PARTIYA DEMOKRAT´A KURDISTAN - XOYBUN

PDK - XOYBUN



Medeni Ayhan : FERHAT SAĞNIÇ, BEXTREŞ, EYÜP MİLLİ, ADİL DURAN VE METİN ESEN’NİN KURDOKYA BİLDİRGESİNİ DEĞERLENDİREN YAZILARININ DEĞERLENDİRİLMESİ



KÜRDISTAN ULUSAL DEVRIMCI DEMOKRATIK EMEKÇI IKTIDAR INISIYATIFININ ( PÉŞDESTIYA IQTIDARA NETEWI ŞOREŞGERI DEMOKRATI KEDKARI KURDISTAN ) ( KURDOKYA ) ESAS ALDIĞI TEMEL ILKELER

Temel ilke ve yaklaşımlarımız olarak saptadığımız Kurdokya bildirgesinin Yurtsever sitelerde yayınlanmasından sonra siyasetçi ve aydınlarımızın yapabilecekleri analizleri takip etmeye çalıştık. Negatif eleştirilerin olası eksik, yanlış yaklaşımlarımızı gidermeye ve buna karşın pozitif eleştirilerin ise doğrularımızı derinleştirebileceği düşüncesiyle yaklaştık.Yani hiçbir zaman eleştiriden korkmayı ve kaçmayı düşünmedik.

Bildirgemizin yayınlanmasından sonra, beş aydınımızın değerlendirmelerini içeren makalelerini tespit edip değerlendirmeye aldık. Sayın Ferhat Sağnıç’ın “ gelawej sitesinde” yayınlanan “ El insaf” başlıklı makalesi ile Sayın Bextreş’in, nasname.de ve rizgari.org sitelerinde yayımlanan; ‘Kurdokya Bildirgesinin Eleştirisinin Eleştirisi’ başlıklı yazısı bildirgemizdeki değerlendirmeleri, duruş ve yaklaşımımıza peraleldir. Anlayış ve yaklaşımımıza paralel olan bu makalelerin üzerinde uzun bir yazılı değerlendirme yapmayı gerekli görmüyoruz. Sayın Ferhat Sağnıç ve Sayın Bextreş ile birlikte çalışmamak için bir neden olmadığını düşünüyoruz.

Sözünü ettiğimiz bu iki makale dışındaki diğer üç makale ise, bildirgedeki analizlere negatif yaklaşım içeren eleştirileri kapsamaktadır.Sayın Adil Duran’ın, Peyamaazadi.com ve Gelawej.org sitelerinde yayınlanan ; “ Keskin Sirke Küpüne Zarar” ve aynı aydınımızın Nasname.de sitesinde daha sonra yayınlanan; “ Bu hamur çok su ister” başlıklı makalelerinin yanında, Gelawej sitesinde yayınlanan “ Bu Değneğin iki Ucu da tutulmaz” başlıklı olup eğilim, siyasetçi ve aydınlara toplanma, otokritik yaparak çözümlerde birleşme çağrısını içeren ,”K.Kurdistan Siyasi İradesi Aydınlara ve Sanatçılara Çağrımızdır”yazılarıyla, Sayın Metin Esen’in Peyamaazadi.com sitesinde; “ Kurdokya metni üzerine “ başlıklı makalesi ve Eyüp Milli (Kıran)( Kıran) nın hem Peyamaazadi, hemde nasname.de sitelerin de yayınlanan ve Kürtçe yazmış olduğu “ Li ser Kurdokya Medeni Ayhan- Medeni Ayhan’ın Kurdokya’sı üzerine” başlıklı makalelerini değerlendirmeye aldık.

Eyüp Milli ( Kıran), bildirgenin altında bir inisiyatif imzasının bulunduğunu görebilecek durumda olmasına rağmen , sanki Sayın Medeni Ayhan arkadaşımızın bir makalesiymiş gibi başlık atıp değerlendirmelerde bulunduğu görülmektedir. Bununla da yetinmeyerek arkadaşımız konusundaki düşüncelerini uzun uzun yazmaya çalışmış, ancak diğer yandan arkadaşımızı tanımadığını ve ilk kez bir ay önce Diyarbakır’da yapılan bir toplantıda gördüğünü yazmaktadır. Eyüp Milli (Kıran)bildirgeyi değerlendirebilecek ideolojik politik alt yapıya sahip olmadığından ve siyasi bir kültürü bulunmadığından, eğilim yerine, kişiyi değerlendirmeye almaya çalışmakta, ancak değerlendirdiği arkadaşımızı ise, tanımadığını ortaya koymakla , aslında yazmış olmak için yazdığını veya kendisini gündemleştirmeyi amaçladığını belgelemiş olmaktadır.

Eyüp Milli, bildirgemizi okuduğunda, yüreğinde daralma meydana geldiğini, ancak, Adil Duran’ın eleştirel yazısını görünce rahatlamaya başladığını belirtmektedir. Aynı makalesinde, “ reaksiyoner bir yaklaşım içerisinde girmek istemediğini ve reaksiyoner olmadığını da “ ifade etmektedir. Bildirge yayınlamış olmamız, bu şahsın yüreğinde bir daralmaya yol açıyorsa ve buna rağmen reaksiyoner yaklaşmadığını ifade edebiliyorsa, henüz reaksiyonerliğin ne olduğunu da anlamadığını göstermektedir.

Eyüp Milli ( Kıran ), makalesinde siyasetçi olmadığını belirtirken, bildirgemize ilişkin makale yazanlar içerisinde ikinci sıradadır. Siyasetçi olmadığını ortaya koyan ve pekte siyasetle ilgili olmadığı anlaşılan bir kişinin tepkiselliği yanında, eleştiri yazısını yazmış olmayı ilk iş edinenlerden olması, öte yandan, “ bildirgeyi okuduğumda acayip buldum, şaşırdım. Önce karar veremedim, ciddiye mi alayım yoksa kulak asmayayım mı?” şeklinde kendisini pohpohlayıp, küçümseyici yaklaşımlarını ard arda sıralaması , bir açıdan gülünç, diğer açıdan dramatik olmalıdır. Sonuç itibariyle, bu şahıs trajikomik yaklaşımını ve duruşunu ortaya koymaktadır.

