PARTIYA DEMOKRAT´A KURDISTAN - XOYBUN

PDK - XOYBUN



Îbrahîm Gûçlû : Sistemin Sorgulanması ve Hızlı Yargılamalar…




Sistemin Sorgulanması ve Hızlı Yargılamalar…

Degerlî Kurdistanlilar !

9 Mayıs Günü Diyarbakır 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde, Diyarbakır Kürd Derneği’nin Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti ve liderleriyle ilgili organize ettiği konferanstan dolayı, “Kürtleri Türklere karşı kin ve nefrete alenen tahrik etmek” kapsamında ben, Şeyhmus Aykol, Halis Nezan yargılandık. Kürtçe tercüman bant çözümlemesini duruşmaya yetiştiremediği için, duruşma 23 Mayıs 2007 tarihine ertelendi.

Mahkeme hakiminin başından beri yargılamadaki hukuk dışı ve önyargılı tutumu ile birlikte duruşmanın 14 gün sonrasına ertelenmesi sentezleştirildiğinde, mahkemenin bizleri cezalandırmak konusunda sabırsızlandığını saptayabiliyoruz.

Duruşma yapılamadığından, Kürtçe yazılı savunmamı da sunamadım.

ATV’deki TEKE-Tek Programında dile getirdiğim görüşlerimden dolayı, Bağcılar Cumhuriyet Savcısı, “Türklüğe, devlete, hükümete, meclise, cumhurbaşkanı ve başbakana hakaretten” dolayı hakkımda soruşturma başlattı. Bu suç isnadı, TCK’nun 301. maddesinin kapsamındadır. Bu maddenin değiştirilmesi veya ortadan kaldırılması gündemde olduğu için, Cumhuriyet Savcısı planlı ve kasıtlı bir şekilde yargılama maddesini değiştirme yoluna gitmiş, “Kürtlerin Türklere karşı kin ve düşmanlığa alenen tahrik”ten dolayı hakkımda dav açmıştır. Bu dava için de, 9 Mayıs 2007 günü yazılı savunma sundum. Bu savunmamı aşağıdaki haliyle kamuoyuna sunuyorum.

İstanbul Bağcılar 2. Asliye Ceza Mahkemesinde, Tempo Dergisindeki bir röportajımdan dolayı, T.C Hüviyetine hakaret gerekçesiyle “Türklüğe hakaret” ( TC’nun 301. maddesi ) kapsamında açılan ve devam etmekte olan davanın duruşması 15 Mayıs 2007 tarihindedir.

2 Mayıs 2006 tarihinde 250.000 Türk askerinin Kürdistan’dan çekilmesi ve Kürdistan Federe Bölgesi için tehdit oluşturmaması için başlattığımız eylemden dolayı, ben, Zeynel Abidin Özalp, A. Sedat OGUR tutuklanmış ve hakkımızda Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde “Terör örgütünün amacının propagandasını yapmaktan” dolayı dava açılmış, mahkemedeki şiddetli tartışmalar, sunduğumuz yazılı savunmadan sonra tahliye olmuştuk. Akabinde mahkeme görevsizlik kararı vermişti. Ama Yargıtay bu görevsizlik kararını kabul etmediği için, yargılanmamıza 29 Mayıs 2007 günü devam edilecektir.

Diyarbakıtr Kürd Derneği’nin 1925 Kürt Milli Ayaklanma Hareketi ile ilgili yapmış olduğu panelden dolayı benim hakkımda “ Kürtleri Türklere karşı kin ve düşmanlığa alenen tahrik” etmekten dolayı açılan davanın duruşması, 12 Haziran 2007 günüdür. Kürtçe sürdürülecektir.

Diyarbakır Kürd Derneği’nin Ulucami önünde, 1925 liderlerinin idam edildiği alanda yaptığı anma toplantısından dolayı, hakkımda “1925 ayaklanma suçunu ve hareketin liderlerinin suçunu övmekten dolayı” açılan dava devam ediyor.

