımdır. UKKTH aynı zamanda tüm sınıf ve tabakalarıyla bir ulusun istediği biçimde örgütlenme hakkıdır. Kürt ulusu bu hakkını zaten şimdiden ve sadece Kuzey Kürdistan'da değil, tüm parçalarda, pratikte hayata geçirme çabası içindedir. Böyle bir süreçte birlikte örgütlenmeyi savunmak, teoride yanlış, pratikte daha ileri devrimci bir sürecin daha geri bir sürece tabi kılınmasıdır. Kürdistan'da bağımsız örgütlenmenin neden ve gerekçeleri tarihi ve bugünkü siyasi, ekonomik, toplumsal durumdan kaynaklanıyor. Bu nedenler bir bütündür. Bu nedenle bağımsız örgütlenme sadece iradi bir istem değil, aynı zamanda nesnel koşulların bir dayatmasıdır. Ve bu her şeyden önce Kürtler için siyasi olarak bir haktır. Her ulusun istediği biçimde örgütlenmesi onun en doğal hakkıdır. Bir başka ulusu ezen ulusun kendisi de özgür değildir. Yani, ezen-ezilen ulus bağlamında, eğemen bir ulus olarak Türk ulusunun kendisi de özgür değildir. Türk halkının özgürleşmesi ve Türkiye'nin demokratikleşmesi esasen Kürt ulusunun kurtuluşuna bağlıdır. Çünkü, Türkiye, İran, Irak, Suriye'de ve hatta Ortadoğu'da gericiliğin en önemli kaynağı Kürdistan'ın sömürgeleştirilmiş olması olgususunda yatıyor. Doğru devrimci çözüm Kürdistan'da bağımsız örgütlenme, fakat ezen ulus halklarıyla ittifaklar temelinde birlikte mücadele perspektifinden geçmektedir..
İkincisi: 1970'li yıllarda Kürt örgütleri arasında yazılı ve sözlü olarak şu veya bu düzeyde yapılan tartışmalardan birini de "merkezi örgütlenme" (yani Kürdistan genelinde örgütlenme) sorunu oluşturyordu. Bu tartışma bugün de tümüyle aşılabilmiş değildir. Merkezi örgütlenme görüşünün ayrıca Kürdistan'da geçmişten günümüze gelen pratik bir boyutu vardır. Örneğin, "KDP" deneyimini aslında bu çerçevede ele almak gerekiyor. Her iki parti de programsal olarak otonomi savunmalarına rağmen, Kuzey Kürdistan'da 1965'te kurulan TKDP, temelde IKDP'ye bağlı "seksiyon" bir örgütlenmeydi. IKDP Merkez (ana) parti, TKDP onun Kuzey Kürdistan'daki kolu durumundaydı. TKDP zamanla kendi içinde tartışmalara sahne oldu. Parti içindeki geleneksel kadrolar IKDP'ye bağlılıkta ısrar ediyorlardı. Bu durum 1977'de yapılan TKDP'nin III. Kongresi'ne kadar sürdü. TKDP'nin III. Kongresi'nde parti içinde gerçekleşen bir dizi değişikliklerden biri de bu konuda idi. TKDP ve daha sonra TKDP/KUK olarak örgütlenen ilerici kesim Kuzey Kürdistan parçasını temel almaya (kendi parçasında örgütlenmeye) başladı. O dönemde TKDP dışında Kawa ve Rizgarî de "merkezi örgütlenmeyi" savunan örgütlerdi.
Kürdistan bölünmüş bir ülke, Kürtler parçalanmış bir ulustur. Bu, Kürt halkının iradesine rağmen ortaya çıkan fiili bir durumdur. Ülke ve ulus olarak bülünmüşlük ekonomik, toplumsal, siyasi vb. farklı süreçler ortaya çıkarmıştır. Bu, Kürtlerin dört ayrı ulus olarak biçimlendiği anlamına gelmiyor. Kürtler, uluslaşma sürecinde bölündüler, uluslaşma süreci sömürgecilik ve bölünmüşlük koşullarında gelişip derinleşmesine rağmen, bugün Kürtler bir ulustur. Sorun, dört parçaya bölünen topraklar üzerinde bir ulusun toplumsal bünyesinde bazı farklı süreçlerin yaşanıyor olmasıdır. Daha önce belirttiğimiz gibi bu süreç esas olarak Lozan Antlaşması ile başlamıştır. 1920'lerden sonra Kürt ulusal hareketi siyasi olarak her parçanın içinde yer aldığı devletin sınırlarına göre biçimlenmeye başlamıştır. Ama, Kürt ulusunun ve onun yurtsever güçlerinin bağımsız birleşik bir Kürdistan özlemi hep olmuştur. Dört parçada birden (merkezi) örgütlenmeye gitmedikleri halde, TKSP hariç, Kuzey Kürdistan'daki örgütlerin hemen hepsi bağımsız ve giderek birleşik bir Kürdistanı savunuyorlardı.
Kürdistan'da siyasi örgütlenme tarihinin birinci aşaması olan 1900-1920 döneminde bazı siyasi örgütlerin program ve çalışmalarında ülke olarak Kürdistanı ve ulus olarak Kürtleri kapsayacak hedefler yer alıyordu. Yine bu dönemin ulusal hareketlerinde bu istek güçlüydü. Şeyh Ubeydullah Nehrî hareketinde görüldüğü gibi tek ve "Büyük Kürdistanı" hedefleyen bir yönelim vardı. Ancak, Kürdistan'ın yeniden sömürgeleştirilmesi süreci derinleştikçe koşullar her parçanın kendi içinde örgütlenmesini, ama parçalar arasında birlik ve dayanışmayı öne çıkardı. Kuzey Kürdistan'da 1938-1960'lı yıllar arasında sessiz ve suskun geçen örgütsüz ve dağınık bir dönem yaşanırken, diğer parçalarda siyasi örgütlenme alanında önemli mesafeler katedilmişti. Diğer parçalarda KDP'ler ve irili-ufaklı çok sayıda politik örgüt kurulmuştu. Belli aralıklarla kesilmiş olsa bile bu dönem boyunca iki parçada mücadele silahlı bir düzeyde seyretmişti.
Her parçadaki siyasal örgütlerin stratejik hedefleri, mücadele biçimi ve taktikleri, ezen ulus devrimcileriyle ve Ortadoğu'daki diğer güçlerle itifakları o parçanın somut koşulları nedeniyle farklı düzey ve biçimlerde formüle edilmektedir. Doğu Kürdistan'da politik güçler otonomiyi, Batı Kürdistan'dakiler "ulusal ve demokratik haklar" istiyorlar. Yakın zamana kadar Güney Kürdistan'da tüm politik güçler "Irak'a demokrasi Kürdistan'a otonomi" derken, şimdi federasyonu savunuyorlar. Kuzey Kürdistan'da birleşik Kürdistan, bağımsızlık, federasyon, otonomi, kimlik ve kültürel haklar gibi değişik hedefler savunuluyor.
Kürdistan'ın ekonomik ve toplumsal olarak en gelişkin parçası Kürdistan'ın Kuzey (Türkiye işgalindeki) parçasıdır. Üst yapıda feodal kalıntılar etkili olmasına rağmen eğemen üretim biçimi ve ilişkileri kapitalisttir. Bu parçada sınıfsal ve toplumsal farklılaşma ileri boyut kazanmıştır; köylülük kendi içinde farklılaşarak yeni gruplara bölünmüş, burjuvazi ve işçi sınıfı gibi modern sınıflar gelişmiş ve netleşme süreci derinleşmektedir. Türkiye'de kapitalizmin gelişmişliği, dışa açılma ve uluslararası kuruluşlarda yer alma, Avrupa ile olan ilişkiler, nisbî demokratik bir ortamın varlığı gibi nedenler, Kuzey Kürdistan toplumunu etkilemiş ve etkilemektedir. Diğer parçalarda benzer gelişmeler geri bir düzeydedir. Doğu ve Güney Kürdistan'da feodal yapılar hala güçlüdür. Üretim güçleri ve üretim ilişkilerinin gelişme düzeyi geridir. Bu durum örgütlenme sürecini ve örgütlenmenin niteliğini doğrudan etkilemektedir.
Bugün artık Kürdistan'ın her parçasında değişik programlara sahip, nisbî de olsa farklı ideolojik, siyasi ve toplumsal özellikler taşıyan yapılanmalar temelinde Kürt toplumu şu veya bu seviyede bir politik örgütlenme düzeyini yakalamış bulunuyor. Güney Kürdistan'da uzun bir silahlı mücadeleden sonra bir ulusal parlamento ve ulusal hükümet kuruldu. Bu parçada Kürt toplumu kendi örgütlenmelerini yaratmış ve bunları geliştirmektedir. Doğu Kürdistan'da KDP 1945'ten beri vardır ve mücadele vermektedir. Suriye işgalindeki Kürdistan parçasında (Batı Kürdistan) halkımız şu veya bu düzeyde kendi politik örgütlenmelerini yaratmış bulunuyor.
Bu durumu görmezlikten gelerek merkezi örgütlenmeyi savunmak bir bakıma bu parçalardaki siyasal örgütlenme düzeyini kabul etmemek ve buralara müdahale etmek anlamına geliyor.
Siyasal örgütlenme canlı toplumsal bir olaydır. Sınırları zorla belirlenen, insanları tel örgüler, mayın tarlaları, sayısı yüzbinleri bulan ordularla ayrılan, kaçakçıların bile zorla gidip gelebildiği bir coğrafyada insanları merkezi bir örgüt içinde örgütlemek mümkün değildir. En azından bugünkü koşullar sürdükçe bu böyledir. Gelecekte tarihsel koşulların önümüze ne gibi görevler çıkaracağını bu aşamada net olarak belirleyebilmek mümkün değildir. Ülkenin ve ulusun birliğini savunmak ise tarihsel bir hedeftir. Bu, aynı zamanda bir haktır. Tarihsel koşullara bağlı olarak Kürtlerin ulus olarak ve Kürdistan'ın ülke olarak birliği de gündeme gelebilir. Koşulları yaratıldığında bu birliğin hangi yollardan sağlanacağı o günün sorunudur.
Üçüncüsü: Yine 1970'li yıllarda Kürt siyasi örgütleri hem kendi içinde hem de birbirleriyle nasıl bir örgüt/parti olayını tartıştılar. Bu tartışmanın derin ve geniş boyutlu olduğunu, sağlıklı sonuçlar doğurduğunu söylemek mümkün değil. Kuzey Kürdistan'da "nasıl bir örgüt/parti" sorunundaki tartışmalar oldukça yüzeysel tartışmalardı. Bir kere Kürt siyasi örgütleri "örgütlenme sorununu" sağlıklı bir düzeyde tartışabilecek durumda değillerdi; çünkü önce örgütler oluşturulmuş, örgütlenme sorunları daha sonra tartışma gündemine alınmıştı.
Kuzey Kürdistan'da politik örgütlenmenin iki farklı kökenden geliştiğini belirtmiştik. Birincisi "KDP" ve bu kökenden gelen örgütlenme süreci. 1965'te kurulan TKDP'ye dayanan KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları) ile 1971'de kurulan Dr. Sait Kırmızıtoprak'ın (Dr. Şivan) partisine (Türkiye'de KDP, T-KDP) dayanan KİP-Kürdistan İşçi Partisi (veya o dönemde kamuoyunda DDKD olarak bilinen örgütlenme) bu sürecin ürünüdür. Kendi içinde iç çatışmalara rağmen bu gelenekten gelen yapılar 1970'li yılların ortalarına kadar geleneksel yapısını korudular. Bu gelenekten gelen hareketler içinde etkin bazı kişilerin varlığına rağmen aslında kitlesel nitelikteki hareketlerdi.
İki Sait Olayı, TKDP Genel Sekreteri Sait Elçi ile T-KDP Genel Sekreteri Sait Kırmızıtoprak, bu iki Kürt önderinin öldürülmesi, yakın tarihimizin en trajik olaylarından biridir. İki Sait Olayı, genelde Kuzey Kürdistan'da ulusal demokratik hareketin, özelde bu parçada politik örgütlenme sürecinin ağır bir darbe almasına yolaçmıştır. Ayrıca bu öldürülme olayı iki Saidi izleyen DDKD ve KUK arasında uzun süre düşmanca bir ortamın sürmesine neden olmuştu.
1970'li yıllarıda ortaya çıkan diğer örgütler ise çoğunlukla Türk solundan koparak Kürdistan'a dönüş yapan kadarolar tarafından oluşturulmuştur. Bu, 1970'li yıllarda ortaya çıkan politik grupların biçimlenmesini etkileyen, onların niteliğini belirleyen önemli bir özelliktir. Bunlar, ya belli bir şahsiyetin etrafında veya elit bir grubun insiyatifiyle önce bir yayın organı, bir yayınevi vb. etrafında biçimlenmiş ve daha sonra politik birer örgüte dönüşmüşler.
Türk solundan kopan kadrolar Kürdistan'da örgütlenirken geldikleri yerin bir çok konudaki görüşlerini birlikte getirdiler. TİP ve o geleneğe yakın örgütlerden gelenler Kürdistan'a onun izlerini taşıdılar. DEV-GENÇ, THKP-C, THKO, TİKKO vb. örgütlerden gelenler, bunların Kürdistan'daki protipini yaratmaya çalıştılar. Türk Solu'ndan gelen kadrolar ideolojik ve politik olarak bir ölçüde zaten şekillenmişlerdi. Böyle bir süreçte Kürdistan'da oldukça şematik bazı örgütsel yapılar ortaya çıkmıştı. Diğer yandan bu yeni oluşumların her biri kendisini "proleter devrimci", "Marksist-Leninist", "sosyalist", "komunist " vb. olarak ifade ediyor; diğerlerini "milliyetçi", "revizyonist", "reformcu", "goşist", "maceracı" vb. olarak tanımlıyordu. Örgütlenmede modeller hazırdı, bir başka ülke, bir başka örgüt/parti örneği Kürdistan için model olarak benimseniliyordu. Bu küçük burjuva aydın örgütlenmeleri kendilerini "sınıfın" (işçi sınıfının) ve gerektiğinde ulusun yerine koyabiliyor, toplumu tanıma ve sağlıklı örgütlenme kanalları açma yerine, toplumu kendilerinin belirledikleri kalıplara sokmak itiyorlardı. Bütün örgütler sosyalizmde tercih yapmışlardı, bu ideolojik olarak ileri bir düzeydi. Ancak giderek artan "solculuk" eğilimleri bütün örgütleri sarmıştı. SBKP, ÇKP, AEP gibi merkezlerin ve Türk soluun tesiri bu solculuk eğilimini körükleyen önemli nedenlerdi. Güney Kürdistan ulusal hareketinin 1975'teki yenilgisi bu eğilimin daha çok gelişmesine neden oldu.
1975-1980 döneminde diğer bir çok sorun gibi Kürdistan'da örgütlenme/partileşme sorunları da sağlıklı bir şekilde tartışılamadı. Tartışmalar oldukça soyut, klişeleşmiş değerlendirmeler, klasiklerden alınma sol ve soyut bir literatür veya başka ülkelerin deneylerini kopya etme düzeyinde kaldı. Kürt tarihi, toplumun iktisadi, sosyal, sınıfsal durumu yeterince kavranılmadı ve örgütlenme alanındaki teorik birikimle toplumun somut koşulları arasında uyum kurulamadı. Diğer yandan Türkiye'de yaşanan hızlı siyasallaşma ve Kürdistan'da artan ulusal bilinçlenme süreci örgütsel yapıları aşıyordu. örgütlenme alanında kendiliğindenci bir durum eğemendi. Yeni yeni oluşan örgütler programatik olarak netleşmemişti, neyin nasıl yapılacağı belli değildi. Örgütlenmede dostluk ilişkileri ve mahalli etkenlerden ekonomik, siyasi ve kültürel durumlara kadar bir çok faktör rol oynuyordu. Hangi örgütün hangi sınıfsal gücü temsil ettiğini, hangi toplumsal temele dayandığını açık ve net olarak belirlemek mümkün değildi. Bu örgütlenmelerin ortak özelliği küçük burjuva kökenli sosyalist ve yurtsever-demokrat örgütler olmalarıydı.
Kürdistan`da yoğun bir polititize olma süreci yaşanıyordu. Türk ve Kürt solu yayınlarında tartışılan konular derneklerde, kahvelerde, okullarda da tartışılıyordu. Kürt örgütleri legal veya illegal olarak çok sayıda yayın çıkarıyordu. Okuma, araştırma, tartışma yoğundu. Bu dönemde tartışılan tüm konulara değinmek burada mümkün değildir. Ancak, konumuz bağlamında, kısaca 1970'li yıllarda Kürt örgütlerinin "örgütlenme", "parti", "cephe" ve "ittifaklar" vb. konulara, örgütlerin o günkü niteliklerine kısaca değinmek gerekiyor.
1970'li yıllarda faaliyet gösteren örgütlerin tümü illegal örgütlerdi. Ancak bu örgütlerin legal alanda dernekleri, yayınları, etkin oldukları sendikalar vb. vardı. Dönemin siyasi yapılarını "örgüt" ve "parti" olarak da ikiye ayırmak gerekiyor.
KDP, başından beri (1965) parti olarak kurulmuştu. 12 Mart 1971 askeri-faşist darbesinden sonra çok sayıda DDKO ve TKDP kadrosu yargılanarak cezaevlerine konuldu. Kürt siyasi örgütlenmesi hem illegal hem de legal örgütlenme alanında ağır bir darbe aldı. DDKO'lar kapatıldı. TKDP ise ağır iç sorunlar yaşadı, ancak kısa bir duraksamadan sonra tekrar toparlanmaya başladı. İki Said Olay'ından sonra, KDP kökeninden gelenler iki koldan farklı örgütler olarak faaliyetlerine devam ettiler. TKDP/KUK, KİP veya DDKD olarak.
Dr. Şıvan'ın partisinin devamı olarak, bir iki isim denemesinden sonra, KİP (Kürdistan İşçi Partisi/Partîya Karkerên Kurdistanê-PKK) kuruldu. Bu partinin siyasal varlığı kamuoyunda ve legal planda Devrimci Doğu Kültür Dernekleri-DDKD olarak biliniyordu. KİP'in parti olarak varlığı geniş siyasi çevrelerde ve halk arasında ancak 12 Eylül 1980'den sonra bilinmeye başladı. KİP, illegal merkezi yayın olarak Pêşeng dergisini çıkarıyordu. Bunun dışında legal alanda Devrimci Demokrati Gençlik, Tîrej, Jîna Nû gibi legal yayınlar da çıkardı.
Sait Elçi'nin partisi olan TKDP 1977'deki III. Kongresi'ne kadar aynı adla faaliyette bulundu. 1977'de yapılan Kongre'de ortaya çıkan bölünmeden, esas olarak 1 Mayıs 1978'den sonra, ilerici kesim faaliyetini TKDP/KUK adıyla sürdürdü. TKDP'nin illegal merkezi yayın organı XEBAT-Jibo Şoreş (Devrim İçin MÜCADELE), TKDP/KUK döneminde, XEBAT-Jibo Rizgarîya Kurdistan (Kürdistan'ın Kurtuluşu İçin MÜCADELE) olarak yayınına devam etti. TKDP/KUK taraftarları legal alanda DGKD (Devrimci Gençlik Kültür Dernekleri) adı altında örgütleniyordu.
TKSP (Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi) 1974 yılı sonlarında kuruldu. Böyle bir partinin varlığı sınırlı bazı siyasi çevrelerde biliniyordu. TKSP, Özgürlük Yolu adıyla legal bir dergi çıkarıyor ve siyasal çalışmaları da kamuoyunda bu isim altında (ÖY-Özgürlük Yolu) biliniyordu. TKSP, legal alanda DHKD (Devrimci Halk Kültür Dernekleri) adı altında bir çok yerde legal dernekler açmıştı. Ayrıca Roja Welat adında Türkçe-Kürtçe 15 günlük bir gezete çıkarıyordu. 1990`lı yılların başında isminin başındaki `T` (Türkiye) ekini kaldıran bu parti günümüze kadar aynı isimle faaliyetlerini sürdürmektedir.
PKK, 1976'da kuruldu. Ondan önce UKO'cular, Kürdistan Devrimcileri, Apocular gibi isimlerle bilinen metropol çıkışlı bir gruptu. PKK, legal örgütlenmeye şiddetle karşı çıkıyor ve bu alanda örgütlenenleri ağır bir dille eleştiriyordu. Yayın olarak bazı iç broşürler yayınladı.
Rizgarî, aynı adla legal alanda yayına başlayan derginin (Rizgarî) adıyla tanınan bir siyasi grup olarak ortaya çıktı. Rizgari, ASK-DER (Anti Sömürgeci Kültür Dernekleri) adı altında bazı yerlerde demokratik dernekler kurdu. Rizgari, 1978'de bölündü ve ayrılan grup Ala Rizgarî olarak örgütlendi. Ala Rizgarî, aynı adla bir de dergi çıkarıyordu.
Siyasi bir örgüt olarak faaliyete başlayan ve aynı zamanda legal bir dergi olarak çıkan Kawa, AEP-ÇKP (Arnavut Emek Partisi-Çin Komünist Partisi) arasındaki ideolojik bölünme temelinde Kawa ve Dengê Kawa olarak ikiye ayrıldı. Kawa, Arnavut Emek Partisi, Dengê Kawa, Çin komünist Partisi çizgisini izliyordu.
Tekoşîn, Kurtuluş'tan ayrılan bir grup tarafından Mart 1978'de kuruldu. Ve daha sonra PKK'den ayrılan bir grup da buna katıldı. Aynı adla, Tekoşîn, yarı legal bir dergi çıkarıyordu.
Kısaca tanıttığımız bu örgütlerden parti olanlar kendilerini "işçi sınıfının önder partisi" (en azından sınıfın ideolojik-politik öncüsü), gruplar ise, aynı misyona aday "partileşme sürecinde" hareketler/örgütler olarak görüyorlardı. Bu yazıda, o dönemdeki örgütlenmenin niteliği ile düzeyi, parti ve partileşmeden ne kast edildiği konusunu derinlemesine irdeleyeyecek durumda değiliz. Partileşenlerin programları ve tüzükleri vardı, ancak, bunun Kürdistan koşullarına ne kadar uyduğu, üzerinde durulması gereken bir konudur. Diğer yandan partileşme sürecinde oluğunu söyleyen yapıların da bundan ne anladığı açık değildi. Hala grup düzeyinde olan bazı yapıların ise ne programları ve ne de yazılı olarak belirlenmiş iç işleyiş kuralları (tüzükleri) vardı.
1970'li yıllarda hala oluşum dönemindeki bu yapıların hemen tümü 1970'li yılların sonlarında bir ayrışma, bölünme ve kopma süreci yaşadılar. Ortak noktaları öne çıkarmaktan çok, ayrılık yanlarını derinleştirmek, diğer bir ifadeyle ayrışma ve bölünme, dönemin tipik özelliklerinden biriydi. Her grup kendisini devrime aday tek alternatif olarak görüyordu. Birlik, dayanışma ve hoşgörü ilişkileri yerine örgütler arasında rekabet, kara çalma, iç çatışmalar daha ağır basan ilişkilerdi. 1980'li yıllara kadar birlik yönünde UDG (Ulusal Demokratik Güçbirliği) dışında hiç bir adım atılmadı. DDKD, KUK ve ÖY arasında kurulan UDG ancak 6 ay sürebildi. O da kağıt üzerinde. Bazı örgütler kitleselleşmişti; işçi, köylü, esnaf, gençlik vb. içinde oldukça etkili olmuşlardı. Buna rağmen, 1960'lı yılların sonlarından 1980'lere kadar Kuzey Kürdistan'da yaşanan hızlı siyasallaşma sürecine ve kitleselleşen ulusal demokratik hareketin ihtiyaçlarına cevap verebilecek durumda değillerdi.
1970'li yıllarda Kürt örgütleri, oluşum süreci ve biçimiyle olsun, yapılanmaları ve savundukları görüşleriyle olsun, çocukluk-gençlik döneminin özelliklerini ve sorunlarını taşıyorlardı. 12 Eylül 1980 ile başlayan dönemde bu durum tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacaktı. Kürt örgütleri genç ve deneyimsiz olduğu kadar yapısal zaaf ve sorunlar taşıyordu. Zor döneme girildğinde ve bölünme, ayrılma, kopma biçimindeki çözülme süreci derinleştikçe, Kürt politik örgütlenmesinin sorunları daha net ortaya çıkıyordu.
1980'li yılların başında aynı durumu yaşayan PKK, yeniden bir toparlanma sürecini başlatıyordu. 15 Ağustos 1984'te başlayan silahlı eylemlerle PKK giderek yükselen bir güç haline geliyordu. PKK'nin başlattığı silahlı mücadele geliştikçe, diğer örgütlerin toparlanma ve yeniden örgütlenme zemini daha da daralıyordu.
PKK'nin ortaya çıkışı ve niteliği, 15 Ağustos 1984'te başlayan silahlı mücadelenin bilinen ve bilinmeyen yönleri, bu mücadelenin Kürt halkına kazandırdıkları ve kaybettirdikleri, Abdullah Öcalan'n Türkiye'ye getirilmesi ardından yürürlüğe konulan Yeni Strateji (İmralı Süreci) gibi konular, Kürtlerin politik örgütlenme ve mücadele tarihi içinde özel olarak incelenmesi gereken son derece önemli ve geniş bir konudur. Ayrıca, örgütlenme sorunu tartışılırken, PKK'nin örgüt yapısı, daha doğrusu "PKK sistemi" ve bu sistemin yarattığı "makanizmalar", mutlaka tahlil edilmesi gereken bir olgudur.
Yazımızın ikinci bölümünde, Kürt politik örgütlenmesinin tarihsel deney ve birikimlerine de dayanarak, günümüz ve gelecek için "Kürdistan'da nasıl bir örgütlenme" (?) sorusuna cevap aramaya, yeni dönemin örgütlenme perspektiflerini sunmaya çalışacağız.
Bir sonraki sayıda buluşmak umuduyla!...