Eyüp Milli, devamla; “Medeni Bey bu yazımı anlar mı?, anlayabilir veya anlamayabilir.diyebilir ki, ben teoriyi hatım ettim. Ben Kürdistan’lı Filozof Ahmede Xane yi yazdım. Benim hakkımda davalar açıldı, cezaevi yattım, şehitlerimiz var, bedel ödedim.Siz ne yaptınız? Siz kimsiniz?” diyerek, Sayın Medeni Ayhan arkadaşımızın, tepkisel bir yaklaşımla eleştiri hakkını ortadan kaldırmaya yöneleceğini ve hiçbir eleştiri dinlemeyeceğini ileri sürmektedir. Eyüp Milli ( Kıran ) nin, arkadaşımızı tanımamasına ve tanımadığını belirtmemiş olmasına rağmen ,değerlendirmelerini hangi amaçla kişiselleştirdiğine, ileri sürdüğü sonuçlara hangi veriler üzerinden ulaştığına anlam veremiyoruz. Bir türlü anlayamadığımız içinde yaklaşımına, üslubuna, anlatımlarına değer vermiyoruz.Biz bugün bile Kürtler içerisinde güç itibariyle “iktidar” olan Demokratik Cumhuriyetçilerin, en ağır bedelleri ödemiş ve ödetmiş misyonlarına rağmen, bedel ödeme gerekçelerini ortadan kaldırıp ulusal rotadan çıkmış olmaları nedeniyle en sert siyasi eleştiri ve nitelendirmeleri yapıyoruz.Bizim veya bir arkadaşımızın kişisel olarak ödemiş olduğu bedelin Demokratik Cumhuriyetçilerin ödediği bedel karşısında hiçbir lafının dahi olmayacağını ve acı ile bedel edebiyatı üzerinden söz ve ifade hürriyetine tepki gösterilemeyeceğini bilebilecek durumdayız.

Eyüp Milli ( Kıran ), arkadaşımızın keskin olduğunu ve 2005 yılında silahlı saldırıya uğramasından sonra, çeşitli Kürt aydın ve siyasetçilerinin yazı ve mesajlarıyla kendisine manevi destek verildiğini ve verilen bu destekler neticesinde, arkadaşımız, Medeni Ayhan’ın kişilik ve yaklaşımında farklılaşma meydana geldiğini ve sonuç itibariyle; “ ben ve başka biri değil, benim üstümde hiçbir Allah’ın kulu yok.” noktasına geldiğini, “her tarafa eleştiriel olarak saldırma ve dil uzatmaya yöneldiğini” ileri sürmektedir.Oysa Eyüp Milli ( Kıran ), bu hususta da hiçbir desteğe ve dayanağa başvurmadan, uydurma ve çarpıtma yoluna başvurmaktadır. Arkadaşımızın yaralanmasından sonra verilen manevi destekler nedeniyle ,anlayış ve kişiliği her hangi bir farklılaşmaya gitmediğinin en önemli kanıtı, 18 yıldır ulusal bağımsızlıkçı Yurtsever çizgisinden taviz vermemiş olmasıdır. Arkadaşımız, yaralanmadan öncede ,gerek yargılandığı davaların duruşmalarında, gerekse çeşitli site ve dergilerde yayınlanan yazılarında ve kitle önünde çeşitli toplantılarda yapmış olduğu konuşmalarında; her zaman kesin kopuş temelinde, Kürdistani Yurtseverlik çizgisini esas almış, sömürgeci Türk Devletini ve resmi ideolojisi Kemalizm ile işbirlikçi Demokratik Cumhuriyetçiliği ve sosyal şoven Türk solculuğunu cepheden vurmaya yönelmiştir. Herkesin şeyh ile tarikat sistemini kutsadığı bir zaman dilimi ile zeminde ( 1994 - 95 yıllarında çeşitli cezaevlerinde ) Apo’nun kendisini ulus, ülke, siyasal iktidar hakkı ile yapı üzerine çıkararak, kişisel kültü temelinde, bütün değerleri etkisizleştiren yaklaşımıyla irade, inisiyatif ve düşünce ve ifade hürriyetini de demokrasi değerleriyle ortadan kaldırmaya yöneldiğini açıktan eleştiren tutumda olduğu bilinmektedir. Bütün eleştirilerine rağmen, ret ve inkar anlayışıyla yaklaşmadığından,1999 yılında, söz konusu vatandaş getirildiğinde, yurtsever bir hukukçu olarak sorumluluk yüklenip Mudanyaya giden ilk kişi olmuştur. Kült sahibinin; “ Ben Başbakanlık kriz merkezinin istediği çerçevede savunma oluşturacağım, avukatım olacaklarda buna göre kendilerini düzenlesinler” diyip, ordunun konseptini demokratik cumhuriyet adı altında dillendirmeye başlamasıyla birlikte, gerek sorumluluk üstlenen avukatlar içerisinden, gerekse bir hafta sonra tutuklanması üzerine tutuklu olarak bulunduğu cezaevinde, hiç beklemeye koyulmadan ve tek başına kült sahibini ve safsatalarını red ettiğini gerekçeleriyle ortaya koymuştur. Saddam Hüseyin’in yargılanmasına başlanması üzerine, 6 Kürt avukat ile birlikte soykırıma uğratılan Güney Kürdistan daki halkımızın avukatlığını üstlenmek üzere, Hewlere ve oradan da Bağdat'a gideceklerini deklere etmiş olmalarına rağmen, Bağdat’ta çeşitli grupların adam kaçırma ve suikast ile bombalama pratiklerini düşünerek ancak başkaca basit gerekçelere sığınarak gelmeyeceklerini bildirmeleri karşısında yine tek başına davaya müdahil olmaya gitmiştir.Ankara Barosu genel kurulunda, Türk devletinin kırmızı çizgi saydığı bütün çizgilerine yönelik entelektüel şiddet yolluyla ideolojik politik saldırı yapan ve bağımsız Kürdistan düşüncesi ile 1995 soykırımını ortaya koyup İttihatçılık ve Kemalizmin faşizm olduğunu gerekçelendiren arkadaşımıza karşı,hemen hemen bütün avukatlar filli ve sözlü saldırıya geçmiş,ancak duruş ve söyleminden taviz vermemiş ve Genel Kurmay ikinci başkanı İlker Başbuğ un gizli ibareli yazılarla devlet kurumlarını harekete geçirmeye yönelmesi karşısında da, ilgili durumu deşifre etmiş ve ordunun kendi iradesini kırama güçünün olmadığını deklere etmişti. Bir süre sonra silahlı saldırıya uğraması üzerine, yeniden yaptığı açıklamada da bir daha ordunun iradesini kıramayacağını ve duruşunda ısrarlı olduğunu ortaya koymuştu.Diğer Kürt eğilimlerinin mültecileşen ve yenilgiden kurtulamayıp marjinalleşerek tükenişe geçen yapılarıyla, Türk solunun Orducu, Kemalist, küçük burjuva sosyal söven anlayışları ile halktan kopuk,disiplin değerlerine gelmeyen, ezberci ve kopyacı yönelimlerine dönük eleştirilerini ise, detaylı olarak, 1993 yılının şubat ayında Özgür Üniversite bünyesinde yayınlanan Özgür Bilim Dergisinin; “ Değerlendiremeyen ve Aşamayan Temsilciler” başlıklı siyasi analizlerinden öğrenmek mümkündür. Arkadaşımızın, bir mağduriyet döneminde kendisine verilen insani desteğin etkisiyle, bütün eğilimlere eleştiri götürmeye başladığını iddia etmek,; olgular veya gerçekler üzerinde ahlaki olmayacak şekilde tahribata gitmektir. Verilen manevi desteklerin elbette bir yurtsever için moral değeri vardır. Ancak verilmiş manevi desteklerin kişide aşırı güvene ve kontrolsüz eleştiriel saldırılara yol açtığını ve kişilik farklılaşmasına götürdüğünü ileri sürmek ,olgusal ve ahlaki temeli olmayan bir iddiadır.Arkadaşımız her zaman ve her süreçte kendisine özgüveniyle farklılaşan ve tek bırakıldığı yerde dahi bugünkü çizgisinden ve ideallerinden taviz vermeyen, devredilmez değerlerini oluşturan ve süreçler karşısında müritleşmeyi kabul etmeyen, eleştirel ve bilimsel yaklaşımla birikim ve cesareti olan bir kişilikti/kişiliktir. İstisnasız herkes bizim anlayışımıza dönük eleştiri hakkını kullanabilir. Ancak bu eleştiri hakkını kullanırken olayın şahsileştirilmesi ve kişilik saldırısına dönüştürülmesi ve kişilik saldırısına dönüştürülürken dahi saldırının haklılığına ilişkin dayanak gösterilmemesi halinde, elbette her arkadaşımıza sahipleniriz.Bu tür bir durumda ise eleştiri adı altında uydurma yorumlarla kişilik saldırısı yapmaya yönelenin kişiliğini siyasi kültür ve ahlakını değerlendirme konusu ederiz.Yönlendirilmeye musait bu tür zayıf kişilikler, eleştiri adı altında yaptıkları kişilik saldırısıyla kendilerini ispatlama hissine kapılmakta ve gündemleşmeyi amaçlamaktadırlar.