Kanal TÜRK televizyonundaki “Ceviz Kabuğu” programındaki görüşlerimden dolayı, “Türklüğe hakaretten” hakkımda açılan dava, İstanbul Şişli Mahkemesi’nde devam ediyor, önümüzdeki duruşmada yazılı savunmamı sunacağım.

Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde, 4 Eylül 2005 tarihinde Ankara’da Kürt siyasetçileri, aydınları, kana önderlerinin birlikte gerçekleştirdikleri tolantıda benim, A. Melik Fırat, Fuat Önen ve Sinan Çiftyürek hakkında “terör örgütünün amacının propagandasını yapmak” isnadıyla açılan dava devam etmektedir.

Van Asliye Ceza Mahkemesi’nin ben ve Bayram Bozyel hakkında verdiği 1 yıllık siyaset yasağı cezası, Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemesi’nin “Türklüğe hakaretten” ( TCK’nun 301. maddesi ) dolayı verdiği 1,5 yıllık cezam, HAK - PAR Kongresi’nde Kürtçe konuşmam ve Kongre davetiyelerinin Kürtçe basılmasından dolayı ben, A. Melik Fırat ( para cezasına çevrildi ), Kasım Ergün, Reşit Deli, Semir Güzel hakkında verdiği 1 yıllık ceza Yargıtay Mahkemesi aşamasındadır.

Özce, sistemi sorguluyoruz. Sistemin dönüşümü, devletin federal bir tarzda yeniden yapılandırılması için çaba gösteriyoruz. Sistem de hızlı bir şekilde bizi yargılıyor ve cezalandırıyor. Yargı sistemi vasıtasıyla toplumla bağlarımız kesmek istiyor.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *



DEVLET, CUMHURBAŞKANI, BAŞBAKANI, MECLİSİ, HÜKÜMETİ İLE KÜRTLERİ TEMSİL ETMİYOR. KÜRTLER TEMSİL OLMAK VE KENDİ KENDİNİ YÖNETMEK İSTİYOR…

DİYARBAKIR ASLİYE CEZA MAHKEMESİ KANALIYLA BASINDAN SORUMLU İSTANBUL ASLİYE CEZA MAHKEMESİNE,

Konu : Basından sorumlu İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi’nde 05. 12. 2005 tarihinde ATV’deki TEK-TEK Programında dile getirmiş olduğum görüşlerimden dolayı 2006/4087 nolu soruşturma, 20006/214 nolu büro, 2006/22050 nolu esasla, 2006/12345 nolu iddianame ile, TCK’nun 216/1, 53 ve 54. maddelerinden dolayı hakkımda açılmış olan dava hakkındaki savunmamdır.

Davacı : Kamu Hukuku

İsnat edilen suç ve sevk maddesi : Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Etme, TCK’nun 216/1. maddesinin ihlali.

I - Kısaca Gelişmeler

15. 12. 2005 tarihinde Doğu PERİNÇEK ve Mehmet GÜL ile ATV’de Fatih Altaylı tarafından gerçekleştirilen “TEKE-TEK Programına” katıldım. Programı izleyen Erkan BAYIR isimli bir muhbir vatandaş, benim konuşmalarımı, savcının saptamasıyla “Türklüğe, cumhuriyete, devlete, millete ve manevi değerlere alenen televizyonda hakaret” kabul ederek İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı başvuru ile şikayette bulunmuş. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da şikayeti yetkili Bağcılar Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiş, savcılık da hakkımda TCK’nun 301. maddesi kapsamında soruşturma başlatmıştı.

Ben de, savcının iddialarına karşılık, 22. 11. 2006 tarihinde, TCK’nun 301. maddesinin kapsamı çerçevesinde 7 sayfalık yazılı savunmamı, Diyarbakır 8. Asliye Ceza Mahkemesi kanalıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına ilettim.

İstanbul Cumhuriyet Savcısı İsmail ONARAN (27654) yaptığı tetkik sonucunda, ilk soruşturma kapsamını değiştirerek, TCK’nun 216/1 ( halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme ) maddesinden dava açma yoluna gitmiş.