İkinci bölüm, Kürt Solu, sayı 8.

KÜRDİSTAN’DA ÖRGÜTLENMENİN TARİHÇESİ
VE
YENİ DÖNEM İÇİN BAZI PERSPEKTİFLER (II)


Selim MURAT

IV) Geçen Sayıdan Özetle

Bu yazının birinci bölümünde (Kürt Solu, sayı 7) Kürdistan ulusal demokratik hareketinin yüzyıllık tarihi gelişimi içinde politik örütlenme sürecinin bir özetini vermeye çalışmıştım. 20. yüzyılın başlarında başlayan politik örgütlenmenin hangi aşamalardan geçerek günümüze ulaştığını, örgütlenme sürecinde sürekliliğin gerekliliğini, bu alanda yaşanan deney ve birikimleri, günümüzde bundan ders çıkarılması gerektiğini yazmıştım.
1940-1960 yılları arasında yaşanan sesizliğin ardından, 1960 ve 1970’lerde Kuzey Kürdistan’da politik örgütlenme alanında bir atılım dönemi yaşandı. 1965’te TKDP, 1960l’ı yılların sonlarında DDKO’lar ve 1970’li yıllarda ise çok sayıda yeni politik örgüt kuruldu. Bu dönemde gerek Kürt solu ile Türk solu arasında ve gerekse Kürt solunun kendi içinde yoğun ideolojik ve teorik tartışmalar yaşandı. Önemli tartışma konularından birini de örgütlenme sorunu oluşturuyordu. Kürt solu tarafından savunulan “bağımsız örgütlenmenin teoride doğru, pratikte zorunlu olduğu” tezinin hayat tarafından doğrulandığını, dün olduğu gibi bugün de, sorunun, Kuzey Kürdistan’da nasıl bir örgütlenme sorunu olduğunu yazmıştım. Ayrıca, 1970’li yıllarda nasıl bir örgütlenme konusunda Kürt örgütleri arasında yapılan tartışmaları özetleyerek, örgütlenmenin vardığı düzey ve niteliğini irdelemiştim.
12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesi ardından Türkiye ve Kürdistan’da yeni bir dönem başladı. 1984’te başlayan silahlı mücadele ile PKK sürekli gelişirken, diğer örgütler gerileme, çözülme ve dağılma sürecine girdiler. PKK’nin 15 Ağustos 1984 tarihinde başlattığı silahlı mücadele Kuzey Kürdistan tarihinde en kapsamlı ve en uzun süreli silahlı mücadeledir. 1990’lı yılların ortalarına doğru silahlı mücadelenin seyri düşmeye, PKK’nin başlattığı hareket 40 yıllık ulusal demokratik potansiyeli tüketen bir tasfiye hareketine dönüşmeye, politik süreç Kürt halkının aleyhine dönmeye başladı. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanması ardından başlayan İmralı Süreci ile Kuzey Kürdistan ulusal demokratik hareketi tarihinin en zor ve en tehlikeli dönemlerinden birini yaşıyor
İste yazının bu ikinci bölümünde yeni dönemi irdeleyerek, gelişmelerin temelinde yatan iç ve dış etkenleri ortaya koymaya, sürecin bütünselliği içinde örgütlenme sorununda “ne yapılmalıdır” sorusuna cevap bulmaya, bu temelde bazı perspektifler sunmaya çalışacağım.