Eyüp Milli ( Kıran ) ( Kıran ), makalesinde; “ oğlum, kuzum” gibi hitap şekillerini de arkadaşımıza dönük kullanmış olmakla siyasi birikim, kültür ve üsluptan yoksun olduğunu ortaya koymaktadır. Biz çok ağır bir üslupla yanıt verme imkanına sahibiz, ancak; vücut vermeye çalıştığımız anlayış ile tarzımıza uygun bulmuyoruz.

Eyüp Milli, uzunca bir yazıyı kaleme almış olmasına rağmen, bildirgemizden tek bir cümle dahil alıntı yapmadan ,yayınladığımız metinde bulunmayan tespitleri varmış gibi göstererek, kendince eleştiriler yöneltmektedir. Bir anlamda kendi çarpıtma ve uydurmaları üzerinden ,kendisine ait düşüncelerin eleştirisini yapmaktadır. Bildirgede , Güney Kürdistan' lı siyasi Güçlere ve Güney Kürdistan Hükümetine dil uzattığımızı illeri sürmektedir. Oysa bildirgede, Güney Kürdistan Hükümetini ve PDK ( KDP ) ile YNK ( KYB ) yi desteklediğimizi belirtiyoruz. Buna karşın Güney Kürdistan’da Komala ve PDK - İran ( İ - KDP ) yi desteklediğimizi belirtiyoruz. Batı Kürdistan da ise, 20 ye yakın yapının ortaya çıktığını ve bunların önemli bir bölümünün siyasal iktidar hedefinden yoksun olduğunu, ancak siyasal iktidar hedefi olanları desteklediğimizi ve bunların bir parti yada kongrede birleşerek güç olmasının gerekli olduğunu ortaya koyduk. Bu yaklaşımlarımızla aynı paralelde olmak üzere bir parçada ortaya çıkan siyasal bir hareketin diğer parçalarında kurtarıcısı olamayacağını, her parçadaki siyasal hareketin bulunduğu zeminde hedefe yönelirken, Kürdistanın diğer parçalarındaki siyasal hareketlere destek vermesi gerektiğini esas aldık. Buna rağmen Eyüp Milli, sadece Kuzey Kürdistan’ı değil ,Güney Kürdistan’ ı da yönetmek istediğimizi ileri sürmektedir. Ancak diğer iddia ve eleştirilerinde olduğu gibi, bu iddiasına ilişkin olarak da bildirgemizden tek bir cümle alıntı yapamamaktadır. Eyüp Milli, “Kızılbaş(alevli) ve Ezidilere de dil uzattığımızı” illeri sürmektedir. Ancak bu iddiasına dayanak olması için metinden hiçbir cümleyi delil olarak göstermemektedir. Bildirge de, Zerdüştlüğün Kürtlerin ilk dini olduğunu ve Yezidilik ile Kızılbaşlığın ( Aleviliğin ) Zerdüştlüğün bir devamı ve kolu olarak ortaya çıktığını, ancak Mazdeizm inancından da etkilendiklerini ve islamın etkilerinin ise , sadece biçimsel düzeyde kaldığını ve sonuç itibariyle Ezidilik ve Kızılbaşlığın ayrı bir inanç kültür ve din olduğunu belirttik. Ezidi ve Kızılbaşların Kürt olmaktan kaynaklanan soykırımlar yanında, farklı bir din ve inanca sahip olmaktan kaynaklı olarak da soykırımlara maruz kaldıklarını belirtmiş olmamız ,dil uzatmak mıdır? Ayrıca, “ dil uzatmak “ kavramı sokak ağzıdır, siyasi kültür ve dilin bir kavramı değildir. Daha çok mahalle aralarında , bireylerin birbirlerine dönük olarak kullandıkları bir kavram ve ifade şeklidir.