Buna karşılık, soruşturma aşamasında sunduğum yazılı görüşlerimi tekrarlamakla birlikte, iddianamedeki bazı başka konuları da açıklığa kavuşturmanın gerekli olduğu ortada.

II - Televizyon Programında Dile Getirdiğim Görüşler, Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Değil, Bilimsel Saptamalardır: Düşünce Özgürlüğünün Gereği Bir Davranış Tarzıdır…

ATV’deki programda dile getirdiğim görüşleri, bir düşünce, insan hakları ve Kürt halkının haklarını savunan bir dava adamı olarak dile getirdim. Bu düşüncelerimi yıllardır yazıyor, konferans ve seminerlerde ifade ediyorum. Yargılamalarım sırasında yargı organlarına da sunuyorum.

Türkiye’deki son 40 yıldaki gelişmeler de bu görüşlerimi doğrular niteliktedir.

Üçüncü dünya insanının en büyük sorunlarından biri, gerçeklerden korkmasıdır. Ama gerçeklerden korkmak, gerçekler çerçevesinde gelişen ve gelişecek olayları engelleyemiyor. Türkiye, kuruluşundan kısa bir süre sonra Kürtlerin bir millet olarak var olmadığını ileri sürdü. Buna rağmen, Kürt ayaklanmaları, örgütlenmeleri kaçınılmaz bir gerçeklik olarak karşılarına çıktı. Kürt ve Kürdistan sorunu Türkiye’nin gündemini, hem de değişmeyen gündemini oluşturdu. Bu sorundan kaynaklı, on yıllardır yargılamalar, tutuklamalar, işkenceler, öldürmeler devam ediyor.

Türkiye’nin yetkilileri tarihi gelişmelerin dayatması sonucunda, Kürtlerin varlığını ifade etmekle kalmadılar: Türkiye’de “Kürt Sorununun” var olduğunu itiraf ettiler. Irak’ta Kürdistan’ın güney parçasında “Kürdistan Federe Devleti” oluştu.

Soruşturma sırasındaki yazılı savunmamda: ATV’deki TEKE-TEK Programında dile getirdiğim görüşlerimin, bant kaydında anlamsız hale geldiğini, bütünlüklü yapısını yok ettiğini, çelişkili ifadelerin ortaya çıkmasını sağladığını ifade etmiş ve bu düşüncelerimin genel çerçevesini sunmuştum.

ATV’deki TEKE-TEK Programında dile getirdiğim görüşlerimi özetlersem, Türkiye’nin objektif ve bilimsel gerçeklerine dayalı tabloyu rahatlıkla görebiliriz.

ATV’deki TEKE-TEK Programında özetle söylediklerimi ifade edersem: T.C Devleti sömürgeci bir devlettir. Sömürgeciliğin kaynağı, genel anlamda Osmanlı sömürge geleneğine, özgün olarak da, Kürdistan’ın işgal ve ilhakına dayanmaktadır.

T.C Devletinin kuruluşundan sonra, Kürt milletinin varlığı ret edildi, Kürtlerin Türk olduğu ileri sürüldü. Kürt milletinin bütün hakları gasp edildi. Devletin yönetici eliti, devleti sadece teknik anlamda yapılandırmadı, yeni bir Türk ulus projesini geliştirdi.

Kürt milleti, T.C devletinin kuruluşundan sonra, verilen sözler tutulmadığı için ve Kürtlerin asimilasyon yoluyla yok edilmesi gündeme getirildiği için birçok defa ayaklandı. Kürt millet ayaklanmaları, devletin ve ittifakçısı komşu devletlerin şiddeti ve zoruyla, katliamlarla, Kürt liderlerini asmakla, bastırıldı.

Kürt ayaklanmalarından sonra, Kürt milletiyle ilgili daha tehlikeli projeler, Kürtleri teslim alma siyaseti devreye girdi. Bütün bunlara rağmen, Kürtler millet olarak dimdik ayakta ve haklarını kazanmak için mücadele ediyor.