V) Hareket Genç Ve Deneyimsizdi"

1960 ve 1970’li yıllar Kürtler için yeniden uyanış dönemidir. Hızlı bir ulusal ve toplumsal uyanış süreci yaşanıyordu. Çok kısa bir zaman diliminde önemli mesafe alındı. Kürdistan ulusal demokratik hareketi ideolojik ve politik olarak yeniden şekilleniyordu. Yazının bir önceki bölümünde izah ettiğimiz üzere 1970’li yıllarda sol ve sosyalist zeminde bir çok yeni örgüt kuruldu. Türk devleti, Kürdistan’da yaşanan gelişmelerden tedirgin oluyordu. Diğer bazı nedenlerle birlikte 12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesinin temel nedenlerinden biri de buydu.
Ancak, her şeye adeta yeniden başlanıyordu, ulusal demokratik hareket geçmişin mirasından yoksun, örgütler genç ve deneyimsizdi, hareket oluşum halindeydi. Genç ve deneyimsiz örgütler gelişen sürece cevap verecek durumda değillerdi. Hareket bu durumuyla 12 Eylül darbesine hazırlıksız yakalandı. Bunu derken elbette her şeyi dış etkenlere bağlamıyorum. Kürt hareketi yeni olduğu kadar kendi içinde zaaflar da taşıyordu.
12 Eylül ile birlikte örgütlerde geri çekilme, ayrılma, bölünme ve dağılma biçiminde ortaya çıkan bir çözülme süreci başladı. Bir yandan devletin hareketi bastırma ve yoketme politikası, diğer yandan iç zaaflar ve önder kadroların beceriksizliği süreci hızlandırıyordu. Çok sayıda öncü kadro ülke ve mücadele zemininden kopmaya başladı. Kadroların yoğunlaştığı Ortadoğu çözülme sürecini adeta hızlandıran bir alan haline geldi. Avrupa’ya yönelme alandan kopmanın ve çözelme sürecinin ikinci aşamasını oluşturuyordu. Uzun süre, ülke içinde kalan kadrolar, Ortadoğu’da yoğunlaşan ve sonra Avrupa’ya yönelenlerden, ülkeden uzaklaşanlar ise içerden bir çıkış beklediler. Bu pradoks yıllarca sürdü ve her iki taraf içinde bir nevi mazeret haline geldi. Kim kimi ve niçin bekliyordu? Gerçekte sürece müdahale edilebilir miydi? Müdahale halinde süreci tersine çevirmek mümkün müydü?


VI) Silahların Siyasete Eğemen Olması

Mücadele biçimi konusunda en ılımlısına kadar Kürt örgütleri yıllarca yoğun şekilde silahlı mücadele için propoganda yaptılar, kurtuluşun ancak silahlı mücadeleyle mümkün olacağını söyleyip yazdılar. Hatta bazı örgütler silahlı mücadelenin hazırlıklarına da başladılar. O dönemde Kuzey Kürdistan’da gerçekten silahlı mücadele için objektif koşullar vardı. Ancak dönemin siyasal yapıları buna hazır mıydı? Silahlı mücadelenin başarı şansı var mıydı? Hala sohbetlerde çokça tartışılan, fakat yazılı alanda değinilemeyen konulardan biri de budur.
Bu noktada PKK farklı davrandı. Bir boşluk doğmuştu. Hayat siyasal boşluk tanımıyordu. PKK boşluğu doldurmaya başladı. PKK, bu boşluktan da yararlanarak, yeni bir atılıma hazırlanıyordu. Bunu nasıl yaptı? Gerçekte kendi iradesi ve iç dinamikleriyle mi yaptı? Bölge devletlerinin ve hatta Türk devletinin bunda rolü nedir? Gün geçtikçe ortaya çıkan veriler kısmen de olsa sorunun bazı boyutlarını aydınlatıyor, ama yeterli değil.
Ancak asıl önemli olan PKK tarafından başlatılan silahlı mücadelenin niteliğidir, bunun Kürt halkına kazandırdıkları ve kaybettirdikleridir, Kürt toplumunda yolaçtığı olumlu ve olumsuz sonuçlardır. Silahlı mücadele keyfıyete bağlı bir tercih sorunu değildir. Bir toplum içinde bulunduğu durumdan kurtulmak için bir başka çıkış yolu bulamıyorsa silahlı mücadele yoluna zorlanıyor demektir. Türk devletinin bugüne kadarki politikası Kürtleri hep silahlı mücadeleye zorlamış, hatta mecbur etmiştir. Kürt sorununun çözümü için siyasi ve demokratik yollar kapatılmış; devletin inkar, baskı ve yoketme politikası daha çok şiddetlenmiş, bu durum, halk arasında ulusal demokratik hakların ancak silahlı mücadeleyle elde edilebileceği bilincini yaratmıştı. Böyle bir ortamda, Kürt halkı, PKK’nin silahlı eylemini, özgürlüğe bir çağrı olarak algıladı. PKK’nin niteliği, başlattığı silahlı mücadelenin mahiyeti ve nereye varacağı, bu ve benzer sorular, kitleler ve hatta bir çok siyasi kadro nezdinde tali planda kalıyordu. PKK, ortaya çıkan siyasal boşluğu silahlı eylemlerle dolduruyordu. Güçlü olan, yanlış ve haksız da olsa, doğru ve haklıydı. Güçlü olanın haklılığı, güçlüden yana olma, toplumsal bir psikoloji haline geldi. Böylesine bir ortamda 1980’li yılların ortalarından itibaren artık siyasete silahlar yön vermeye başladı. Kürdistan’da ve hatta Türkiye genelinde siyaseti ve gündemi belirleyen silahlardı. 1984’te başlayan ve yıllarca süren bu silahlı çatışmanın kurmayları, PKK ile Türk Genel Kurmayı ve onların iç ve dış taktisyenlerinin çizdiği taktikler siyasi, ekonomik ve toplumsal hayatın her alanında belirleyici olmaya başladılar. Yıllarca süren, uzun bir süre için yenen ve yenilenin belli olmadığı savaşta, gerçekte kaybeden Kürt halkı oldu, Kürdistan viraneye döndü.

VII) Siyasi Ekonomik ve Toplumsal Durum

Kuzey Kürdistan 1980’li yıllara kadar geleneksel bir köylü toplumu idi, nüfüsun %60-70’i kırsal alanda yaşıyordu, tarım ve hayvancılık temel ekonomik sektörler idi. Kapitalist üretim ilişkilerinin eğemenliğine rağmen kırsal alanda az çok kendisine yeten bir geçimlik ekonomisi hakimdi. Ticaret gelişen önemli sektörlerden biriydi. Göçün yönü kırsal alandan bölgedeki şehirlere doğru idi, metropol kentlere ve Avrupa’ya sınırlı göç yaşanıyordu. 1970’li yıllarda yoğun bir şehirleşme süreci yaşandı. Feodalizmden kapitalizme geçiş sürecindeki Kürt toplumu ekonomik ve sosyal alanda hızlı bir gelişim ve değişim yaşıyordu. Bütün bu gelişmeler uluslaşma sürecine ivme kazandırıyordu.
1980’li ve 1990’lı yıllarda siyasi, ekonomik, sosyal ve demografik alanda olağanüstü yeni bir dönem başladı. Ancak bu, toplumun iç dinamikleriyle gelişen bir süreç değildi, aksine devletin siyasal zoruyla dayatılan, belli bir politika ve plana bağlı olarak hayata geçirilen uygulamaların sonucuydu. 1990’lı yılların sonunda toplumun nüfus, ekonomi ve sosyal dengesi altüst olmuştu. Diğer bazı etkenlerin yanında bu süreci belirleyen üç temel neden saymak mümkündür.
1) PKK’nin 1984’te başlattığı silahlı mücadele.
2) Devletin savaş ortamını fırsat bilerek uygulamaya koyduğu zorla göçettirme (Kürdistanı insansızlaştırma) politikası.
3) Turgut Özal’ın iktidarı döneminde uygulamaya konulan yeni ekonomi politikası.
Türk devleti öteden beri Kürdistanı boşaltmak ve Kürtleri asimile etmek istiyordu, ulusal hareketi şiddet kullanarak yoketmek yanında, Kürt sorununu nihai olarak ancak bu yoldan çözebileceğini hesaplıyordu. Bu amaçla planlar yapılmıştı. Turgut Özal: “Eğer bölgeden 500 bin insan Batı Anadolu’ya yerleştirilirse sorun kendiliğinden çözülmüş olacaktır” diyordu.
İşte PKK’nin 15 Ağustos 1984’te başlattığı silahlı mücadele devletin bu politikalarını hayata geçirmesine fırsat ve ortam yaratıyordu. PKK’nin hataları ise devletin ekmeğine yağ sürüyordu. Köy yakmalar, sivillerin öldürülmesi, bazı aşiretlere ve Köy Korucuları’na karşı uygulanan politika, toplu ayaklanma provaları (serîhildanlar), her türlü sorunun çözümünde şiddetin tek yol olarak (“Kurşun adres tanımaz”) görülmesi vb. yanlış politikalar bu “insansızlaştırma” siyasetine hizmet etmiştir. Bu dönem boyunca Kürdistan’da 4 bin köy yok edildi, Kürdistan’ın coğrafyası tahrip edildi, kırsal alan adeta insansızlaştırılarak 5 milyonun üzerinde insan yerinden-yurdundan edildi, ekonominin temelini oluşturan tarım ve hayvancılık büyük darbe yedi, varolan nisbi sermaye büyük ölçüde metropol alanlara kaçtı, özel sermaye yatırımları yanında kamu yatırımları da durdu, beyin ve kalifiye işgücü göçü hızlandı, ticaret ve küçük ölçekli üretim ağır zarar gördü ve bütün bunların sonucu Kürdistan ekonomisi onarılması olanaksız büyük bir darbe yedi. Ancak savaştan ve ortaya çıkan kaos ortamından savaş vurguncuları ve yerli bazı işbirlikçi çevreler büyük yarar sağladı; örneğin asker, polis, Özel Tim, JİTEM, Konter-gerilla ve devletin diğer gizli ve açık örgütleri içinde adeta bir savaş rantiyecileri sınıfı doğdu. Devlet, sadece siyasi olarak değil, aynı zamanda ekonomik olarak da Kürt halkına karşı bir cezalandırma siyaseti uyguladı. Kürdistan ekonomisi 1970’li yılların gerisine düştü. İşçi, köylü, memur, esnaf ve toplumun her kesiminden insanların ekonomik durumu hızla kötüleşti, yoksulluk giderek arttı. Bu genel manzara içinde ekonomik çöküntü ve yoksulluk derinleşti ve her geçen gün daha çok artmaktadır.
Savaş ekonomik, sosyal, kültürel vb. her alanda yıkım demektir. Kürt toplumu bu yıkımı iliklerine kadar yaşadı. Kürdistan viraneye döndü. Bu yıkımın sonuçları hayatın her alanında yaşanıyor. Bunun en açık belirtilerini sosyal alanda görmek mümkündür. Kürt toplumu tam bir kaos içindedir. Bugün kırsal alan nüfusu %50-40 civarına inmiştir. Kırsal alandan bölge şehirlerine, metropol kentlere ve Avrupa’ya yönelik üç aşamalı göç süreci devam ediyor. Kürdistan şehirleri adeta birer büyük köye dönüşmüşler. Köy-kent projesi fiili olarak hayata geçirilmiş bulunuyor. İşsizlik, yoksulluk, sağlık, eğitim ve konut sorunları gibi geleneksel sorunların yanında yeni tip toplumsal, kültürel ve psikolojik sorunlar ortaya çıkmıştır. Kürt toplumu adeta bir savaş sendromunu yaşıyor. Ahlaki ve toplumsal değerlerde yaşanan aşınmayla birlikte, dünyada yaşanan gelişmelerin de etkisiyle bireysellik, köşe dönmecilik, vurgunculuk gibi eğilimler toplumsal hayata eğemen olmuştur. Çürüme ve yozlaşma toplumun her kesiminde görülüyor. Savaşın yolaçtığı olumsuzluklardan Kürt toplumu yeterince nasibini almıştır.
Uzun bir yıkım savaşını yaşayan ve bu savaşta özgürlük adına canını, malını, kızlarını-oğullarını feda eden Kürt halkı bugün büyük bir trajediyi yaşıyor. Ülkesi viraneye çevrilen, milyonlarca insanın göçetmesine yolaçan, onbinlerce insanın ölümüyle sonuçlanan bu savaşın Kürt halkına verdiği zarar büyüktür. Ortada ciddi bir kazanım yok. Bunun sorumlusu elbette PKK’dir.
Böyle bir süreci yaşayan bir halkın siyasi ve toplumsal psikolojisi ne olur? Bu durumun ciddi bir şekilde araştırılması ve somut duruma uygun çözüm politikalarının oluşturulması gerekiyor. Kürt halkı gerçekten çok şey kaybetti. Ve üstelik yaptığı büyük fedakarlıkların karşılığını bulamadı. Halk yorgun ve bitkin düşmüştür, toplum demoralize olmuştur. Yurdundan edilen milyonlarca insan birer büyük köye dönüşen kentlerde, metropol alanlarda açlık ve yoksullukla pençeleşmektedir. Hala halkın geri dönüp köylerine yerleşmesine müsade edilmiyor. Bir topluluğu yerinden ve yurdundan etmek, ona (o topluma, halka, ulusa) yapılabilecek en büyük kötülüktür. Kürtler neredeyse sürgünde yaşayan bir ulus durumuna düşürülmüştür.
Şu anda halkın en büyük sorunu geçim, barınma ve can güvenliği sorunudur. Barış ve demokrasi ekmek ve su kadar ihtiyaç duyulan şeylerdir. Halk savaş istemiyor; toparlanmak, yaralarını sarmak ve dağılan yaşantısını düzene sokmak istiyor. Savaşın acımasızlığını, yarattığı yıkımları ve Türk devletinin ne kadar gaddar olduğunu yaşayarak gören Kürt halkı, bu alanda acı deneyimlere sahiptir.
İmralı Süreci ile birlikte Abdullah Öcalan’ın ve PKK’nin içine girdiği durum halkın moralsizliğini bir kat daha artırmıştır. Abdullah Öcalan’ın İmralı Süreci boyunca sergilediği durum ve onun ‘Demokratik Cumhuriyet’ olarak förmüle edilen siyasetini sürdüren PKK’nin politikası, Kürt halkının ulusal onurunu ayaklar altına alan bir durumdur. Gerçekte İmralı’da hapsedilen Abdullah Öcalan değil, PKK’nin bizzat kendisidir. Abdullah Öcalan ve partisi PKK Kemalizme teslim olmuştur. PKK, kendisini “Misak-i Milli”nin güvencesi ve sözde “demokratik cumhuriyet”in bekçisi olarak görüyor. Binlerce insanın uğruna canını verdiği, milyonların yurdundan olduğu, büyük acı ve yıkımların yaşandığı değerler birer birer terkedildi, bu değerlere sahip çıkanlar üstelik PKK tarafından tehdit edilmektedir.
Silahlı mücadele başlıbaşına amaç değil, ulusal ve toplumsal sorunların çözüm yolunu açmak için başvurulan bir araçtır. Savaş, siyasetin başka yol ve araçlarla sürdürülmesidir, şeklinde tanımlanması bundandır. Silahlı mücadele basit bir iş değildir, başlamadan önce sonuçlarını iyi hesaplamak gerekiyor. Silahlı mücadele en radikal mücadele biçimidir. Başarıya ulaşsın veya ulaşmasın, savaş, doğası gereği korkunç yıkımlar getirir. Hele, sözkonusu olan bir ulusal kurtuluş savaşı ise, başarıya ulaşmaması halinde, getireceği maddi yıkım yanında, yolaçacağı manevi yıkım daha büyüktür. İşte Kürt toplumu, bir yandan başarıya ulaşmayan silahlı bir mücadelenin getirdiği maddi yıkımlar altında eziliyor, diğer yandan bu başarısız savaşın yaratığı moralsizliği, siyasal tıkanma ve çözümsüzlük ortamını yaşıyor.
Durum sadece bundan da ibaret değil. Genel olarak Kürdistan ulusal demokratik hareketi ideolojik, politik ve örgütsel olarak bir bunalım sürecini yaşıyor. Bunu aynı zamanda bir kimlik krizi olarak da tanımlayabiliriz. Bunu sadece PKK’nin içine düştüğü durumla açıklamak mümkün değil, böyle bir şey doğru da değil. 1980’li yılların ortalarında başlayan bölünme, dağılma ve çözülme süreciyle birlikte, önce ideolojik alandan başlayarak, ulusal demokratik hareketin temel tezlerinden uzaklaşma ve geçmişi inkar eğilimleri ortaya çıktı. Başarısızlıklar ve yenilgiler savunulan ideolojik ve siyasi görüşlerin yanlışlığıyla izah edilmeye başlandı. Reel sosyalizmin çöküşü bu süreci daha da hızlandırdı ve ideolojik olarak harekette sağcılık eğemen oldu. Bugün sosyalizmi savunmak cesaret isteyen bir şeydir. Tüm dünyada olduğu gibi bizde de her tarafta sağ rüzgarlar esiyor. Sovyetler yıkılıncaya kadar Kürtlerin önemli bir kısmı ‘Sovyetler bizi kurtaracak’ düşünce ve umudunu taşıyorlardı. Bugün de Avrupa/Amerika “Kürt sorununu çözecek” umudu içindeler. “Realist (gerçekçi) olmak” lazım günün moda deyimlerinden biri haline gelmiştir. Bu durum sadece dünya görüşüyle de sınırlı değildir, genel olarak bir red ve inkar var; dün sosyalizm, bağımsızlık, örgütlenme ve mücadele biçimi, ülke ve ulusun geleceği gibi temel ve stratejik konularda radikal görüşlere sahip olan kadroların önemli bir bölümü, red-i mirasta bulunarak, bugün son derece geri bir düzeyde seyrediyorlar. Bugünkü genel manzarasıyla Kürdistan ulusal demokratik hareketi 1965’te kurulan TKDP’nin program hedefleriyle çakışan bir düzeye inmiştir. Kürt hareketinde ideolojik ve politik olarak bir red-i miras bedbahtlığı, inkar ve aşınma yaşanıyor. Bu, önce ideolojik alanda başlayan ve giderek politik, örgütsel düzeye varan bir tasfiye sürecidir. Hızlı bir ‘Türkiyelileşme’ eğilimi gelişiyor. Bugün için Kürt ulusal hareketi saflarındaki temel ayrılıklardan biri ‘Kürdistanî’ olmak ile ‘Türkiyelileşme’ noktasındadır. Bu ortamda red-i mirasa ve yaşanan tasfiye sürecine karşı çıkmak, Kürdistanî değerleri savunmak, sürecin temel görevlerinden biri haline gelmiştir. Kürtlerin kendileri için varolma, kendileri için mücadele etme ruhu ve bilincini geliştirmek, yeniden güven ortamını yaratmak, temel tezlere sahip çıkmak, ideolojik ve siyasi mücadeleyi yükseltmek, devrimci değerleri geliştirmek, bu alanda bir restorasyona ve reorganizasyona gitmek gerekiyor.
Malesef bu durumdan çıkış yönünde ciddi bir çaba yok, siyasal tıkanma, çözümsüzlük ve belirsizlik devam ediyor, yeni şeyler üretilemiyor. Süreç nasıl gelişiyor, ne olacak, ne yapılmalıdır? Bütün bu konularda inasanların kafaları karışık. Ayrıca siyasete duyulan ilgi giderek azalıyor, örgütlülükten kaçış var. Siyasi kadroların düşünceleri ile davranışları arasında uyumsuzluk var, söylenelerle yapılanlar birbirini tutmuyor. İnsanlarda ciddi bir güvensizlik psikolojisi eğemendir. Birçok insan kendisini koruyabilme çabası içindedir, bu bile bazıları için başlıbaşına bir başarıdır. Diğer yandan İmralı Süreci sadece PKK içinde değil, onun dışındaki insanların da kafalarını karıştırmış, insanlar İmralı Süreci’ne kilitlenmişler. PKK konusunda istikrarsız davaranan, değişen tavırlar izleyen örgüt ve çevreler ise, İmralı Süreci ile birlikte bir şaşkınlık içine girdiler, şaşkınlıkları devam ediyor. Diğer örgütler süreci etkileyecek, İmralı Süreci’ne dur diyebilecek bir durumda değiller. Ulusal demokratik hareket saflarında siyasi bir belirsizlik ve boşluk yaşanıyor.