Bazı Kürt aydınları ve siyasetçileri açısından süreç ve olgulara bilimsel yaklaşmak esas değildir. Bu nedenle süreç ve olguları bilimsel olarak ele alma yada ulusal ve devrimci bir çizgi temelinde politik süreçleri nesnel veya nesnele yakın şekilde değerlendirmek yerine, ya hicivcilik ( taşlama - aşağılama ), yada methiye düzme ( yüceltme, göklere çıkarma ) esastır. Bu nedenle biz Güney Kürdistan hükümetini desteklediğimizi gerekçeleriyle birlikte ortaya koyarken, Güney Kürdistan piyasasına ihraç edilen malların yüzde yüzüne yakınını Türk ve İran malı olmasını ve Çukurova grubundan kara Mehmet ile Pet Oil şirketine petrol arama sahalarının üçte ikisinin verilmiş olması yanında, 29 ayrı sektörde iş yapan ve ordunun kuruluşu olan OYAK’ın Güney Kürdistan pazarında önemli bir alana yayılmış olmasını ise eleştiriyoruz. Güney Kürdistan Hükümetinin kendi sanayisini yaratmak üzere projeler geliştirmeye başlaması gerektiğini ve bunun yapılmaması durumunda , Güney Kürdistan ın yeni bir sömürgeye dönüşme durumunun ortaya çıkacağını ileri sürüyoruz. Bu nedenle Güney Kürdistan’ ın, petrol zenginliğine dayanarak ,Arap devletleri gibi her şeyi dışarıdan ithal eden ve bir ölçüde insan gücünü atıl bırakan bir yapılanmaya dönüşmemesi ve öte yandan enerji ( elektrik ) su, toprak, gaz, petrol saha ve hatlarının uluslar arası şirketlere satılmaması ve uluslararası şirketlerin sadece Güney de fabrika ve işletme açmalarına imkan sağlanarak, teknoloji transferinin bu çerçevede sağlanması ve istihdam alanı yaratılması hedeflenmelidir.Ekonominin çeşitli sektörlerinin veya alt yapılarının satılması halinde ise, ileride Kürt siyasal yönetimini de sembolik hale getirebileceği düşünülmelidir. Bu nedenle, Güney, kendi sanayisini yaratmaya yönelmelidir. Desteğimizi belirtirken, bu görüş ve eleştirilerimizi ortaya koymuş olmamız, “dil uzatmak” olarak nitelendirilip eleştirilecekse, bu eleştiri sahiplerinin kaderci bir anlayışla her şeyin yolunda gittiğini ve rotadan da sapmayacağını düşünmelerinden ve methiyeci olmalarından kaynaklanır. Olumladıkları şeylere methiyeci ,buna karşı olumsuzladıkları şeylere ise hicivci yaklaşım gösterme gibi uç ,bilim dışı bir anlayışa sahip olmaları kendi adlarına bir hendikaptır.

Eyüp Milli(Kıran), Medeni Ayhan ın 1997 yılında yazdığı ; Bilim Tarih Metodoloji” adlı araştırma inceleme kitabını bilimsel ve başarılı bir çalışma olduğunu, ancak bu kitabın yazarının kendi kitabındaki anlayıştan bile bir şans (feyz) edinemediğini Kurdokya bildirgesindeki aşırı ideolojik analizleriyle ortaya koyduğunu iddia etmektedir. Oysa 1997 yılında yazılan söz konusu kitabın önsözüne bile bakıldığında, Marksist tarih tezi ve diyalektik tarihsel materyalist teori ve metodun esas alınarak, Kürt Tarih yazımına ilişkin çalışmaların eleştirildiği belirtilmekte ve öte yandan yapılan çeşitli değerlendirmelere dayanak olması açısından , Marks ve Engels in bazı saptamalarının dayanak gösterildiği görülmektedir. Buna karşın ,yayımladığımız Kurdokya bildirgesinde ,her hangi bir sınıf ideolojisi öne çıkarılmaksızın , ulusal ideoloji ve siyaset temelinde, bütün sınıf ve katmanların birliğini sağlayarak, ulusal sorunun çözümüne yönelmenin esas olduğu ortaya konmuştur.Sonuç itibariyle, Eyüp Milli,bildirgemizde bulunmayan tespit ve değerlendirmeler varmış gibi çarpıtmakta ve yorumları için hiçbir olgu ile dayanak arama ihtiyacı duymamaktadır. Aslında Eyüp Milli, makalesinde belirttiği kitapları ve bildirgemizi okumamış olduğunu göstermektedir. Arkadaşımızın kitaplarını gelir temin etmek için, Diyarbakır da yapılan toplantıda stand oluşturarak satışa sunduğumuzdan, kapaklarını görüp kitap adlarını öğrenmiş olmalıdır.Ayrıca gittiği bir kurumda bulunan bir aydına ;” İbrahim Güçlü, siz emekçimisiniz” şeklinde soru sorup, “ Hayır” yanıtını aldıktan sonra, kulaktan duyma söylemler üzerinde yapılan yorumlardan duyup kafasında tutuğu oranıyla yazıya geçirmiş gibidir. Bu nedenle eleştiri yazısı olarak ortaya konulan bu makale çarpıtma ve uydurma dedikodu ve yönlendirmelerin ürünüdür. Bu nedenle makalenin yazarının yönlendirilme kullanılmaya açık ve kendini gündemleştirmeye ihtiyaç duyan bir yapıda olduğunu, siyasi bildirgeleri analiz etme birikimine sahip olmadığını söyleyebiliyoruz.

Eyüp Milli, bildirgenin Kürtçe yazılmamış olduğunu gerekçe göstererek , Medeni Ayhan arkadaşın ve bir anlamda bizim, Kürdistani bir yaklaşıma sahip olmadığını illeri sürmektedir. Eğer arkadaşımızın anadili olan Kürtçe’ye ilgisi sorgulanmak isteniyorsa, bunun yanıtı Kürtçe ile yazmış olduğu “Qerin” isimli şiir kitabıyla verilmişti. Biz her zaman Kürt kültür ,sanat, edebiyatının dilinin Kürtçe olduğunu ortaya koyduk. Ancak bildirgemiz gibi politik- teorik ve uzun metinlerin şu an için Kürtçe yazılması halinde, birkaç kişiyi aşmayacak oranda kişinin okuyabileceğini ve geniş kesimlere okutamayacağımızı düşünerek, Türkçe kaleme aldık. Asimilasyonun veya asimilasyondan etkilenmiş bir yapının bir yanıyla gerçekliğimiz olduğunu ve bu durumun yarattığı tahribatların devletleşme ve kurumsallaşma temelinde ortadan kaldırılacağı kesindir. Bu açık bir durum olmasına rağmen, Eyüp Milli ( Kıran ) gibi aydınların bu hususu Kürdistani olmama gerekçesi olarak değerlendirmesi saf dillik olmalıdır. Öte yandan; “ Medeni Ayhan Kürdistani ise , neden Kürdistan ın her hangi bir yerinde ikamet etmemektedir ?” demektedir. Biz parti kurma aşamasına gelirsek fiili merkezimiz Diyarbakır olacaktır. Buna karşın gerek hukukun şekilsel zorunlulukları ,gerekse ihtiyaçlarımız çerçevesinde bütün büyük elçiliklerin medya merkezlerinin , sendika ve dernek ,parti merkezlerinin Ankara da bulunması nedeniyle, diğer bir merkezimiz Ankara da olacaktır. Ancak kadrolarımızın yaşam yeri; örgütleme yaratabilmek için Kürdistan ın her yerleşim birimi ve Türkiye şehirlerinden ulusumuzun anlamlı bir nüfus olarak bulunduğu her yerdir, bu nedenle , kadro olacak bireyler göçebe ve hareketli bir yaşam tarzını esas almak zorundadır. Bu tür bir yaklaşım ve yaşam tarzı içerisinde olanlar mı Kürdistanidir, yoksa Eyüp Milli ( Kıran ) gibi 1980 den 2002 yılına kadar Diyarbakır’da Tarım il müdürü olarak çalışıp emekli olan ve bedel ile emek sürecinden kaçıp sorumluluktan sıyrılmak için bugün bile ,” siyasetçi değilim “diyen ama Diyarbakır’ın merkezinde yaşan bir kişilik mi Kürdistani dir ?