Kürt milleti sadece Türkiye’de yaşamıyor. Lozan Antlaşmasından sonra, Kürdistan 4 devlet ( Türkiye, İran, Irak, Suriye) arasında bölündü ve onların sömürgeci egemenlik sistemleri içinde yaşamaya mahkûm edildi.

Bu nedenle Kürt millet sorunu, başbakan, bazı Türk yazar ve siyasetçilerinin kavramlaştırdıkları gibi, bir alt-kimlik, üst-kimlik, Kürtlere bireysel hakların tanınması sorunu değildir. Kürt millet sorunu, Kürtlerin kendi kendilerini yönetme, milletsel haklarına kavuşması, gerekli yönetim kurumlarını (Meclisini, hükümetini, siyasi partilerini, yargı mekanizmasını) yapılandırması sorunudur. Kürt milletinin de dünyadaki diğer milletler gibi, bağımsız devlet kurma, diğer milletlerle federasyon ve konfederasyon statüsü içinde birlikte yaşamaya karar verme sorunudur.

Bu görüşlerimin ve objektif durumun da açığa çıkardığı gibi T.C Devleti, Kürtlerin devleti değildir. Üniter ve Türk ulus devletidir. Bu nedenle, uluslara dayalı olmayan, üniter olmayan, “uluslar-üstü olan” yeni bir devlete ihtiyaç var. Bu yeni devlet, uluslar-üstü devlet yapısına bağlı olarak: Ulus-üstü bir meclis ve hükümetlere sahip olmalı. Bu meclis ve hükümet ,Türklerin, Kütlerin ve diğer etnik grupların temsilcilerinden oluşmalı. Ayrıca, Kürdistan Meclisi ve hükümeti oluşmalı, Kürdistamn devlet başkanı ve başbakanı seçilmeli. Kürt milletinin de milli marşı ve bayrağı, meşru ve yasal kabul edilmeli. Ulus-üstü olan federal devlet için yeni bir bayrak oluşturulmalı.

Bunun dolayı, bugün için diyorum ki, T.C Devleti uluslar-üstü bir devlet olmadığından, Kürtler bütün ulusal haklarından mahrum olduğundan, Türkiye demokrasi açısından model olma özelliğine sahip değildir. Irak Federal devletinin bir model olacağı ortada. Türkiye, İran ve Suriye’nin Kürdistan sorunlarını Irak’taki modeli çerçevesinde çözebilmeleri olanaklıdır.

Bu düşünce sistemi içinde T.C devleti analiz edildiği zaman, devletin, meclisin, hükümetin, cumhurbaşkanı ve başbakanın, diğer Türk ulus devlet kurumları Türk bayrağı, Milli marşı da Kürtleri temsil etmiyor. Bu bağlamda, A. Necdet Sezer benim cumhurbaşkanım, Recep T. Erdoğan benim başbakanım değildir.

Bu nedenle, Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, Kürdistan Devlet Başkanı Mesut Barzani, hükümet Başkanı Neçirvan Barzani, hukuken değilse de , Kürtlerin kabul gören ulusal temsilcileridir.

T.C Devleti, Kıbrıs, Bulgaristan, Irak ve diğer dünya Türkleri için talep ettikleri hakları ve gösterdiği yaklaşımı Kürtlerle ilgili uygulama alanına sokarsa, Kürdistan sorunu çözümlenir ve Kürt milleti bütün haklarına kavuşabilir.

T.C Devleti, Irak Federal Devleti’ni tanımak zorundadır.

Irak Halkları, kendi iradeleriyle, referandumla, kendi sistemlerinin federal, demokrat, çoğulcu ve parlamenter olmasına anayasalarında karar altına almış durumdalar. Bu nedenle, Türkiye’nin, BM’nin üyesi olan, rejimini yeniden düzenleyen, otoriter ve faşist rejime son veren Irak Federal devleti’ni tanıması kaçınılmazdır.