VIII) Öncelikli Görevler
Acil Müdahale Proğramı

Yukarda kısaca özetlemeye çalıştığımız siyasi, ekonomik ve toplumsal bir ortamda ne yapılmalıdır? Bu süreçte yurtsever, devrimci, demokrat ve soyalist çevrelere ne gibi görevler düşüyor?
Öncelikle mevcut durumu doğru kavramak gerekiyor. Bunu yapmadan, yani somut durumu tahlil etmeden, sürece denk düşen çözüm yollarını bulmak mümkün değil. Kürt toplumunun içinde bulunduğu tarihi, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, psikolojik vb. durumunun kapsamlı bir şekilde araştırılması gerekiyor. Bu alanda görev esasen tarihçilere, bilim adamlarına, akademisyenlere düşüyor. Ama bunun mutlaka yapılması gerekiyor. Halkımız hangi koşullar altında yaşıyor, acil talepleri nedir, bugünü ve geleceği ile ilgili ne düşünüyor? Halka rağmen siyaset yapılamıyacağına göre siyasetçilerin, aydınların, siyasi örgütlerin bu sorulara doğru cevaplar bulması gerekiyor. Ayrıca mevcut süreçte, büyük ya da küçük her parti, örgüt ve çevre kendisini yeniden tartışmak ve tanımlamak zorundadır, herkes ne olduğunu açık ve net olarak ortaya koymalıdır. Bu bağlamda geçmişin değerlendirilmesinin de yapılması gerekiyor. 1980 öncesi ve sonrasının, 1980’li ve 1990’lı yılların, PKK ve başlattığı silahlı mücadelenin, bunun sonuçlarının vb. değerlendirilmesi gerekiyor. Dünün doğruları ile yanlışlarının belirlenmesi, doğru olanın günümüze taşınması ve yanlışların ayıklanması, geçmişin deneylerinden ders çıkarılması zorunludur.
Kürdistan ulusal demokratik devriminin tezleri bugün de geçerli midir? Örneğin: Kürdistan klasik tipte uluslararası sömürge bir ülkedir. Kürtler parçalanmış bir ulustur. Kürdistan’da gündemde olan ulusal demokratik devrimdir. Kürdistan’da bağımsız örgütlenme doğru, gerekli ve zorunludur, ayrıca bir haktır. Kürt ulusu kendi kaderini kendisinin tayin etme hakkına sahiptir; tarihsel koşullara bağlı olarak ve özgür bir biçimde isterse iradesini bağımsız devlet olma, isterse birlikte yaşama yönünde kullanır. Bağımsızlık gibi birleşme de bir haktır, bunun hayata geçirilmesi tarihsel koşullara bağlıdır. Bu tezler bugün de geçerli midir? Bu tezler günümüz koşullarında bir kez daha formüle edilmeli, bu temelde ulusal demokratik hareketin programı yeniden çizilmeli, Kürt ulusunun güncel ve stratejik talepleri bir menifesto ile tüm dünyaya sunulmalıdır. Kürdistan ulusal demokratik hareketi saflarında yaşanan red-i miras, inkar ve aşınmanın önüne geçmek ve süreci tersine çevirmek gerekiyor. Bunun için ideolojik ve siyasi mücadele daha çok yoğunlaştırılmalıdır.
Güncel görevlerle uzun vadeli görevleri netleştirerek birbirinden ayırmak ve ikili bir program yapmak ihtiyacı doğmuştur. Çünkü Kürt halkının içinde bulunduğu durum bazı görevleri öne çıkarmıştır. Bunlar yerine getirilmeden uzun vadeli hedeflere ulaşmak mümkün değil. Bu nedenle siyasi örgütler öncelikleri iyi saptamalıdırlar. Bazı dönemlerde siyasi örgütler stratejik hedeflerini geçici olarak askıya alabilir, güncel hedeflerini öne çıkarıp onlarda yoğunlaşabilirler. Ülkemizin adeta viraneye çevrildiği, 5 milyon insanın zorla yurdundan edildiği, milyonlarca insanın metropol varoşlarında açlık ve sefalete karşı yaşama mücadelesi verdiği, PKK ekseninde bir yenilgi sürecinin yaşandığı, toplumun bir kaos ve deprasyon içinde olduğu, siyasi ve aydın çevrelerin ve hatta büyük ölçüde toplumun demoralize olduğu bugünkü koşullarda, güncel ve acil olan bazı görevlerde yoğunlaşmak gerekiyor. Nedir bu görevler? Örneğin, PNK’nin (Platforma Neteveyîya Kurdistanê/Kuzey Kürdistan Örgütleri Platformu) dünya kamuoyuna sunduğu güncel talepler bildirgesinde yeralan görevler ve bu temelde yapılması gereken çalışmalar buna cevap verebilecek bir çerçevededir. Kürtlerin adeta sürgünde yaşayan bir ulus durumuna getirildiği, asimilasyonun olağanüstü bir hız kazandığı, ama buna karşın Kürtlerde kimlik arayışı ve uluslaşma sürecinin yaygınlık kazandığı bir süreçte Kürt dili, edebiyatı, kültürü, folklorünün geliştirilmesi alanında yapılacak çalışmalar son derece önemlidir. Siyasi, demokratik, hukuki, kültürel vb. hayatın her alanında Kürt kimliğiyle hareket etmek ve bu temelde örgütlenmek, ulusal ve uluslararası düzeyde Kürt sorununu legalize etmek, sürecin dayattığı önemli çalışma alanlarıdır.
Kürt siyasetçileri ve aydınları kendilerine, tarihlerine ve toplumlarına karşı gerçekçi davranmadılar ve hala da öyledirler. Tarihimiz, sadece direnme ve özgürlük uğruna mücadele tarihi değildir, aynı zamanda ihaneti bol, birlikten yoksun, bölünme ve parçalanma tarihidir. Bunu görmek zorundayız. Kürtler sorunlu bir halktır, Kürt toplumu içten ve dıştan bölünmüş, parçalanmış, iç dinamikleri zayıf ve girift çelişkilerle dolu bir toplumdur. Böyle olmasaydı bugün zaten bu durumda olamazdık. Gerçekliklerimizi kabullenmek zorundayız.
Birlik sorunu Kürt halkının tarihsel sorunlarından biridir. Bu sorun, bugün daha çok yakıcı bir hal almıştır. Her alan ve düzeyde birlik ve ittifakların geliştirilmesi, varolanların güçlendirilmesi ve daha ileri götürülmesi gerekiyor. Birlik olmadan halkımızın kurtuluşa ulaşması olanaklı değildir. PNK’nin çalışmaları ve Kürt örgütleri arasında yapılacak her düzeydeki birlik girişimleri desteklenmeli, birlik, dayanışma ve güven bilinci geliştirilmelidir.
Dün göremediğimiz veya görmek istemediğimiz sorunlar bugün tüm çıplaklıklarıyla önümüze çıkmaktadırlar. Kürt toplumunda kimlik arayışı derinleştikçe bu tür sorunlar daha açık bir biçimde ortaya çıkıyor. Kürt olmak, devrimci olmak, sosyalist olmak veya özgür ve bağımsız bir ülke istemek vb. yetmiyor. Nasıl bir gelecek ve nasıl bir siyasi yapılanma istiyoruz? Bu, büyük ölçüde bugünden toplumumuzu ne kadar tanıdığımıza, sunacağımız proğrama bağlıdır. Hala bir çok insan için ‘Kurd û Kurdıstan’ sloganı yeterlidir. İşin bu kadar basit olmadığı, toplumumuzun, bildiklerimiz dışında daha bir çok ciddi sorunlarının olduğunu gün geçtikçe daha açık biçimde görüyoruz. Kürtler bir ulustur; fakat dil ve lehçe sorunları, parçalara ve hatta bölgelere göre kültürel farklılıkları, din ve mezhep ayrılıkları, çeşitli kimlik sorunları olan bir ulustur. Toplumların ve onu oluşturan bireylerin tek bir kimliği yoktur, her insanın birden fazla kimliği olduğu gibi, toplumlarda da içiçe geçmiş ve zaman zaman birbirini tamamlayan, ama bazen de çelişen kimlikleri vardır. Örneğin, bugün sıradan bir Kürt için: ‘Ben Kürdüm’, ‘Ben yurtseverim, devrimciyim, sosyalistim’, ‘Ben müslümanım’ vb. demek yetmiyor. Din sorunu önemlidir ve bu sorun yeniden ele alınmalıdır. Halkımızın önemli bir kesimi alevidir ve ‘alevi kimliği’ni öne çıkarıyor. Alevilik, siyasi bir kimlikle yorumlanıyor. ‘Kürt olmak ne demektir’? Bu soruya yeniden cevap vermek gerekiyor. Dün önemsenmeyen kimlikler bugün öne çıkıyor. Artık ‘Kürdüm’ diyen, arkasından ekliyor: ‘Kürdüm, ama Soranım’, ‘Kürdüm, ama Kurmancım’, ‘Kürdüm, ama Zazayım’, ‘Kürdüm, ama Behdinanîyım’, ‘Kürdüm, ama Aleviyim’ vb. Güney Kürdistan’ın siyasi, idari ve kültürel alanda Soran ve Behdînan olarak ayrılması ve şekillenmenin bu temelde olması tesadüfi bir hadise değildir.
Bu sadece bizde yaşanan bir durum değil elbette. Alt kimlikler, bölgesel ve yerel kimlikler sanıldığından daha çok önem kazanıyor. Dünyada genelde hızlı bir küreselleşme yaşanıyor. Ancak, Kürdistan’da ve yoğun kimlik arayışının sürdüğü dünyanın diğer bazı bölgelerinde, alt ve bölgesel-yerel kimlikler öne çıkıyor. Bu durum bir bakıma dünyada yaşanan küreselleşmeye, yozlaşmaya, kültür emperyalizmine ve tabiki eğemen kültürlerin asimilasyoncu politikalarına duyulan bir tepkinin de sonucudur.
Kürdistan ulusal demokratik hareketinin programı yeniden yapılmalıdır. Program, son 30-40 yıllık birikimi sahiplenen, ülkenin bağımsızlığını ve ulusun özgürlüğünü amaçlayan örgüt, çevre ve kişilerin paylaştığı uzun ve kısa vadeli hedeflere dayanan sade ve gerçekçi bir proğram olmalıdır. Sosyalistler böyle bir programın oluşturulması ve hayata geçirilmesinde aktif rol oynamalı, hatta önderlik etmelidirler. Bu proğramda, Kürt örgütlerinin daha önce görmediği/göremediği, çözüm yolu önermediği ve proğramlarına almadığı sorunlara, açık ve net çözümler sunulmalıdır. Örneğin, dil sorunu bunlardan biridir. Kürtçe, dört lehçeden (Kurmanci, Sorani, Zazaca, Gorani) oluşan bir dildir. Bunun yanında her lehçenin kendi içinde bir çok ağız farklılığı vardır. Kürtlerin anlaşabilecekleri ortak bir ulusal dil yaratmak öyle sanıldığı gibi kolay değildir. Kürtçenin bütün lehçelerinin eşit düzeyde ele alınması, geliştirilmesi ve standardize edilmesi gerekiyor. Kuzey Kürdistan’da Kürtçenin iki lehçesi konuşuluyor, Kurmanci ve Zazaca. Kurmanci nisbeten gelişmiş bir lehçedir. Zazacanın da geliştirilmesi ve standardize edilmesi için yapılan çalışmalar desteklenmelidir. Kürtçenin her lehçesi konuşulduğu bölgede eğitim, yönetim vb. alanlarda birinci derecede geçerli lehçe olmalıdır. Alevilik sorunu da yeniden ele alınarak doğru bir politika oluşturulmalıdır. Bunların bugünden proğramlanması gerekiyor. Gelecekte nasıl bir toplum yaratmak istediğimiz bugünden bu sorunlara önereceğimiz çözümlere bağlıdır.
Legal ve demokratik alandaki çalışma önemlidir. Bu anlamda Kürt hareketinin siyasi, hukuki ve milli boyutlarıyla Türkiye’de ve uluslararası alanda legalize edilmesi sürecini hızlandırmak gerekiyor. Kürtlerin ulusal varlığını inkar ve rededen mevcut yasakçı ve baskıcı hukuk düzenine karşı mücadele yoğunlaştırılarak fiili durumlar yaratılabilir. Bu bir yanıyla çetin bir hukuk savaşıdır. Ulusal demokratik haklar içinde örgütlenme hakkı en başta gelen haktır. Ve örgütlenmenin her alanında Kürtlerin ulusal kimlikleriyle örgütlenmeleri gerekiyor. Siyasi, sosyal, kültürel vb. alanlarda ulusal demokratik kurumlaşma yaratılmadan kalıcı hiçbir hak elde edilemez, edilse bile korunamaz. Siyasal örgütlenme vazgeçilmez öncelikli haktır, dolayısiyle illegal Kürt örgütlerine demokratik bir ortamda legal çalışma olanağının yaratılması için mücadele edilmelidir. Mevcut legal parti çalışmaları da ancak bu perspektifte sürdürülürse istenilen bir sonuca ulaşılabilir. Bu dönemde Kürt halkının acil ulusal demokratik taleplerinin hayata geçirilmesi ve Kürt sorununun kalıcı çözümüne yol açan çalışmalar için faaliyet yürüten ulusal demokratik bir kitle partisine ihtiyaç vardır.
Kürtler için Türkiye demokrasi mücadelesinde aktif yerlerini almak hayati önemdedir. Türkiye’deki her tür gelişme Kürdistanı ve Kürt hareketini direk etkiliyor. Türkiye demokrasi güçleriyle her düzeyde ittifak ve ortak mücadele olanaklarından yararlanılmalıdır. Önemli ve acil görevlerden biri de budur.
Yukarda kısaca dile getirdiğimiz şeyler yerine getirilmeden uzun vadeli hedeflere ulaşmak mümkün değildir. Öncelikle içinde bulunulan toplumsal kaosun aşılması, halkın kendine gelmesi, varolan moralsizliğin aşılması, güvensizliğin yokedilmesi gerekiyor. Bu bağlamda İmralı Süreci’ne karşı doğru ve etkin bir tavır geliştirilmesi özellikle önemlidir.
Bu süreçte Kürdistanlı sosyalistlere ikili görev düşüyor. Birincisi, böyle bir acil müdahale proğramının hayata geçirilmesinde yeralmak. İkincisi, sosyalist bir perspektifle yeniden örgütlenmek ve kendi alternatifini yaratmaktır. Sosyalistler, acil müdahale proğramının hayata geçirilmesinde, toplumun diğer tüm yurtsever kesimleriyle birlikte hareket etmelidirler, ama önlerindeki tarihsel görevlerini de unutmamalıdırlar.
Bu tarihsel görevlerin ne olduğunu yazımızın bundan sonraki kısmında ele alacağız.