Eyüp Milli, emekçi kimdir, emekçi nedir diye sormakta ve ayrıca Kürdistan ulusu kavramının ne anlama geldiğini sormakta ve bu kavramla Kürt ulusunu inkar ettiğimizi ileri sürmektedir. Bildirgede emekçilerin; bir sermayesi olsa dahi ,kendi emeği olmaksızın geçinemeyen bütün sınıf ve kesimler ( işçi, köylü, esnaf, k. burjuvazi, orta burjuvazi, memur, aydın) olduğu yazılıydı.Eyüp Milli ( Kıran ),okuma zahmeti göstermiyorsa veya okuduğunu anlamıyorsa biz ne yapabiliriz? Ayrıca gerek kendi oluşumumuzda, gerekse siyasal iktidar talepli çizgisi olan bütün Kürdistani akımların yer alacağı bir ulusal kongrede, büyük ulusal burjuva unsurların ulusal mücadelede yer almak istemesi halinde , devrimci bir rollerinin olduğu ve birlikte mücadele etmeye hazır olduğumuzu belirttiğimiz aşikardır. Kürdistan çok dinli ve çok milletli bir ülkedir. Kürdistan da Kürt milleti yanında, kardeş halk ve milletler olan Asuriler , Ermeniler ve Mehelmiler de binlerce yıldır yaşamaktadır. Kürt halkı gibi mazlum olan bu halklar, Kürdistan sınırlarının içerisinde bizimle Kader ortağıdır. Baasçılık ve Kemalizmle somutlaşan red ve inkar sistemi getiren ve 19. yy ın ırkçı milliyetçilik anlayışını temel alan yaklaşımlarla devrimci bir ulus anlayışına varılamaz. Bugün için önemli bir nüfusları ve politik mücadeleleri ile örgütlemeler olmazsa dahi,Kürdistan sınırları içerisinde binlerce yıl kader ortaklığı ettiğimiz, karşılıklı kültür alışverişi içerisine girdiğimiz, kardeş halkların reddiyesine ve inkarına dayalı bir sistemi aramak ve bu koşulama ile siyasete yaklaşmak, esas itibariyle Kemalizm’in ve Baasizmin bir karikatürü olmaktır. Bu nedenle, Kürdistan ulusu demek, sadece ülkemizin çok milletli yapısını , her hangi bir inkara gitmeden , bir çatıda ifade etmektir. Bu çatı altında Kürt milleti de, Asuri, Ermeni ve Mehelmi milletleri de vardır. Biz Kürdistan ulusal birliğinden bahsederken, bir açıdan Kürtlerin kendi arasındaki birliğini, diğer açıdan da bu kardeş halkların temsilcilerinin de katılımına dayanan bir siyasi birliği düşünüyoruz. Bu kavramlar bildirgemizde net olarak açıklanmış olmasına rağmen, sanki gerekli açıklama yapılmamış gibi bizden açıklama istenmesi, aslında metnin okunmadığını bir daha göstermektedir.

Eyüp Milli ( Kıran ) ; bildirge yayımlamamış olmamızı; “ Sanki Kürdistan da parti yokmuş gibi , hemen kendimizi açığa vuralım bir deklarasyon yazalım, millet arkamızda. Büyük bir parti ile Vatanı kurtaralım, proletaryanın diktatörlüğünü kuralım gibi, büyük acayipliğin” ürünü olarak değerlendirmektedir. Devamla; “ Medeni Bey, sana göre Kürtlerin yarısından fazlası işbirlikçidir. Peki oğlum, kuzum kimle Kürdistan iktidarını kuracaksın? Sen Ortadoğuyu birleştirmek istiyorsun ,ama nasıl… militan duruşun nedir? Eylemleriniz nedir? Merak ediyorum,ne istiyorsun? 20 yıldır varolan partilerden daha güçlü ve daha mı hızlısın…?” demektedir.