Otoriter, totaliter, faşist , oligarşik tüm rejimler bölücüdür. Bu nedenle, Türkiye, İran ve Suriye devletleri bölünme fay hattı üzerinde olan devletledir.

Türkiye’de Türklüğü benimsemek koşuluyla, devlet kurumlarında yetkili hale gelebilir, milletvekili, başbakan ve cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Bu nedenle, iddia edildiği gibi Kürt olarak bu makamlara gelmek olanaklı değildir.

Kürt dili de, bilim ve edebiyat dilidir. Bütünlüklü çoğulcu, çok lehçeli bir dildir. Kürt dilinin farklı lehçelere sahip olması, bilim ve edebiyat dili olmamasının değil, olmasının bir göstergesidir. Kürt dilinin sorunları, Kürt dilinin yasaklanması, eğitim-öğretim dili olmamasından, Kürt milletinin parçalanmış ve sömürge statüsünden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, Mehmet GÜL gibilerinin Kürt dili üzerinde gelişi güzel konuşmalarına hakları olmadığı gibi, yaklaşımları ırkçıdır. En önemlisi de, hayata bakılsın, sorun Kürtlerin kendilerine bırakılsın. Kürt diliyle verilmiş olan on binlerce eseri görmezlikten gelmek, ancak ve ancak Türk ırkçılarının işidir. T.C Devleti 87 yıldır kurulmuş bir devlet, Türk Dil Kurumuna, 40-50 adet ulusal televizyona, 1000 adet yerel televizyona binlerce radyoya, özel ve devlet üniversitelerine, enstitülere, 35 okula sahip olmasına rağmen, halen bir dil problemleri, dilde birlik ve geliştirme sorunlar varsa, Kürt diline ilişkin sorunların hiç de büyük olmadığı ortada. Kürt dilinin “Kürdistan Federe Bölgesi”nde eğitim-öğretim dili olması, Kürt dilinin bilim ve edebiyat dili olması standardının en somut göstergesidir.

Kürt dili hakkındaki karşı propagandalar, ırkçıların ve Kürt milletini yeryüzünden silmek isteyenlerin işidir.

Benim bu düşüncelerim hiçbir zaman, TCK’nun 216. maddesi kapsamında mütalaa edilemez. Bilimsel, sosyolojik tespitlerdir. Türkiye’nin yapısal durumuyla örtüşme göstermektedir.

III- Cumhuriyet Savcısı Soruşturma Safhasındaki Savunmamı Delil ve Suç Kapsamına almıştır. Bu “Savunmanın Kutsallığı” ve “Savunmanın Sınırsızlığı ve Dokunmazlığına” Aykırıdır.

Cumhuriyet Savcısı, hakkımda iddianame tanzim ederken ve mahkemeye davanın açılması için baş vururken, soruşturma safhasındaki görüşlerimi de : “Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına talimat yazılarak şüphelinin savunması alındığında: Şüpheli televizyonda söylediklerini aynen tekrar ettiği…” ( İddianame, 2. sayfa, 2. ve 3. paragraf ) saptaması yaparak, savunmamı da suç ve iddialarına delil kabul etmiştir.

Cumhuriyet Savcısının bu tutumu, “savunmanın kutsallığı” ve “savunmanın sınırsızlığı ve dokunulmazlığını” ihlal etmektedir.

Mahkemenin, yargının bağımsızlının bir parçası olan “savunmanın kutsallığı” ve “savunmanın sınırsızlığı ve dokunulmazlığı” hayati ilkesi korumak için, hukukun dışına çıkan Cumhuriyet Savcısının tutumunu göz önüne alarak, iddianameyi ret etmesi, benim hukuksal çıkarlarımı, bireysel hak ve özgürlüklerimi koruması gerekir.