IX) Ulusal Demokratik Hareketin Geleceği

1980-1990'lı yıllarda dünyada, Ortadoğu'da ve Kürdistan'da önemli gelişme ve değişmeler yaşandı. Kürdistan bundan derin bir şekilde etkilendi, Kürt toplumu ekonomik, sosyal ve sınıfsal olarak yeni bir değişim sürecine girdi. Bunun sonucu olarak ulusal bilinç ve uluslaşma süreci derinlik ve yaygınlık kazandı. Siyasal gelişmeler mevcut örgütlenmeleri aştı. Kürt ulusal hareketi gençlik dönemini geride bırakarak şu veya bu düzeyde ulusun tüm sınıf ve katmanlarını kapsayan kitlesel bir aşamaya ulaştı. Ayrıca bu dönemde, yurtsever, devrimci-demokrat ve sosyalist çevrelerde ideolojik, politik ve örgütsel yönelim bakımından farklılaşma, saflaşma ve yeniden yapılanma görülüyor. 21. yüzyılın başında Kürdistan ulusal demokratik hareketi yeniden bir ideolojik ve politik şekillenme sürecini yaşıyor. Bu yeniden şekillenme sürecinde genel hatlarıyla üç çizgiden söz etmek mümkündür.
1) Sosyalist çizgi, dünyada ve ülkemizde yaşanan aleyhteki gelişmelere rağmen, Kürdistan’da hala toplumsal temeli en geniş olan çizgidir. 1970-1980’li yıllara damgasını vuran sosyalist çizginin Kuzey Kürdistan’da 30-40 yıllık bir geçmişi vardır. 1940’lardan sonra Kürt burgzuvazisi ve diğer eğemen sınıflarının ulusal harekette etkin yer almamalarından dolayı, bu kesimlerin üstlenmesi gereken ulusal görevleri de, sosyalistler yerine getirdiler. Son 30-40 yıllık ulusal-demokratik birikimlerin yaratıcısı yine sosyalistlerdir. Kürdistanlı sosyalistler bu süreçte büyük bedeller ödediler. Bugün, koşullar her bakımdan onların aleyhine dönmüştür. Ama bu geçici bir durumdur, yanılsama uzun sürmeyecektir, önümüzdeki dönemde sosyalist hareket daha güçlü bir şekilde sürece müdahale edecek bir konuma gelecektir. Dün olduğu gibi bugün de sosyalist çizgide yer alan örgüt, parti ve çevreler arasında, hem sosyalizmin yorumlanması ve hem de bunun pratik yansıması olarak örgütlenme, mücadele vb. konularda farklı eğilimler var. Kendini sosyalist olarak tanımlayan ve bu zeminde hareket eden bir çok örgüt, çevre ve bağımsız kadrolara dayanan nitelikli büyük bir birikim var. Bunları genel bir çerçevede sosyalist çizgide görmek gerekiyor. Sorun, bu potansiyeli örgütlü bir politik güce dönüştürmektir. Sosyalistlerin birliği sorunu sürecin can alıcı sorunlarından biridir.
2) Liberal çizgi, Kuzey Kürdistan’da uzun bir geçmişi olmayan, toplumsal temeli zayıf, ancak bireysel çevreleri aşmayan bir akımdı. Bu çizgi, sosyalizmin dünya çapında aldığı yenilgi ve geri çekilme koşullarında, kapitalist-emperyalist ülkelerin, kapitalizmin tek alternatif olduğu tezini geliştirdiği ve Yeni Dünya Düzeni adı altında insanlığa dayattığı neo-liberalizmin, ülkemizdeki bir yansıması olarak daha çok 1990’lı yıllarda toplumsal bir zemin bulmaya başladı. Genel olarak illegal örgütlenmeyi, radikal mücadele biçimi ve yollarını rededen, ulusal demokratik hareketin temel tezlerini inkar eden, sorunu ‘Misak-i Milli’ sınırları içinde ‘etnik bir sorun’ düzeyinde ve çözümünü yasal yollardan ‘kültürel haklar’ bazında ele alan liberal çizgi, daha çok legal ve demokratik alanda kendini gösteriyor. İlginç olan bir şey de, eskiden bazı örgütlerde yönetici olanlar dahil, çok sayıda eski sosyalist kadronun, bu yeni çizginin savunuculuğunu yapmaları ve hatta etkin rol oynamalarıdır. Liberal çizgi daha çok Kürt orta sınıfları arasında taraftar bulmaktadır.
3) İslami çizgi, daha çok 1980’li ve 1990’lı yıllarda gelişme ortamı bulan, sol ve sosyalist örgütlerin darbe aldığı ve giderek güç kaybettiği bir dönemde ortaya çıkan ve bu boşluktan da yararlanarak, ulusal demokratik saflarda politik bir akıma dönüşen bir çizgidir. Kürdistan’da faliyet yürüten bazı İslamcı güç ve çevreler yurtsever güçlere karşı kullanılmak amacıyla doğrudan devlet tarafından destek ve yardım gördüler. Hizbullah bunlardan biridir. Ancak, İslamcı çizgiden kastımız bunlar değildir. Kürdistan’da son 10-15 yıl içinde gelişen yurtsever İslami bir çizgi ortaya çıkmış ve bugün politik bir akım haline gelmiştir. Bugün yurtsever İslami çizgide faaliyer yürüten bağımsızlıkçı radikal örgüt/örgütler vardır. Din, ulusal kurtuluş hareketlerinde olumlu veya olumsuz olarak önemli rol oynayan faktörlerden biridir. Sömürgeci güçler, bugüne kadar dini genel olarak Kürt ulusal hareketine karşı bir silah olarak kullandılar. Kürdistan’da gelişen yurtsever İslami çizgi, halkının %90’nının müslüman olduğu bir ülkede, bu durumu tersine çevirebilirse, önemli bir görev yerine getirmiş olacaktır.
Bir de geleneksel milliyetçi çizgiden bahsetmek gerekiyor. Bu çizgi, konjektürel duruma göre zaman zaman güçlenen ve zaman zaman gerileyen bir seyir izlemiştir. Geleneksel milliyetçi çizginin yüzü genellikle Güney Kürdistan’a yöneliktir. Toplum ekonomik ve sosyal alanda geliştikçe ve ulusal hareket kentsel nitelik kazandıkça geleneksel milliyetçi çizginin toplumsal temeli de zayıflamaktadır.
Kuşkusuz, bu çizgilerin kendi içinde tam kristalize olduğunu söylemek mümkün değil. Bir geçiş sürecini yaşayan Kürdistan toplumunda sınıfsal zemin kaygandır, toplumsal gruplar sürekli değişme içindedir, dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle, ideolojik ve siyasi alanda da zemin kaygandır. Dolayısiyle hangi örgütün tam olarak hangi sınıfsal kesime dayandığını belirlemek zordur. Bir örgüt bünyesinde her sınıf ve tabakadan insanlar olduğu gibi, değişik ideolojik görüşlere sahip insanlar da yeralabiliyor. Bu durum özellikle son dönemde çok belirgin hale gelmiştir. Bu nedenle ideolojik ve politik alanda ancak çok genel bir sınıflandırma yapabiliriz.
Yukarda kısaca ifade edilen ideolojik-politik zeminde Kürdistan’da faaliyet yürüten çok sayıda örgüt ve partiler vardır. Kürdistan sınıflı bir toplumdur, her toplumsal sınıf ve tabakanın siyasi alanda özgürce kendini ifade etme ve örgütlenme hakkı vardır. Önemli olan, ideolojik görüşleri ne olursa olsun, yurtsever temelde faaliyet yürüten politik güçler arasında, ortak hedefler doğrultusunda birlik ve dayanışma politikasını hayata geçirmektir.
Kürt toplumu giderek bir şehir toplumu haline geliyor. Bunda iktisadi nedenler rol oynadığı gibi, devletin siyasal zoru da önemli bir etkendir. Kürdistan zorraki şehirli bir toplum haline getirilmiştir. Kırsal alan nüfusu giderek azalmaktadır, kent nüfusu ise artmaktadır. Kırsal alan nüfusu %50-40 civarına inmiştir ve bu oran hızla kent lehine artmaktadır. Kürdistan’da üç aşamalı yoğun bir göç yaşanmaktadır. Göçün yönü kırsal alandan kentlere, Türkiye’nin metropol kentlerine ve doğrudan Avrupa’ya yöneliktir. Ekonomik ve toplumsal gelişme ve değişme, nüfustaki değişim vb. etkenler ulusal hareketin geleneksel özelliklerini aşındırmakta, Kürt ulusal hareketi daha çok kentsel özellikler kazanmaktadır. Bundan sonra Kürt ulusal hareketinde belirleyici olan kentlerdir. Bu durum örgütlenmeyi ve mücadele biçimini doğrudan etkilemektedir. Kürt ulusal hareketinin gelinen aşamadaki esaslı değişimi bu noktada aranmalıdır. Bundan sonra kentsel alana dayanan mücadele biçimleri giderek ağırlık kazanacaktır. Son Newroz kutlamaları ve çeşitli kitlesel eylemler bu momentin dışa vurumudur. Devrimciler, bu süreci yakından izleyerek, bugünü ve yakın geleceği verili olarak kabul eden bir program, örgütlenlenme ve mücadele biçimi saptamalıdır. Siyasal ve kütürel çalışma, sendikal ve diğer legal ve demokratik çalışma alanları, Türkiye genelinde verilen demokrasi mücadelesinde aktif yer alma, kitlesel eylemler geliştirme, metropol alanlarda kadro ve lojistik destek çalışması vb. bu dönemdeki önemli çalışma alanlarından bazılarıdır. Metropol alanlar Kürt nüfus yoğunluğunun hızla arttığı ve nitelikli bir birikimin toplandığı alanlardır. Kürt sorunu artık Kürdistan’la sınırlı bir sorun değil. Bu nedenle Türkiye’de yaşayan Kürtlerin gelecekleriyle ilgili açık bir programa sahip olmak gerekiyor. Metropol alanlara yönelik yeni bir program ve çalışma biçimi saptanmalıdır. Ayrıca Avrupa’daki Kürtlerin sorunlarını da programlamak lazım.
Yaşadığımız teknik ve iletişim çağında artık klasik yol, yöntem ve araçların fazla bir anlamı kalmadı. Geçmişte köylülük içinde örgütlenme, mücadelenin kırsal alandan kentsel alanlara kaydırılması gibi konular önemliydi. Bugün örgütlenme ve mücadele alanında kırsal alan belirleyiciliğini kaybetmiş, kentler belirleyici duruma gelmiştir. Ulusal demokratik hareket kentsel özelliler kazandıkça sınıfsal ve toplumsal tabanı da değişmektedir. Ayrıca hareketin kadrosunda da bir değişme olacaktır, yeni kadrolar bilimsel ve teknik olanaklardan daha çok yararlanıyorlar.