Birincisi; hemen güçlü bir parti olma gibi bir hayalciliğimiz olmadığı için beş kişi ile kendimizi grup,örgüt, yada parti olarak adlandırmadık. Bunları ileriki süreçte gerçekleştirmeyi bir hedef olarak gösterdik. Bu nedenle kendimizi inisiyatif olarak tanımladık,ne kendimizi nede ulusumuzu aldatma yolluna gittik. Fakat okumadan eleştiren yada okuduğunu anlamayan bireylere neyi ne kadar anlatabilirsin? Hiçbir zaman milletin hemen arkamıza düşeceğini ne söyledik, nede formüle ettik. Tersine bildirgemizden anlaşılacağı üzere, demokratik cumhuriyetçilik gibi safsataların ve işbirlikçiliğin ülkemizde irade , inisiyatif , moral ve bilinç kırılmasına yol açtığını, mücadele değerlerini ve kurumlarını tasfiye olmakla karşı karşıya bıraktığını, kitlelerin bir bölümünün genel kurmayın denetimine alındığını ve büyük bölümünde ise deopolitizasyon ve siyasetten kaçış süreci yaratıldığını, bir anlamda yenilgi psikozuna sokulduğunu, ideolojik politik kültürel kuşatma altına alındığını ve yurtsever muhalefetin de işbirlikçilerin güç kaybına rağmen güçlenemediğini ve onlardan önce işlevsizleştiğini, bu nedenlerle kitlelerden enerji, sinerji, umut ve hareketlenme yaratabilmek için, yeni bir akımın gerekli olduğunu, ancak yeni bir akımın mükemmel doğrular temelinde ortaya çıksa dahi, siyasi gelişmesinin bedelli, sancılı ve uzun vadeli olacağını açıkça belirttik. Dolayısıyla kendi siyasi gelişmemizin bile başarıya ulaşması halinde uzun vadeli bedelli ve sancılı olarak gerçekleşeceğini ve koşullar nedeniyle dengelere bakan kitlelerin peşimize düşmeyeceğini açıkça belirtmiş olmamıza rağmen ,toplum psikolojisi ile sosyolojisini adı geçen şahsa nazaran derinlemesine değerlendirmemize rağmen, bizim;” milleti hemen arkamıza düşürme” iddiası veya saflığı taşıdığımızı söyleyebilmektedir. Herkes her şeyi söyleyebilir, ancak, en sıradan ahlaki kurallara oturabilmesi için, bir söylemin yada iddianın her hangi bir dayanağının gösterilmesi zorunludur. Ancak bu söylem ve iddialara ilişkin hiçbir dayanak gösterilmeden uydurmalara ve çarpıtmalara başvurulmaktadır. Biz bildirgemizde , parti bulunmadığını illeri sürmedik, dersine demokratik cumhuriyetçilerin devlet denetiminde işbirlikçilik yozlaşma ve gericileşme sürecine girdiğini ve Kürtlerde güç bağlamında,” iktidar” gözüken demokratik cumhuriyetçilerin bu durumuna rağmen, 1980 darbesinde yenilip Avrupa’da mülteci durumuna dönüşen ve 26 yıldır bir gelişme gösteremeyen, hatta son 7-8 yılda demokratik cumhuriyetçilerin çözülüş sürecine girmesine rağmen, bir gelişme gösteremeyen işlevsizleşmiş, alternatif olamayan , sinerji ve umut yaratmayan yapıların fiilen tasfiye ile karşı karşıya kaldığını ortaya koyduk. Olgulara dayanan bu analizler çerçevesinde, mevcut somut şartları yeniden değerlendiren yeni bir akımın gelenek ve teşkilatlanmanın ulusal çizgi temelinde zorunlu olduğunu belirttik. Kuzey Kürdistan’da ki koşulları bu şekilde saptarken; “ işbirlikçi” sıfatını duruş ve anlayışları itibariyle sadece “Demokratik Cumhuriyet “ yapılanmasının liderliği, Başkanlık konseyi ve Merkez komitesi için kullandık.Bunların tarihsel ve politik rölleri itibariyle her yurtsever tarafından değerlendirilmesi gerektiğini ve ayrıca Kurdistan Bağımsızlık Mahkemelerinde yargılanmaları gerektiğini düşünüyoruz. Buna karşın bu yapı içerisindeki bireylerin bile nesne durumuna düşürüldüğünü ,irade, inisiyatif ve ifade hürriyetlerinin yok edildiğini, tabanda bulunan ve gittikçe daralan kitlenin ise suçlanmayacağını, tahribatı gören aydın ve siyasetçilerin 7 - 8 yıldır bu gidişin durdurulması için halkımızı aydınlatma konusunda üzerlerine düşen görevlerden korku, kaygı ve çıkarları için utanmazca kaçtığını yada gülünç şekilde kişisel ortamda en ağır eleştirilere yönelenlerin dahi kitle önünde eleştirmekten kaçındığını her zaman ortaya koyduk. Bu nedenle, Kürt halkının yarısından fazlasını işbirlikçi olarak tanımladığımız hususundaki iddia kokuşmuş bir çarpıtma ve yalandır. Biz Kürdistan iktidarını Kürt halkı ile kurmayı hedefliyoruz. Demokratik Cumhuriyetçiler dahil, diğer yapıların tabanlarında bulunan halk kesimlerini de etkileyip kendimize çekmeyi amaçlıyoruz. Bunun başarılıp başarılmayacağı meselesi ayrı bir tartışma konusudur. Ortadoğu’yu birleştirmeyi ise, bildirgenin hiçbir yerinde ifade etmediğimiz aşikardır. Bu her hangi bir ulusal hareketin boynunu olabildikçe aşan bir iddiadır.Sadece bulunduğumuz kuzey Kürdistan'da ulusumuzu iktidarıyla buluşturmayı nihai hedef olarak seçtik. Bu hedefe varıldıktan sonra , Kürdistan ın diğer parçalarının özgürleşmesi halinde , dört Kürt ulusu ve dört Kürdistan olamaması nedeniyle, değişik parçalarda iktidarı sağlayan eğilimlerin birleşmeyi gündemlerine almasından daha doğal ve daha devrimci ne olabilir ki? Yazdığı cümlelerin anlamını dahi kavrama yetisinden yoksun olan ve bazı hususları kendince eleştirmeye çalışırken ,kendi kendisiyle çelişen söz konusu yazar, bir taraftan halkın hemen peşimize düşebileceğine ilişkin bir inanca kapıldığımızı savlarken, diğer yönden eylemlerimizin ne olduğunu sormaktadır. Bir inisiyatif dört beş kişi ile yola çıkarken dahi, bu tür bireylerin Diyarbakır-Dağkapı meydanın da hemencecik büyük bir miting düzenlemelerini beklercesine soru sorması ise, kendi saflıklarına ve tutarsızlıklarına yorumlanmalıdır. Militan duruş ise , bir ulusal kurtuluş hareketinin evrensel ve tarihsel olarak vazgeçilmez değerleri olan ülke, ulus, siyasal iktidar hakkının meşruluğu temelinde tavizsiz bir duruş, program ve pratiğin ortaya konmasıdır. Bu militan duruş iken, Eyüp Milli ( Kıran ) gibi kişilerin, militan duruşu bilmemesi,sorması ve öte yandan iddialı şekilde siyasi bildirgeleri eleştirmeye yönelirken,” siyasetçi değilim “diyerek, Kürt halkının en ağır bedellerden geçtiği bir süreçte küçük burjuva kurnazlığı ile kenedi korumacı bir anlayışla kaçkınlığı tercih etmesi de militan duruşun tersi olmalıdır. Birey veya bireyler, gerek 20 yıllık, gerekse 1 günlük partilerden güçlü olamazlar. Ancak , pratik açıdan işlevsizleşen yapılar karşısında, bireyler , uzun vadeli sancılı ve bedelli de olsa, ihtiyaçlara cevap verebilecek akım veya akımları yaratabilirler. Sonuç itibariyle her şeyi yaratan insandır. Biz ,iletişim araçları ve teknoloji sayesinde küçülen dünyada halkımızın sesini daha rahat duyurma imkanına kavuştuğunu,geçmişte ülkemizi bölüp parçalayarak, partnerlerine dönüşen bölgesel devletlerin kucağına veren uluslararası güçlerin bugün kendi partnerleriyle çatışmalı ve çelişkili süreçler yaşadıklarını ve halk olarak bundan yararlanma imkanımızın bulunması nedeniyle, siyasal sonuçlara ulaşmak için koşulların her zamankinden daha uygun olduğunu biliyoruz, ancak içerde yaşanan tahribat ve baş aşağı gidişin ise ,Kuzey Kürdistan da her zamankinden daha ağır koşullar ve dejavantajlar yarattığını da görüyoruz.