IV - Hakkımdaki Yargılama Maddesinin Değiştirilmesi Kasıtlıdır…

Cumhuriyet Savcısı, ATV’deki TEKE-TEK Programındaki konuşmamdan dolayı, TCK’nun 301. maddesinden soruşturma başlatmış, sorun dava aşamasına geldiği zaman, hakkımdaki davayı TCK’nun 216/1.maddesinden açmıştır. Ben Cumhuriyet Savcısı’nın bu tutumunun, TCK’nun 301. maddesi üzerindeki tartışmaları ve bu maddeye ilişkin muhtemel gelişmeleri göz önüne aldığım zaman, kasıtlı olduğunu düşünüyorum.

Oysa Cumhuriyet Savcısı kamunun menfaatlerini korurken, benim de lehimde olan gelişmeleri saptaması, hukuksal menfaatlerimi koruması gerekir. Cumhuriyet Savcısı bunu yapmamıştır.

Bilindiği gibi, benim hakkımda TCK’nun 301. maddesinden soruşturma açıldıktan sonra, bu maddenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve AB Kopenhag kriterlerine aykırı olduğu konusunda yoğun tartışmalar baş gösterdi. TCK’nun 301. maddesinin değiştirilmesi veya ortadan kaldırılması gündeme geldi. Ermeni yazar ve düşünce adamı Hrant Dink’in katledilmesinden sonra, TCK’nun 301. maddesinin değiştirilmesi ve ortadan kaldırılması daha yakıcı bir hal aldı.

Günümüzde de TCK’nun 301. maddesiyle ilgili bu konum devam etmektedir. Sadece son siyasi kriz, cumhurbaşkanı seçimine bağlı olarak gündeme gelen yeni anayasal değişiklikler, erken seçim, TCK’nun 301. maddesiyle ile ilgili gelişmeleri ve değişiklikleri geciktirmiş durumdadır.

Seçimden sonra, meclisin önüne gelecek en yakıcı ve birinci sorun TCK’nun 301. maddesinin değişikliği yada ortadan kaldırılması sorunu olacaktır.

TCK’nun 301. maddesi hakkındaki durum açıkça bu iken, Cumhuriyet Savcısı, hakkımda TCK’nun 301. maddesinden dava açmamış, TCK’nun 216/1. maddesinden dava açmıştır. Cumhuriyet Savcısının bu tutumuyla, durumu, şartları ve hukuku zorlayarak beni cezalandırmak istediği görülmektedir.

Mahkemenin, Cumhuriyet Savcısının bu kasıtlı, hukuk dışı, toplumsal şartları, fikir hürriyeti alanındaki zorlayıcı tutumunu göz önüne alması gerekir.


V - Hakkımda İddia Edilen Suçun Unsurları Oluşmamıştır. “Kamu Güvenliği Açısından Açık ve Yakın Tehlike” Ortaya Çıkmamıştır…

TCK’nun 216/1. maddesi; “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimin, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” demektedir.

Burada birbirini tamamlayan iki konu söz konusu.

Birinci konu : “farklı özelliklere sahip bir kesimin, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik edendir.” . Cumhuriyet Savcısının, “şüphelinin gerekli yazılı savunmasında gerekse televizyonda yaptığı konuşmasında halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği anlaşılmaktadır. Suçu oluşturan tahrik, soyut saygısızlık ve reddin ötesinde bir halk kesimine karşı düşmanca tavırlar gösterilmesini sağlamaya veya bu tür tavırları pekiştirmeye objektif olarak elverişli olmasıdır. Fail subjektif olarak bu amacı gütmeli halk kesimini kin ve nefrete tahrik etmelidir” ( İddianame, 2. sayfa, son paragraf ) sözlerine göre, ben Kürt ırkını, farklı bir bölgede yaşayan Kürtleri, farklı bir kesim olan Türkler aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmiş oluyorum.