X) Sosyalistlere Tarihsel Görevler Düşüyor

Reel Sosyalizmin Çöküşü Ve Dünya Çapında Yaşanan Bunalım

Reel sosyalizmin çöküşü ve dünyadaki gelişmeler her ülkede sosyalist güçlerin prestij kaybetmesine, politik olarak zayıflamasına yol açmıştır. Emperyalist/kapitalist propogandanın dünya halkları üzerindeki yıkıcı etkileriyle bu durum devam ediyor, tüm dünyada sağ rüzgarlar esiyor. Aynı durum bizde de yaşanıyor. Devrimci saflarda ideolojik bir bunalım, kimlik arayışı, sağa kayış ve savrulma yaşanmakatadır. Resmi sosyalizm anlayışları yıkılmakla birlikte, devrimciler sosyalizmin yorumu konusunda yoğun arayış içindeler. Dünya devrimci hareketinin uzun tarihi ile birlikte sosyalizmin 70 yılı aşkın pratik deneyimleri değerlendirilerek günümüzde sosyalizmin yeniden yorumlanması gerekiyor. Özellikle sosyalist örgütlenme ve sosyalist demokrasi sorunu yeniden tartışılmalı, kapsamlı bir şekilde araştırılmalıdır. Ancak aceleci davranmamak ve yüzeysel tesbitlerden kaçınmak gerektiğine inanıyorum. Bununla birlikte emperyalist burjuvaziye karşı ideolojik mücadelenin her alanda ve her zamankinden daha fazla yoğunlaştırılması öncelikli bir görev olarak önümüzde duruyor.
Kuşkusuz, Kürdistan devrimcilerinin sosyalizmin dünya çapındaki sorunlarını çözme durumu ve yükümlülükleri yok. Bu onlar için öncelikli bir görev de değil. Ancak onlar taraftırlar, burjuvaziye karşı mücadele cephesinde güçleri ve etkinlikleri oranında yerlerini alacaklar. Bunu, dogmalara karşı savaşarak ve Marksizmin yenilikçi ruhuna, bilim olarak sosyalizme, onun evrensel değerlerine, yarattığı tarihi birikimlere sahip çıkarak yapacaklar. Kürdistanlı sosyalistler ülke düzeyinde diğer ulusalcı güçlerle birlik ve ayrılık noktalarını netleştirerek tarihsel misyolarını yerine getirmekle yükümlüdürler. Bunun için de öncelikle devrimci saflardaki karamsarlığın yok edilmesi, ideolojik düzeydeki karışıklığın giderilmesi, teorik alanda tartışmaların yoğunlaştırılması ve kitlelerin yeniden siyasal tartışmaların içine çekilmesi gerekiyor. Kuşkusuz sosyalist mücadele uzun soluklu bir mücadeledir.

İnsanlığın Geleceği Sosyalizmdedir

İşçilerin, emekçilerin, yoksul köylülerin, emeğiyle geçinen esnaf ve zanatkarların, devrimci aydınların çıkarları ve geleceği sosyalizmdedir. Sosyalizm, tarihi ve toplumsal gelişmenin yolunu aydınlatan, sınıf savaşımının kurallarını belirleyen ve sömürülenlere, ezilenlere kutuluşun yolunu gösteren bilimsel bir dünya görüşüdür. Her şeye rağmen tarihi ve toplumsal gelişmenin yolunu açacak ve insanlığın ilerlemesini sağlayacak olan yine de sosyalizmdir. Sosyalizm, kendi içinde demokratik, toplumun çıkarları ekseninde bireylerin hak ve menfaatlerini koruyan, bireyin üretkenliğini ve yaratıcılığını geliştiren, çalışanların yönetimin her düzeyinde söz, yetki, karar ve denetim sahibi olmalarını sağlayan, demokratik işleyişi esas alan bir sistemdir. Sosyalizmde her şey insan içindir. Bireyi, devlet karşısında sadece görev ve sorumluluklarını yerine getiren, sadece çalışan ve üreten bir varlık, bir makine olarak gören anlayış, sosyalist anlayış değildir. Amaç, nihayi olarak insanlığı sınıfsız ve sömürüsüz bir geleceğe kavuşturmaktır. Sosyalist toplumun gelişmesine hizmet eden eleştiri ve farklı görüşlerin rahatlıkla ortaya konulabileceği bir ortamın yaratılması gerekiyor. Sosyalist toplumda işçi sınıfı partisi içinde farklı görüşlerin var olması, hatta emekçilerin çıkarlarını savunan birden fazla partinin bulunması doğaldır. Yaşanan tarihi deneylerden sonra sosyalist çoğulculuk ilkesi hayati bir önem kazanmıştır
Sosyalizm hedeftir, ancak, Kürdistan'da sosyalizmin nasıl kurulacağı, ulusal demokratik devrimden sosyalizme giden sürecin hangi tarihsel koşullar altında gelişeceği, geleceğin bir sorunudur. Her şey ancak kendi tarihsel koşulları içinde değerlendirilebilinir. Önemli olan sosyalizmi hedefleyen ve bugünden işçilerin, toplumun emekçi kesimlerinin çıkarlarını esas alan bir örgütlenme ve mücadele çizgisi yaratmaktır.

Sosyalistlerin 21. Yüzyıl Proğramı

Çok geniş bir potansiyele rağmen, değişik örgüt, parti ve gruplar içinde yeralan veya bağımsız kalan sosyalist güç ve kadrolar dağınıktırlar ve bu nedenle sürece etkin bir şekilde müdahale edebilecek durumda değiller. Bugünkü koşullarda atılması gereken adımlardan biri sosyalist kadroların siyasal birliğidir. Bu, aynı zamanda ve öncelikle, Kürdistan sosyalist hareketinin birliğinin sağlanması demektir. Bu nedenle Kuzey Kürdistan ulusal demokratik hareketinin bu yeni aşamasında sosyalist güçlere, geleceğini bu güçlere bağlayan ve çıkarlarını onlarla birlikte davranmada görenlere, tarihsel bir rol düşmektedir. İçinde bulunduğumuz süreç bu güçler açısından yeni görev ve sorumluluklarla dolu bir süreçtir. Kürdistan ulusal demokratik hareketinin doğru, kararlı ve emekçi kesimlerin çıkarlarına dayanan bir yolda gelişmesi bu güçlerin siyasal ve örgütsel birliğini sağlayarak ulusal hareket içinde etkin olmalarına ve sürece müdahale etmelerine bağlıdır. Sosyalist güçler etkin bir konuma gelerek bugün için müdaheleci olmak ve 2000’li yılların programını yapmak zorundadırlar.


XI) Nasıl Bir Sosyalist Parti?