Eyüp Milli, metnin eklektik bir anlayışla yazıldığını ve cümlelerin çoğu zaman birbirine “ters ve tutarsız şekilde eklemlendiğini” iddia etmekle birlikte, bu iddiasına dayanak oluşturacak şekilde, iki cümleyi dahi örnek olarak gösterememektedir. Bildirgemizde her hangi bir tutarsızlığın yada eklektizmin olmadığını değerlendirebilecek birikime sahip olduğumuzun farkındayız .Fakat Metin Milli gibi bireylerin çoğu zaman anlamlarını dahi tam olarak bilmedikleri kavramları ağızlarına ve kalemlerine doladıklarını ve bir anlamda yazmış olmak için yazdıklarını ve kendilerini gündemleştirme yada güncel bir düşünce üzerinden ispatlama gibi basit yollara başvurabildiklerini biliyoruz.

Devamla , yaklaşık 15 ülkenin adı verilerek, bu ülkelerin tek tek sosyo politik- ekonomik durumlarının bildirgede neden analiz edilmediğini ve bu ülkelerin şartlarını analiz etme birikimimizin olacağına ise inanmadığını illeri sürmektedir. Bu tür bildirgelerde daha önce tartışılmış her şeyin metin içerisine alınamayacağını ve çok sayıda ülkenin durumunun sosyo politik ekonomik açıdan detaylıca incelenmesi halinde , temel kıstasları ve yaklaşımları belirlemeye dönük olan siyasi bildirgenin, kapsamlı bir kitaba dönüşebileceğini ve bildirge olmaktan çıkacağını algılayamamaktadır.Varolan haliyle dahi bildirgemizin uzun olduğu kaygısını taşıdık.Bildirgemiz temel yaklaşımlarımızı ortaya koyan bir belge olduğunu ,ancak henüz bir program olmadığını ortaya koymuştuk. Bireylerin, bir incelemeye ve çeşitli konularda olgulara dayanmayan inançlarını ifade etmeleri, sadece birikimsiz kendine güvensiz, yorgun, mürit ruhlu ve peşin hükümlü olduklarına delil teşkil edebilir.

Eyüp Milli ( Kıran ), Kuzey Kürdistan dan, Güney Kürdistan a ihale almak için giden ve bunun için eski siyasi kimliklerini gündemleştirip kullananları eleştirmemiz karşısında ,bu kişilerin adlarının bildirgede neden açıklanmadığını sorgulayarak, açıklanmasını talep etmektedir. Öte yandan, aydın ve siyasetçilere neden ve nasıl eleştiri götürebildiğimizi sorgulamaktadır. Kısa yoldan ifade edilecekse, Eyüp Milli ( Kıran ) gibi entelektüel birikimden yoksun ve pratik mücadeleden kaçan ve kendine güvensiz, kararsız,cesaretsiz aydın ve siyasetçilerin Kürt ulusal mücadelesinin ihtiyaçlarına cevap veren tip olmadığını açıkça söyleyebiliyoruz. Hatta bu tür tiplere aydın diyebilmekte bile zorlanıyoruz.Gerek siyasi, gerekse bilimsel değerlendirmeler somut şartlar üzerinden ,genelleştirmeler yoluyla bazı kavram ve kategorilere ulaşarak, açıklama getirmeye dönüktür. Bu nedenle Güney Kürdistan a gidip eski siyasi kimliklerini güncelleştirip ihale almaya yönelenleri isim isim belirtmeyi anlamsız buluyoruz. Bu durumun yaratacağı tahribata dikkat çekmek ve bir genel eleştiri ile sınırlamaya yönelmek bizim açımızdan esastır. Eyüp Milli ( Kıran ) ın bu tür bir durum yokmuş , yada kulakları ve gözleri algılamıyormuş gibi yaklaşması, kendi eksikliklerinden kaynaklanıyor olmalıdır. Bir Kürt ulusal burjuvazisinin yaratılması amacıyla Kürt iş adamlarının çalışmasına ve ihale almasına eleştiri getirmiyoruz, ihale almak için siyasi kimliklerin kullanılıp siyasetin yozlaştırılmasını eleştiriyoruz.

Eyüp Milli ( Kıran ) yazısını; “ sana tavsiyem ideolojiyi bırak… bu söylemlerini yeniden rafine et.Bu hem senin için, hem vatan için daha iyi olur. Yine de başarılar” şeklinde bitirmektedir. Oysa bilim teorisiz, politika ise, ideolojisiz yapılamaz. Bir ulus ideolojisine dayanmadan, ulusal politikayı üretmek ve pratiğini yürütmekte mümkün değildir. Demokratik Cumhuriyet olarak isimlendirilen ideoloji, Kemalist ideolojinin Kürtlere uyarlanmış şekli olduğundan ,bu ideoloji çerçevesinde gerçekleşen politikanın hiçbir ulusal ve yurtsever yanının olmadığı açıkça görülmektedir.”Teori ve ideoloji” kavramlarının günlük dilde yada siyasi analiz yazılarında kullanılması karşısında dahi midesi bulanan bu kişilerin tümünün birikimsiz olmaktan dolayı bu yaklaşımı sergilediklerini söylemek zordur. Bir kısmı bu söylemle liberal ideolojinin bütün kabul ve referanslarını, adeta kendileri için kutsal olan dini bir kitabın tartışılmaz kuralları gibi görmekte ve bu yaklaşımlarını bizim yaklaşımımıza da dönüştürmeye çalışmaktadır. Hatta bunlar liberal ideolojinin kabul ve referanslarını esas alıp, dünyanın en güçlü odağının her söylemine evetçi yaklaşım karşılığında, politikada güç dahi olmadan ellerindeki heybeyi açmaları halinde, istedikleri her şeyin konulabilineceğini düşünebilecek kadar saf ve zavallıdır. Politikada güç olmadan ve güç dengelerinde bir anlam ifade etmeden, kendi vazgeçilmezlerini her ortamda kararlıcı ortaya koymadan önemli hedef ve sonuçlara varma ve kabul ettirme imkanı yoktur. Bu nedenle güç yaratarak ve alanda bulunarak temel vazgeçilmezleri esas alarak , mevcut uluslar arası ve bölgesel konjektörde çeşitli devletlerin arasında çelişkilerden yararlanmak ve gerekirse geçici ittifaklara gitmek, hatta sürekli ittifak algılayışıyla kurulan ittifakların bile kısa bir süre sonra tersine dönebileceğini hesaplamak esas olmalıdır.Politika hesap işidir.