Bu tespit yerinde değildir. Televizyon programına çıktığım zaman, hiçbir zaman böyle subjektif bir amacım olmadığı gibi, bunun için objektif koşullar da yoktu. Türklere karşı kin ve düşmanlığı alenen tahrik etme niyetim yoktu. Ben televizyonda, devletin konumuna ilişkin saptamalar yaptım, devlet ile ilgili eleştiriler yaptım. Siyaset ve sosyoloji biliminin kabul ettiği bir saptama vardır ki, devletle halk özdeş iki olgu değildir. Halk sayısal olarak somut olan bir olgudur. Devlet, soyut ve halkın hizmetinde olan gelişkin, kapsamlı organizeli bir kurumdur. Benim düşüncelerimin devleti yıpratma v.b kapsamında ele alınmasının anlaşılır bir yanı olabilir. Ama Kürtleri, Türklere karşı alenen kin ve düşmanlığa tahrik ettiğimden bahsedilemez.

Suçun objektif koşulları da yoktur. Konuşmamı, ATV televizyonunda yaptım. Konuşmam somut bir kitleye yönelik değil, soyut bir kitleye yöneliktir.

Ayrıca savunmamdaki görüşlerim de “kin ve düşmanlığa alenen tahrik” olarak nitelendiriliyor. Benim savunmadaki görüşlerim, kamuoyuna yönelik değil, savcıya ve şimdi de mahkemeye sunulan görüşlerdir. Nasıl olur da savunma ile, halk alenen kin ve düşmanlığa tahrik edilir, eyleme sokulur? Bunu anlamak olanaklı değildir.

İkinci konu : TCK’nun 216/1. maddesinde suçun oluşması için “açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması”ndan bahsetmektedir. Cumhuriyet Savcısı da benim konuşmamı bu yönden yorumlarken, “Olayımızda, yani televizyon konuşmasında…. bu sözleri dinleyen kişilerin her an tahriklere kapılarak eyleme kalkışması mümkündür” demektedir.

Oysa olay tarihi, 05. 12. 2005’dır. Olayın üzerinden, 1,5 yıla yakın bir zaman geçmiş bulunmaktadır. Buna rağmen, halkın eylemli bir kalkışması olmamıştır. Buna rağmen, nasıl “açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkması”ndan bahsedilebilir ?.

Ayrıca, Cumhuriyet Savcısı’nın kendisi ve devletin ilgili kurumları da benim görüşlerimi dinlememiş. Sadece bir “muhbir vatandaşın” başvurusu üzerine hakkımda dava açabilmiştir. Cumhuriyet Savcılarının ve devletin diğer ilgililerinin bile haberdar olmadığı bir olay ortada iken, halkın eylemsel kalkışmasından, “açık ve yakın tehlikeden” bahsetmek olanaklı mıdır?

VI - Benim “Suç Unsurum” ATV Televizyonunun Yargılama Kapsamında Tutulmaması da Cumhuriyet Savcısı’nın İddiasında Haklı Olmadığını Ortaya Koymaktadır…

05.12. 2005 tarihinde ATV’deki TEKE-TEK Programındaki görüşlerimden dolayı dava açılmış bulunmaktadır. ATV’de, Kürtleri, Türklere karşı “kin ve düşmanlığa alenen tahrik” etmiş bulunmaktayım. Ortada bir suç kabul varsa, ki Cumhuriyet Savcısı var diyor, Aristo mantığıyla hareket edersek suç işlediğim bir araç ve ortamdan da bahsetmek gerekir. Bu araç ve ortam da, ATV televizyonu, program yapımcısıdır. ATV, Cumhuriyet Savcısı’nın hukuk dışı mantığına göre benim suç aracım, program yapımcısı Fatih ALTAYLI, hatta benimle programa katılan Doğu PERİNÇEK ve Mehmet GÜL de suç ortaklarımdır.

Cumhuriyet Savcısı, suç vasıtam olan ATV sorumluları, suç ortaklarım hakkında dava açmadığına göre, hukuk açısından ciddi bir tutarsızlıkla karşı karşıya olduğumuz ortadadır.

Bu açıdan bile bakıldığı zaman, hakkımda açılan dava yerinde değildir.