Ulusal-Toplumsal Kurtuluşu Hedfleyen Sosyalist Parti

Kuzey Kürdistan'da sosyalist hareketin ortaya çıkışı 1960'lı yılların sonlarına doğrudur. 1970'li yıllara kadar sosyalist hareket dar bir aydın çevresiyle sınırlıydı. Kendini soyalist olarak gören kadroların çoğu Türk solu içinde yer alıyordu. Türk olundan ulusal sorundaki anlaşmazlıktan dolayı koparak Kürdistan'a yönelen kadroların getirdiği yeni bir dinamizmle kendini sosyalist (Marksist-Leninist, proleter devrimci, komünist vb.) olarak tanımlayan siyasi gruplar ancak 1970'li yıllarda ortaya çıktı. Bu 30 yıllık dönem Kürdistan sosyalist hareketinin kendi iç tartışmaları, birlik ve ayrılık noktaları, ayrışma ve bütünleşme öğeleriyle bir kimlik arayışı sürecidir. Geçen dönemi ve bugünkü durumu kavramak için sosyalist hareketin ortaya çıkış ve gelişim sürecini iyi tahlil etmek gerekiyor.
Farklı çizgilerin varlığına rağmen reel sosyalizmin çöküşüne kadar Kürdistan sosyalist hareketinde genel olarak SBKP, ÇKP, AEP gibi uluslararası merkezlere bağlı ideolojik, siyasi ve örgütsel bir yapılanma eğemendi. Ayrılıklar ülke koşullarından, temel meselelerdeki farklılıklardan çok, uluslararası merkezlere bağlılıktan kaynaklanıyordu. Doğmatik, şabloncu ve bağımlı yapılanma sunni ayrılıkların temel nedeniydi. Kürdistan sosyalist hareketinin bağımsız ve olgun bir kimik kazanamamasının nedenlerinden biri de buydu. Bu sunni ayrılıklar bugün büyük ölçüde ortadan kalkmış olmasına rağmen bazı alanlarda geçmişin olumsuzlukları tümüyle aşılabilmiş değil, zayıf da olsa hala başka ülkelerin örgütlenme ve parti modellerini esas alan anlayışlar varlığını korumaya devam ediyor.
Her ülkede ve her koşul altında geçerli sosyalist bir parti modeli yok. SBKP, ÇKP, AEP veya başka ülkerin partileri ülkemiz için model olamazlar. Kuskusuz bu partiler kendi ülkelerinde tarihsel bazı görevler yerine getirdiler. Bunların hata ve eksiklikleri olduğu kadar, başarılı ve örnek alınması gereken yanları da vardır. Ancak bu partiler son tahlilde bu ülkelerin tarihsel koşulları tarafından biçimlendirilmiş, bu ülkelerin nesnel koşullarına göre örgütlenmişlerdi. Biz ancak bunların, bu ülkelerin sosyalist örgütlenme deneyimlerinden yararlanabiliriz. Dünya devrimci hareketinin tarihi, hatalarına rağmen sosyalizmin 70 yıllık tarihsel birikimi, örgütlenme alanında bize zengin deneyimler bırakmıştır. Yapmamız gereken bu ülkelerin tarihsel deneyimlerinden yararlanmak, bundan ders çıkarmak olmalıdır. Her ülkenin kendine özgü bir tarihi ve toplumsal gelişme çizgisi var, örgütlenmenin buna uygun ve ülkenin nesnel koşulları üzerinde yükselmesi gerekiyor. Dönem ve koşullara bağlı olarak her ülkede partileşme süreci ve bu süreçte izlenecek yol ve yöntemler farklıdır. Ülkemizde de bu süreç dönem ve koşullara göre farklılıklar göstermiş, gösteecektir. Sosyalist örgüt ve partiler ülkemizin tarihi, mili, iktisadi, sosyal ve siyasal gelişme çizgisine uygun, bugünün ve geleceğin görevlerini üstlenen örgütler/partiler olmak zorundadırlar.
Kuzey Kürdistan’da ”nasıl bir sosyalist örgütlenme?” bugün de sosyalistlerin gündemindeki en önemli sorunlarndan biridir. Kürdistan sosyalistlerinin ülkemiz özgülünde soruna somut cevap bulmaları gerekiyor. Platform, örgüt, parti vb. hangi biçim ve düzeyde olursa olsun sosyalist bir örgütlenme için tüm yol ve yöntemler denenmelidir. 1980 ve 1990’lı yıllardaki başarısız bazı deneyimlerden sonra olumsuz bir çağrışım yapsa da sosyalistlerin siyasal birliği bu yollardan biridir. Sosyalistlerin siyasal birliği temelinde yeni bir yapılanma farklı kökenlerden gelen kadrolar arasında ideolojik, politik ve örgütsel birliğin sağlanmasıdır. Bu aynı zamanda bir olgunlaşma ve bütünleşme sürecidir. Ben buna sosyalist yeniden yapılanma diyorum. Bu yeniden yapılanmanın hedefi sosyalist bir partinin yaratılması olmalıdır. Sosyalist yeniden yapılanma 30 yıllık bir geçmişi olan Kürdistan soyalist hareketinin vardığı yeni bir düzeyin ifadesi ve sentezi olacaktır. 30 yıllık birikim, deney ve tecrübeye dayanacak olan Kürdistan sosyalist hareketi ancak bu yoldan özgün kimliğini bulararak yoluna devam edebilir. Bugünkü süreçte Kuzey Kürdistan ulusal demokratik mücadelesinde tarihsel rol oynayacak sosyalist bir partinin yaratılmasının en gerçekçi yolu budur. Bana göre bunun koşulları ve olanakları vardır.
Kürdistan'da sömürgeciliğin, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerin eğmenliğine son verilerek demokratk bir toplumun ve giderek sosyalizmin koşullarının hazırlanması tarihsel görevinin yerine getirilmesi bugünden atılacak adımlara bağlıdır. Bunu ancak emekçi yığınları örgütleyerek ulusal kurtuluş mücadelesine seferber eden, ulusal kurtuluşu toplumsal kurtuluşla tamamlayabilme yeteneğinde olan sosyalist bir parti yerine getirebilir. Kürdistan koşullarının gerektirdiği parti, sosyalizme inanan ve onu rehber edinen sosyalist bir partidir; işçi sınıfı ve emekçi kesimlere dayanan emekçi bir partidir; ulusun kurtuluşu için savaşan ulusal kurtuluşçu bir partidir.
Kürdistan'ın bugünkü koşullarında sosyalist bir partinin sınıfsal ve toplumsal temeli nedir? Kürdistan'da yaşanan sınıfsal farklılaşmanın vardığı düzey ve toplumun sosyo-ekonomik durumu iyi tahlil edilmeden bu soruya doğru cevap verilemez. Kürdistan işçi sınıfı diğer bir çok sömürge ülkeyle kıyaslandığında görece gelişkin, ama Türkiye ile kıyaslandığında oldukça geridir. Sömürgeci yapı, ekonomik ve toplumsal gerilik, işçi sınıfının hem sayısal hem de siyasal olarak gelişmesini engellemiştir. Bu durum onun örgütlenme ve mücadele düzeyine de yansımıştır. Kürdistan işçi sınıfının ekonomik-demokratik mücadele geleneği yenidir, politik mücadele mirası yok denecek kadar azdır. Kürdistan'da işçi sınıfı hala kendiliğinden bir sınıf konumundadır. Ama sömürge bir ülkenin işçi sınıfı olmasından dolayı yurtsever düşüncelerin geliştiği toplumsal kesimlerin başında gelmektedir.
Kürdistan toplumu hala geçiş sürecinde olan bir toplumdur. Sınıfların durumu geçiş sürecinin özelliklerini taşımaktadır. Bu özelliklerinden dolayı Kürdistan işçi sınıfı homojen bir sınıf değildir. Her ülkede işçi sınıfının ulusal özellikleri o ülkenin tarihi ve toplumsal yapısından, ulusal kültürel özelliklerinden gelir. Ülkenin iktisadi ve toplumsal durumundan dolayı Kürdistan işçi sınıfı küçük burjuva özellikleri olan, köylülükle bağları kopmayan, mülkiyet ilişkilerinden arınmamış bir sınıftır. İşsizlik ve yoksulluk, siyasi ve yasal düzenlemeler, iş kolları arasındaki ayrıcalıklar ve farklı ücret uygulamaları gibi nedenlerden dolayı işçi sınıfının belli kesimleri arasında önemli farklılıklar oluşmuştur. Bazı alanlarda işçi olmak ekonomik ve toplumsal olarak ayrıcalıklı bir durumdur. Kürdistan'da sanayi proletaryasının işçi sınıfının toplamı içindeki oranı ise oldukça düşüktür.
İşçi sınıfının bu özelliklerine rağmen Kürdistan'da soyalist bir partinin geniş bir toplumsal temeli vardır. Sosyalist partinin sınıfsal ve toplumsal temelini işçi sınıfı, kır emekçileri ve yoksul köylüler, emeğiyle geçinen küçük esnaf ve sanatkarlar, devrimci aydınlar, ilerici gençlik oluşturur. Yukarda belirtilen çerçevede bir partinin yaratılmasını hedeflemekle birlikte, bunun biçimi, işleyişi ve program hedefleri Kuzey Kürdistan toplumunun içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve kültürel gelişme düzeyi, ülke ve ulus olarak parçalanmışlık ve bunun getirdiği sorunlar, ulusal kurtuluş hareketimizin özgül koşulları, uluslararası koşullar ile toplumumuzun düşünsel birikim ve gereksiniminin ışığında belirlenecektir. Kuzey Kürdistan'da ekonomik ve toplumsal alanda yaşanan gelişme/değişmeler, derinleşmekte olan mülksüzleşme ve yoksullşma süreci, ulusal hareketin geleneksel özelliklerinden koparak kentsel ve daha modern bir içerik kazanma sürecini yaşıyor olması, uluslaşma sürecinin bu yeni dönemeçte kazandığı yeni öz ve derinleşerek geniş toplumsal kesimleri kapsaması, PKK önderlikli gerilla hareketinin Kürt kadınları ve toplumun nisbeten edilgen bazı kesimlerine kazandırdığı siyasal hareketlilik ve bir dizi başka etken sosyalist bir partinin ulusal ve toplumsal örgütlenme zeminini genişletmiştir.
Kürdistan'da tarihsel olarak geleceği olan sınıf işçi sınıfı ve onun mütefikleri olan emekçi sınıflardır. Sorun bu noktada nedir? Yapılması gereken yeni bir ruhla, yeni yol ve yöntemlerle bu kesimleri örgütleyebilme ustalığını göstermek, bunun için geniş emekçi kitleler içinde çalışma ortamını yaratmak, onları, kurtuluşun ancak kendi örgütlenmeleri ve mücadeleleriyle olanaklı olabileceğine inandırmaktır. İşçi sınıfına rağmen onun adına politika yapan ve onun kurtuluşu için çalışan, geniş emekçi kitleleri örgütlemeden onlara kurtuluş vadeden, ulusu örgütleyip ulusal kurtuluş sürecine seferber etmeden ulus adına savaştığını söyleyen ”öncü”, ”ulusal kurtuluşçu” ”çelik disiplinli proleter örgütlenmesi” gibi örgüt ve partiler sürecin gerisinde kaldılar. Öncülerin, önderlerin bir ulusun, toplumun, sınıfın kurtuluşunda rolleri önemlidir, ancak esas olan kitlelerin kendi tarihsel rollerinin bilincine varmaları ve yeni bir tarih yaratmaya hazırlanmalarıdır.
Kürdistan toplumu sınıflı bir toplumdur. Her sınıf ve tabakanın ulusal kurtuluş hareketi içindeki yeri ve çıkarları farklıdır. Bu nedenle her sınıf ve tabakanın hareketten beklentileri ve hedefleri de farklıdır. Sosyalistlerin sömürgeciliğe karşı ulusal mücadelede kapitalizmi savunan kimi güç ve çevrelerle ortak hedefleri olsa da toplumsal mücadelede yerleri ayrıdır. Her siyasal güç kendi sınıf konumuyla ulusal mücadelede yerini alıyor, alacaktır. İşçi sınıfı, emekçi kesimler, sosyalistler, devrimci aydınlar da ulusal kurtuluş mücadelesine kendi örgütleriyle katılacaklar. İşçilerin, emekçilerin, devrimcilerin mücadeledeki en büyük silahları kendi örgütleridir, sosyalist partidir. Sosyalist parti ideolojisi, politikası, örgütlenmesi, strateji ve taktikleriyle diğer sınıfsal güçlerin örgütlenmelerinden farklıdır, farklı olmak zorundadır. Sosyalist parti ideolojik ve siyasal görüşlerinde net olmalıdır, ulusal düzeyde ve uluslararası alanda mütefiklerini, dost ve düşman politikasını, yakın ve uzak hedeflerini açıklıkla tesbit etmelidir. Sosyalist partinin ulusal kurtuluşu toplumsal kurtuluşla tamamlama görevi vardır. Bu, ülkenin içinde bulunduğu farklı koşullardan kaynaklanıyor. Kürdistan sömürge bir ülkedir. Kürdistan bölünmüş bir ülke, Kürt ulusu parçalanmış bir ulustur. Önümüzdeki devrim aşaması ulusal demokratik devrimdir. Kürt ulusu ile sömürgeciler arasındaki çelişki baş çelişkidir. Bu çelişki çözümlenmeden ülkemizin milli, sisyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel olarak bağımsız gelişme yoluna girmesi mümkün değildir. Toplumun demokratikleştirilmesi, üretim güçlerinin gelişmesi önündeki engellerin ortadan kaldırılması, emek-sermaye çelişkisinin çözümü buna bağlıdır. Öncelikli hedefler ülkenin bağımsızlığı, ulusun kurtuluşu ve halkın özgürleştirilmesidir. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesi sömürgreciliğe, emperyalizme ve işbirlikçi güçlere karşı birleşebilecek tüm ulusal güçlerin katılacağı bir ulusal demokratik kurtuluş mücadelesiyle mümkündür. İşçi sınıfı ve emekçi kesimlerin, devrimci aydınların, sosyalistlerin ulusal kurtuluş mücadelesinde diğer ulusalcı güçlerle ortak olan ve ayrı olan hedefleri vardır. Ulusal demoktratik devrim sürecindeki hedefler ortak hedeflerdir, bu sürecin daha ileriye götürülmesinde bu güçlerle hedef ortaklığı yoktur. Sosyalist partinin asgari hedefleri ulusal demokratik devrimin hedefleridir. Sosyalist parti, bu süreçte, ulusal demokratik devrimde tarihsel rolünü oynamak misyonuyla karşı karşıyadır. En ateşli yurtseverler sosyalistlerdir. Bu nedenle Kürdistan ulusal demokratik mücadeelesinde en büyük görev soyalistlere ve onların partisine düşmektedir. Kürdistan koşullarında sosyalist parti gerçek bir ulusal kurtuluşçu partidir, böyle olmak zorundadır. Sömürge bir ülkede işçi sınıfı ve diğer toplumsal kesimler hem ulusal hem de sınıfsal olarak sömürülmekte, ezilmektedirler. Onlar sömürgeci ve emperyalistler tarafından sömürülüp ezildiği gibi bir de yerli eğemen sınıflar tarafından sömürülüp ezilmektedirler. Bu kesimlerin savaşçı örgütü olarak sosyalist parti ulusal kurtuluş mücadelesinin önder gücü olmaya hazırlanmalıdır. İşçi sınıfı, emekçi kesimler, soyalistler, devrimci aydınlar ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin en kararlı ve en fedakar kesimleridirler; mücadelenin temel gücünü ve en geniş toplumsal temelini onlar oluştururlar. 1940'tan bu yana Kuzey Kürdistan'da ulusal saflarda yer alması gereken bazı kesimlerin görevlerini de sosyalistler üstlenmişlerdir. Sosyalist parti, ulusal kurtuluş süreci boyunca ulusal çıkarlarla sosyalistlerin çıkarlarını, tüm ulusun çıkarları ile işçi sınıfı ve emekçilerin çıkarlarını dengelemek zorundadır. Bu da sömürgeciliğe, emperyalizme ve işbirlikçi sınıflara karşı ulusal kurtuluş mücadelemizde yer alabilecek en geniş düzeydeki yurtsever güçlerden oluşan ulusal demokratik birlik politikasıyla mümkündür.
İşçi sınıfının önderliğini zorunlu gören ve bunu dayatan görüşler gerçekçi olmayan görüşlerdir. Bir ülkede hangi sınıfın mücadeleye önderlik edeceği nesnel koşullara, yani ulusal ve uluslararası duruma, sınıfların mevzilenmesine, güç dengelerine vb. bağlıdır. Önderlik yasal ve hukusal bir hak değildir, nesnel koşullara bağlıdır. Bu nedenle her hangi bir sınıfın kendisini hukuki veya siyasal bir dayatmayla önderliğe aday göstermesi hayatın gerçekleriyle bağdaşamayacak bir durumdur. Sosyalist bir parti Kürdistan ulusal demokratik devriminde ideolojik, politik ve fiili önderlik konumuna gelmek istiyorsa, bu tarihsel misyonuna uygun örgütlenmek, mücadeleci olmak ve kendisini benimsetmek zorundadır.

Legal Ve İllegal Örgtlenme
Demokratik Merkeziyetçilik


Bugünkü koşullar değişmedikçe, Kürdistan'da ulusal kurtuluş mücadelesi veren örgütler ve tabiki sosyalist bir parti illegal olarak örgütlenmek zorundadır. Bu bizim kendi istemimiz değil, koşulların bir dayatmasıdır. Kuşkusuz bu sosyalist partinin legal ve demokratik alanlardan yararlanamayacağı anlamına gelmiyor. İllegal örgütlenmekle birlikte, sosyalist parti, olanaklı tüm alanlarda legal ve demokratik çalışma yürüten, farklı çalışma biçimlerini ustalıkla birleştirebilen bir partidir.
Yasakçı, zor ve ağır koşullarda kurulan, ulusal ve toplumsal kurtuluşu hedefleyen sosyalist bir partinin iç işleyiş makanizması nasıl olmalıdır? Bu koşullarda kurulan bir partide demokratikliğin sınırı nerede başlıyor ve nerede bitiyor? Buna kesin bir yanıt verilmesi elbette kolay değil. Ama, zor ve ağır koşullara rağmen sosyalist parti demokratik-merkeziyetçi bir partidir. Kimilerine göre biribiriyle çelişir gibi görünen bu iki kavram, aksine örgütlenmede birbirini tamamlayan, karşılıklı olarak geliştiren bir mekanizmayı oluşturuyor. Demokratik merkeziyetçilik, parti organlarının aşağıdan yukarıya doğru üyelerin özgür iradeleriyle seçilmesi, alt organların üst organlara, azınlığın çoğunluğa bağlı olması demektir. Demokrasi, organların seçimle göreve gelmesi ve yine seçimle görevden alınması, her üyenin parti organlarına seçme ve seçilme hakkı dahil, eşit haklara sahip olması, eleştiri ve özeleştiri makanizmasının işletilmesi, azınlığın haklarının korunması ve güvence altına alınmasıdır. Sosyalist partide organlar yetkili kurullarda yapılan seçimle işbaşına gelir ve yine bu kurullar tarafından görevden alınır. Ancak, olağanüstü koşullarda ve bazı istisnai durumlarda alt organlar üst organlar tarfından atanabildiği gibi, görevden de alınabilirler. Partide demokratik-merkeziyetçilik ilkesinin nasıl uygulanacağı ülkede yaşanan duruma, dönemin koşullarına, mücadelenin vardığı politik aşamaya, örgütsel yapının gelişme düzeyine vb. bağlıdır. Genel olarak demokrasi sorunu ve özel olarak bugünkü aşamada örgüt/parti içi demokrasi sorunu son derece önemli ve hasas bir sorundur. Sosyalistlerin, sosyalist örgütlerin, sosyalist demokrasinin ayırdedici özellikleri en çok bu konuda kendini ortaya koyuyor. Sovyetler Birliği ve diğer reel sosyalist ülkelerde yaşanan tarihsel deneyimler demokrasi sorununu öne çıkarmıştır. Bürokratik, elit unsurların merkezi yönlendiriciliğine dayanan, tepeden inmeci yapılar sosyalist örgütlenme olamazlar. Demokratizmin işlemediği örgütlerde bürokratik veya şeflik örgütlenmesine, diktatörlük yönetimine götürür. Merkeziyetçilik, kendi alanında partide bireylerin ve kurumların özgürlüğünü, insiyatif ve yaratıcılığını ortadan kaldırmaz, kaldırmamalıdır. Değişen durum ve koşulara bağlı olarak partide merkeziyetçi veya demokratik yanlardan biri daha çok öne çıkar ve hatta belirleyici bir durum kazanabilir. Bu da durum ve koşullara bağlıdır. Bu nedenle legal ve demokratik bir ortamda çalışan partilerle ağır illegal koşullarda çalışan partilerin örgütlenme yapısı ve iç işleyiş makanizması aynı olamaz. En ağır koşullarda bile demokratik makanizmanın her zaman için işletilmesi zorunluluğuyla birlikte, parti, kendisini değişen durum ve koşullara her an uyarlayabilecek bir örgütlenme modeline sahip olmak zorundadır. Her ülkenin ve hatta her dönemin kendi tarihsel özgünlüğü içinde ele alınması gerekiyor. Koşulların uygun olduğu her yerde demokratiklik esas alınmalıdır. Fakat unutulmamalıdır ki Küdistan gibi demokratik ortamın olmadığı bir ülkede sosyalist parti ne kadar demokratik bir mekanizmayı işletebilir? Daha önce belirttiğimiz gibi sosyalist bir parti Kürdistan'da mücadeleci ve savaşkan bir partidir. Ağır baskı, zulüm ve illegalite koşullarında faaliyet yürüten, mücadeleci ve savaşkan bir örgütte merkeziyetçilik zaman zaman ağır basacaktır. Yoksa düşmandan korunması, disiplinin sağlanması, sert bir mücadeleye hazırlanması zordur. Misyonlarını fikir üretmekle sınırlandıran ve düzen içi mücadele eden partiler sömürgecilik koşullarında ülkenin bağımsızlığı ve ulusun kurtuluşu için ciddi bir mücadele yürütemezler.