VII - Benim Düşüncelerim, Bilimsel ve Hayata Dair Tespitlerimdir. Avrupa İnsan hakları Sözleşmesinin Güvencesi Altındadır…

Benim ATV’deki TEKE-TEK Programında dile getirdiğim düşüncelerim: Bilimsel, hayata ve mevcuda dair, devlet statüsüne, devlet ve Kürtler arası konuma ilişkin gerçekleri tespite yönelik, devletin yeniden yapılandırılması, yeni toplum projesine ilişkin senaryolarımdır. Türkiye Cumhuriyeti meclisinin, hükümetinin, cumhurbaşkanının, başbakanının, ordusunun, bürokrasisinin Kürtleri temsil etmediğini; bayrağın ve marşın Kürtlere ait olmadığını söylemem, benim doğrularımdır. Kürtleri Türklere karşı kin ve düşmanlığa alenen teşviki amaçlamamaktadır. Tersyüz edilen gerçeklerin, ayakları üstüne oturtma amacını taşımaktadır.

Benim düşüncelerim, başkasının, Cumhuriyet Savcısının, devlet ideolojisi Kemalizm’in rasyonellerine uygun doğrular olmazsa da, benim doğrularımdır, somut gerçeklerin ifade edilmesidir. Benim doğrularım, Türkiye’nin çoğulcu ulus, etnik, din, mezhep, sınıf, dil, kültür, fikir yapısının siyaset ve sosyoloji bilimi rasyonellerine denk düşmektedir.

Bir Kürt olarak benim ve Kürt aydınlarının devletin resmi ideolojisi dışında düşüncelere, önermelere sahip olmamız kadar doğal bir şey olamaz. Resmi devlet politikalarını bir Kürt ve aydın olarak eleştirmem, onları benimsemem de hakkımdır.

Benim düşüncelerimin, resmi devlet ideolojisi ve politikalarından farklı, resmi düşüncelerle yüzde yüz çatışmalı düşünceler olduğu doğru. Çünkü benim düşüncelerim Türkiye’nin gerçeklerine, çoğulculuğuna dayanmaktadır; devletin resmi düşünceleri, Türkiye’nin gerçeklerine karşı, afaki, Kürt milletinin varlığını ret etmeye dayanmaktadır.

Bu nedenle benim düşüncelerim, demokratik, insani, adaletli ve hukuka dayanmaktadır. Devletin resmi görüşleri, demokratik değildir, Kürtlerin haklarının gaspına dayanmaktadır.

Ayrıca benim düşüncelerim, resmi ideolojiye aykırı ve ondan köklü bir farklılık taşımaktadır. Aldatılmış duygu ve düşüncelerin dışında bir hareket tarzını ifade etmektedir.

Benim dile getirdiğim görüşlerim, aldatılmış duygu ve düşüncelere aykırı olduğu için, aykırı, sasıcı, ezber bozucu düşüncelerdir. Ama düşüncelerim aynı zaman da şiddet de içermemektedir.

Benim düşüncelerim, BM Beyannamesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM kararları çerçevesinde güvenceye bağlanan düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır.

Bu nedenle, TCK’nun 216/1. maddesinden yargılanmam için bir bilimsel gerekçe ve hukuksal neden olduğunu düşünmüyorum.


Bakurê Kurdistan - Amed, 09. 05. 2007
Îbrahîm GÛÇLÛ
ibrahimguclu@gmail.com
Dema weşana nivîsê : 11. 05. 2007


Îbrahîm Gûçlû

Kurdistan Welatê Kurdaye ! Her Bijî Kurd û Kurdistan !

http://www.pdk-xoybun.com

http://www.xoybun.com/extra/slide/Unbenannt-2.swf


http://www.pdk-xoybun.com/nuceimages/Newroz_Kurdistan_PDK_Xoybun_x1.jpg


http://www.pdk-xoybun.com/nuceimages/Nexise_Kurdistane_PDK_b.jpg


Kurdistan Welatê Kurdaye ! Her Bijî Kurd û Kurdistan !