Mücadele Yolu Ve Araçları

Sosyalist parti ve örgütlenmenin her biçimi amaç değil, araçtır. Parti, mücadele biçimlerinde, bunun yol, yöntem ve araçlarında değişken, esnek ve yaratıcı olmalıdır. Belli bir mücadele biçiminde, toplumun gerisinde kalan araçlarda ısrar eden bir parti üreten, gelişen ve değiştiren parti olamaz. Parti programı, stratejisi, taktikleri, mücadele biçimi ve bunun yol, yöntem ve araçlarıyla uyum ve bütünlük oluşturur. Parti statukocu değil, değişen ve değiştiren bir makanizmadır. Toplumun değişme sürecinde sosyalist parti de sürekli olarak kendisini gözden geçiren ve yenileyen bir partidir. Bu nedenle sosyalist parti içinde yer aldığı toplumu çok iyi tanımak, gelişim ve değişim süreçlerini yakından izlemek zorundadır.
Sömürge bir ülkede sosyalist parti devrimci, savaşkan, millitan bir partidir. Kendilerini sosyalist olarak tanımlayan elit aydınların biraraya geldiği bir yapı Kürdistan gibi bir ülkede ulusal kurtuluş mücadelesinin tarihsel görevlerini üstlenemez. Böyle bir yapı ancak ideolojik ve teorik sorunlarla uğraşan bir aydınlar kulübünden başka bir şey olamaz. Elbette sosyalist partide nitelik, kadrolaşma son derece önemlidir. Ama sorun sadece yetkin kadrolara sahip olmakla çözülemez. Kendi içinde nitelikli kadrolara sahip olan, ama işçi sınıfını, kent ve kır emekçierini, devrimci aydın ve öğrencileri, emeğiyle geçinen esnaf ve zanaatkarları, geniş emekçi yığınları örgütleyen ve onları ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin hedefleri doğrultusunda seferber eden bir sosyalist parti ancak tarihsel rolünü yerine getirebilir. Dolayısiyle sosyalist parti hem nitelikli bir kadro hareketi, hem de emekçi kitleleri örgütleyen bir kitle hareketidir. Bizim ülkemizde bugüne kadar gerçekleştirilemeyen budur. Yapılması gereken sosyalist hareket ile işçi sınıfı hareketi arasında organik bağ kurmak, bu temelde ulusal ve toplumsal kurtuluş görevlerini üstlenen gerçek bir sosyalist parti yartmaktır.
Bilindiği gibi sosyalist hareket ile işçi sınıfı hareketi farklı kaynaklardan doğar ve farklı bir gelişme süreci izlerler. Sosyalist hareket aydın çevrelerde başlar. İşçi sınıfı hareketinin kaynağı ise onun ekonomik-demokratik hareketidir. Sosyalist hareketle işçi hareketini birleştiremeyen bir parti işçi sınıfı ve emekçilerin partisi olamaz, olsa olsa işçi sınıfı adına ortaya çıkan bir sosyalist aydınlar partisi olur. Kürdistan'da bağımsız bir işçi sınıfı hareketi oluşmadı. Bunun, Kürdistan ve Türkiye işçi sınıfının sendikal alandaki içiçeliği gibi bazı nedenleri yanında, sosyalistlerin işçi ve emekçi kesimler içindeki örgütsüzlüğünden kaynaklanan önemli siyasal nedenleri var. Aslında sosyalistler hem ulusal hem sınıfsal temeldeki çalışmayla işçi ve emekçi kesimler arasında oldukça elverişli çalışma koşullarına sahiptir. Zira Kürdistan'da sosyalist bir partinin toplumsal tabanı diğer tüm örgütlenmelerin toplumsal tabanından daha geniştir. Önümüzdeki devrim aşamasının niteliğinden dolayı emekçi kesimler ulusal kurtuluş mücadelesi içinde hem ulusal ve sınıfsal olarak aktif kesimlerdir ve dolayısiyle örgütlenme çalışmaları için koşullar uygundur. Önemli olan gerçekçi bir program, sağlıklı bir örgütlenme ve doğru bir politika yaratabilmektir.

İdeolojik Birlik Zorunlu mudur?

Sosyalist partide asgari düzeyde bir ideolojik birliğin olması gerekiyor. Bu, dünün kılı kırk yaran, tüm ayrıntılarda aynı şekilde düşünmeyi öngören ”ideolojik birlik” anlayışı ile karıştırılmamalıdır. İnsanları aynı kalıplar içinde düşünmeye zorlamak kadar tehlikeli bir şey olamaz. Bu, insana, insan doğasına, insan düşüncesine terstir ve saygısızlıktır. Farklı görüşlerin olmadığı, eleştiri ve tartışmanın yürümediği bir örgütte üretkenlik de olamaz. Sosyalist partide ilkesel ve stratejik düzeyde olmayan ayrılıklar doğaldır. Önemli olan programda birlik, örgütte birlik, eylemde birliktir. Partide azınlık hakkı olmalıdır ve bu örgütsel yollardan güvenceye bağlanmalıdır. Fakat azınlığın hakkı partinin eylembirliğini bozacak, onun millitan politikasını frenleyecek, partinin insiyatifini kıracak bir yolda kullanılmamalı.
Örgütün iç işleyişinde ve üyeler arasında pragmatizme, çavuş-ahbap ilişkilerine, bölgesel eğilimlere, grupçu ve hizipçi davranışlara müsade edilemez. Kendi içinde bu tür hastalıklara karşı sürekli mücedele etmeyen, üyelerini eğitmeyen bir parti, ne kadar devrimci ve radikal olursa olsun, çürümeden kurtulamaz. Parti üyeleri tartışan, üreten, görüşünü söyleyen, öneri ve eleştirileriyle partiyi geliştiren aktif bir konumda olmalıdır. Parti içinde edilgenlik ortadan kaldırılmalıdır. Eğitilmeyen, kendilerini eğitmeyen, tartışmalara katılmayan, görüş, öneri ve eleştiri sahibi olmayan üyeler kendileriyle birlikte parti kitlesini de edilgenleştirirler. Bugüne kadar ki deneyimler örgütsel yapıda ”çoğunluğun doğru ve haklı olduğu” ve ”çoğunluğun bulunduğu taraftan görünme” gibi eğilimlerin son derece sakıncalı sonuçlar doğurduğunu göstermiştir. Pekala çoğunluk da yanılabilir. Veya doğruyu savunanlar uzun bir süre azınlıkta kalabilirler. Her kadro ve üye için doğru veya yanlış bulduğu konularda açık bir tavır sahibi olması ilkesel bir tutum olmalıdır.
Sosyalist parti nitel bir güçtür, onun gücü ve etkinliği savunduğu dünya görüşü, örgütlenmesi, kitle bağları, sıkı, disiplini ve nitelikli bir güç olmasından kaynaklanır. Ama sosyalist bir parti tek başına kendi parti örgütlerinin ve üyelerinin toplamı olarak düşünülmemelidir. Sosyalist parti, politikası doğrultusunda ve kendisi etrafında toplum içinde her alanda yarattığı ekonomik, demokratik, mesleki, kültürel vs. legal ve illegal, siyasi ve demokratik örgütler toplamıdır. Bu nedenle sosyalist partinin örgütlenmesinde kadın, gençlik, sendika, kooperatif, dernek, milli ve kültürel kurumlaşma vb. her alanda etkin bir faaliyet ağının oluşturulması gerekir.
Toplumun tüm kesimlerini aynı hedefler ve aynı örgütler içinde örgütlemek ne doğru, ne de mümkündür. Sosyalist parti emekçi halkın her alandaki örgütlenmesine yol gösterir ve öncülük yapar. Toplumun farklı kesimlerinin kendi insiyatifleriyle tabandan örgütlenmelerini yaratmaları gerekir. Partinin, bunun yolunu açması ve bu düşünceyi geliştirmesi gerekir. Halkın demokratik iktidarına inanan bir parti ancak bunu yapar. Yoksa parti her şeyi tepeden alınan kararlarla yaratamaz ve bu doğru demokratik bir yol değildir. İktidar öncesinde ve iktidar döneminde halkın parti ve iktidar üzerinde etkili olabilmesi, kendi iradesini ortaya koyabilmesi, nihayetinde kendi iktidarını kurabilmesi ancak bu yoldan mümkündür. Ekim Devrimi öncesinde ve devrimden bir süre sonrasına kadar ’Sovyetler’ tarihsel bir rol oynadılar. Bunun nedeni Sovyetlerin toplumun değişik kesimlerinin doğrudan iradesini yansıtan örgütlenmeler olmalarıydı.
Sosyalist parti, bilimsel kuşkuculuk anlayışına dayanan, araştırıcı, üretken ve geliştirici bir partidir. Doğmatizm, taklitçilik, şablonculuk böyle bir partinin yöntemi olamaz. Sosyalist parti kendisini net ve açık olarak tanımlamak, teorisi ile partiğini uyumlu kılmak zorundadır.

Eleştiri Ve Özeleştiri Makanizması

Sosyalist partide her üyenin ve kurumun eleştiri ve özeleştiri hakkı vardır. Eleştiri ve özeleştiri sosyalist örgütlenmenin temel ilkelerinden biridir. Parti içi sorunların çözümlenmesinde esas yöntem eleştiri-özeleştiri ve ikna yöntemidir. Eleştirinin ortadan kalktığı yerde demokrasi olamaz. Eleştiri ve özeleştirinin işlemediği bir örgütlenmede bürokratizm, merkeziyetçilik, yozlaşma kaçınılmazdır. Ancak eleştirinin ve tartışmanın da sınırı vardır. Parti programını, örgütün stratejisini, partide irade birliğini, eylemde birliği zedeleyen bir düzeyde eleştiriye müsade edilemez. Sosyalist partiye giriş özgür iradeyledir ve ayrılmak da özgür iradeyle olmalıdır. Tabiki özgür iradeyle ayrılmak ile hizipçilik, darbecilik, komploculuk, tasfiyecilik bir değildir ve buna dikkat edilmesi zorunluluğu vardır. Kuzey Kürdistan'da son 30 yılın deneyimleri ve özellikle 12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesiyle başlayan dönemde yaşanan olaylar son derece öğretici deneylerle doludur. Siyasi örgütlerdeki bölünme, ayrılma ve kopmalar daima ideolojik nedenlere dayandırılmış, ayrılıklar ideolojik gerekçelerle izah edilmiştir. Elbette bazı bölünme ve ayrılmalarda haklı ideolojik ve siyasi nedenler var. Ancak, çoğunlukla bu olaylarda kişisel sürtüşme ve tükenmişliğin yanında ”yorgan için pire yakan” Kürt aydın tipinin uzlaşmaz ve istikrarsız yapısı neden olmuştur. Aynı sınıfsal karektere sahip, aynı ideolojik zeminde olan küçük burjuva devrimci-demokratlarının birbirlerinden kopuşu hep sınıfsal bir ayrışma olarak sunuldu. Bu durum harekete büyük zarar verdi. 1970'li yıllarda bu insanları bir araya getiren ortam ve nedenler ortadan kalkınca, birliktellik de son buldu. Bu süreçte yaşanan gelişmeler sosyalistlerin niçin ve neden birleşmeleri gerektiğini, nasıl ve hangi yollardan birleşeceklerini, neyi ve hangi araçlarla yapmaları gerektiğini, nereye kadar birlikte yürüyebileceklerini açık ve net olarak bilmelerini zorunlu kılıyor.

Aydınların Yeri

Sosyalist parti işçi sınıfı ve emekçilerin partisidir. Sosyalist ve devrimci aydınlar böyle bir partide önemli bir rol üstlenirler. Daha önce belirttiğimiz gibi Kürdistan'da ”saf bir proleter parti” görüşü gerçekçi bir görüş değildir. Böyle bir görüşün Kürdistan koşullarında bilimsel bir değeri de yoktur. Kürdistan koşullarında işçi sınıfından sadece sanayi proletaryasını veya Marks'ın tanımladığı ”zincirlerinden başka kaybedecek, emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan” işçileri anlamak yanlıştır. Bu, Kürdistanı ve Kürdistan işçi sınıfını tanımamak olur. Aynı zamanda bu, Kürdistan devrimininin niteliğini görmemek, sömürgeciliğe kaşı mücadeleyi proleter sınıf mücadelesi düzeyine indirgemek olur. Daha önce ifade edildiği üzere Kürdistan'da sosyalist bir partinin toplumsal tabanı oldukça geniştir. Kürdistan'daki en geniş tolumsal kesim böyle bir partiye taban olabilecek kesimdir. Kürdistan'da sosyalist parti sadece işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele etmez, o sömürge bir ülkede kendisiyle birlikte tüm ulusun kurtuluşu için mücadele eder. Hatta Kürdistan koşullarında sosyalist partinin görevi bölünmüş ülkenin ve parçalanmış ulusun birliğini gerçekleştirerek çağdaş bir toplum oluşturmak, bağımsız ve demokratik Kürdistan hedefini gerçekleştirmektir. Bu hedefler için mücadele eden sosyalist bir partide sosyalist bilinç taşıyıcısı ve entelektüel birikim sahibi aydınlara büyük görevler düşmektedir.


Örgüt İçi Egitim Ve Kurumlaşma

Sosyalist partide her düzeyde ideolojik ve teorik eğitim sürekli olmak zorundadır. Kadroların eğitimi, örgütün kitle tabanının eğitimi, parti içi ve parti dışı eğitim sürekli olmalıdır. Kendisini eğitmeyen bir parti kitleleri de eğitemez. Eğitimin sürekli olmadığı bir parti kendisini geliştiremez, değişen durum ve koşullara bağlı olarak kendisini değiştirip dönüştüremez. Bunun dogmatizme, bürokratlaşmaya, hantallığa vb. yol açacağı biliniyor. Kaldı ki sosyalistler toplumun en gelişkin, en kültürlü ve en uzman kişileri olmak zorundadırlar. Bu olmadan sosyalistler toplumu eğitip geliştiremezler, topluma önderlik edip yönlendiremezler. Kadroların eğitimi işbölümü ve uzmanlaşma temelinde olmak zorundadır. Bugünkü karmaşık modern toplumda her insan her işi yapamaz. Bu sosyalist bir partide de geçerlidir. Kadrolar yetenek ve yönelimlerine göre eğitilmeli, parti içinde iş bölümü ve görevlendirme yeteneğe ve uzmanlığa göre olmalıdır. Her kadro kendi görev alanının uzmanı olmalıdır. Uzun vadeli uzmanlaşma temelinde kadrolaşmayan bir parti siyasi ve örgütsel olarak istikrar kazanamaz. Kadrolaşmadan salt tek tek seçkin ve uzmanlaşmış insanlar yetiştirmeyi anlamamak gerekir. Kadrolaşmada hedef kurumlaşma olmalıdır. Kişiler gecici, kurumlar kalıcıdır. Bir örgütte kollektif çalışmanın temeli ve koşulu kurumsal örgütlenme ve kurumsal çalışmadır. Yapılması gereken kadrolaşmanın kurumsal bir yapıya dönüştürülmesi ve iktidar kadrolaşmasının temelinin atılmasıdır. Kürt örgütlerinin bugüne kadarki örgütlenmesi günübirlik örgütlenme olmuştur. Tek tek kadrolar hem teori üreten, hem politika yapan, hem örgütlenme yapan, hem de millitanlık yapan görevler üstlendiler.


Not: Bu yazının birinci bölümü, Türkiye’de legal olarak çıkan Kürt Solu dergisinin 7. sayısında çıktı, ikinci bölümü aynı derginin 8. sayısında (Temmuz 2002) çıkacaktır. Derginin e-mail adresi: www.kurtsolu.8m.com dur.



http://www.pdk-t.dk