Eyüp Milli ( Kıran ) ın, yazısı yayınlandıktan sonra, Kürdistan da bildirgemizi dağıtırken Diyarbakır da gittiğimiz bir kurumda, fiili olarak tanıştık. Arkadaşımız yazısını okumuş olduğunu, ancak yazıdaki eleştirilere her hangi bir dayanak gösterilmediğini, eleştirinin dayanaklarını öğrenmek istediğimizi ve eleştiriler yönünden kimseye her hangi bir tepki duymadıklarını belirtirken; “ Eyüp arkadaş” şeklinde hitap etmiş olmasının karşılığı olarak ve tepkisel şekilde; “Yahu kardeşim, bu Eyüp arkadaş şeklindeki hitabı hiç sevmedim. Eyüp Yoldaş hitabetini bana hatırlatıyor. Ayrıca Medeni Ayhan en fazla 35 yaşındadır. Benim oğlumla yaşıttır. Bana neden Eyüp arkadaş diye hitap ediyor, anlayamıyorum.” Demekteydi. Bu tür reflekslerine de her hangi bir tepki göstermeyi anlamlı bulmadık. Sömürge sisteminin yanında Kemalizm ve Basiszim gibi bünyesinde paronaya barındıran ideolojiler , Kürdistan halklarında travmalara yol açmıştır. Bilinçli politik mücadele süreçlerine ve ayaklanmalara başvuran halkımız, kendi mücadelesiyle bu travmalardan büyük ölçüde kurtulabilmiştir. Ancak mücadelenin dışında kalan bazı bireyler, bu travmaların etkilerini büyük ölçüde üzerinde taşımakta ve pişisik bozukluklar gösterebilmektedir. Bireylerin aile sorunlarından kaynaklı olarak psikolojik yapısının sapmaya uğramış olması da tuhaf bir durum değildir.

Metin Milli ( Kıran )’nin dil ve üslubunun tersine, Sayın Adil Duran ile sayın Metin Esen in dil ve üslupları siyasi bir düzey içerisindedir.Ancak bu aydınlarımızda bildirge üzerinde detaylı bir incelemeden ve yoğunlaşmadan ,sistematik ve dayanak ile gerekçelerini içeren bir eleştiriel çerçeveye varmadan makalelerini yazmışlardır.

Sayın Adil Duran, Bildirgemizi eleştirirken, “ Keskin Sirke Küpüne Zarar” başlıklı makalesinde; “ Mevcut yapıların yetersizliğinden dehşete kapılarak , var olan yapı taşlarını statükocu, gerici, işbirlikçi olarak mahkum etmek, tümden ret etmek anlamındadır. Bunun yerine , yeni bir oluşumu ikame ederek, sosyalist ilkelerle hayata geçme anlayışı, legal alanda mümkün görülmediği gibi, savunulan ilke ve prensiplere de aykırıdır… kaldı ki, bu militarist sosyal şoven rejim nasıl olurda… hem Kürt ulusalcı, hemde devrimci bir partinin kurulmasına müsaade eder? …Güney Kürdistan siyasi otoritesinin, uluslar arası ittifak ilişkileri sonucu; bu sürece ve koşullara doğru müdahale ederek birlik eksenli çalışmalarına ivme kazandırıyor olmasını, “ emperyalist işbirlikçisi, gerici ilişkiler”vs. diyebilirmiyiz… daha baştan, geçmiş mücadele değerlerini yadsıyarak, onların ölümü üzerinden kendi varlığını ikame etmeye çalışan böylesi bir eğilimin ne kadar başarı şansı olabilir dersiniz? …K. Kürdistan siyasetinin içine girdiği belirsizlik, dağınıklık ve örgütsüzlük sürecini aşmanın yolu geçmiş mücadelelerin doğru muhasebesini yaparak, olumsuzlukların, tıkanıklıkların sebeplerini açığa çıkartarak, mücadele içinde varolan yapılarla kurulacak ilişki ve karşılıklı bilgilendirme sonucunu ortaya çıkaracak ulusal konseptle birlikte amaç ve hedeflere kilitlenerek, gidileceğine inanıyorum…K. Kürdistan da aynı argümanları (bildirgedeki analizleri) siyasal programlarının süs ve lüksü haline getiren onlarca yapı var ve mücadele yıllarında hiçbir güç, bu reçeteyi ulusal programla ilişkilendirerek pratik yaşama kazandıramadı. Kurdokya bildirgesini hazırlayanlar, eskiyen her şeye saldıran geçmiş mücadele değerlerini ret eden ve yenilikçi bir iddianın paradoksu içinde belki de zaman kaybettirecek…” demektedir

Birincisi; Demokratik cumhuriyetçilerin işbirlikçileşmesi ve buna karşın diğer yapıların 80 darbesinden sonra belini doğrultamaz duruma düşmesi karşısında, dehşete kapılanlar,her hangi bir politik arayışa ve çözüme yönelme iradesi ve gereksinimi duymayacak kadar kendine güvensizleşen, şok ve hayal kırıklığına uğrayarak hiçbir siyasi görev ve misyon yüklenmeyenlerdir. Biz mevcut koşul ve gerekçelerimiz sebebiyle, varolan yapılar ile anlayışlarına inanmadığımızdan, Kürt halkında bir umut sinerji, enerji ve elektrik yaratarak seferber etme özelliğinden uzaklaşmış olduklarından, başka bir çözüm arayışına yöneldik.
İkincisi; mevcut olduğu illeri sürülen yapıların ölümü üzerinden, kendi varlığımızı ikame etme yada geçmiş mücadele süreç ve değerlerini ret ve inkar etme gibi bir yaklaşımımız hiç olmadı. Bildirgemizde Melaye Ciziri, Feqe Teyran, Ahmede Xane gibi değerli yurtsever medrese aydınlarımızın ortaya koyduğu yurtseverlik düşüncesini temel alarak gelişmeye başlayan bütün süreç ve ayaklanmaları tarihimizin en anlamlı ve en devrimci yanı olarak belirttiğimiz aşikardır. Demokratik Cumhuriyetçiliğin kendisiyle birlikte yurtseverlik çizgisini ve değerlerini tasfiye etmesine çok net ve açık eleştiriler yönelttiğimiz de görülmektedir. Diğer yapıların ve bireylerin 80 öncesinde toplumsal uyanışta çaba ve emeklerinin bulunduğunu, buna değer verdiğimizi, ancak 26 yıldır pratik açıdan tasfiye olan işlevsizleşen ve bütünüyle umut olmaktan çıkan, bir anlamda kendini otenazi (mirar) halinden kurtaramayan eğilimleri yeniden yaşama döndürme çabasından öte; kadrolarıyla genç, ancak geçmişin tecrübe ve birikimlerini taşıyan kıdemli kadrolarla bağlantı içerisinde, kendini geliştiren yeni bir gelenek, akım ve yapının, umut ve enerji yaratmada en önemli seçenektir. Bu bir tercih meselesidir. Tercihimiz uzun vadeli, acılı ve bedelli gelişme imkanına sahip olsada, diğer alternatifleri daha değerli bulmuyoruz. Mevcut sosyo politik koşullarda olgusal olarak bakıldığında, bugün dahi Kürt ulusu içerisinde siyasal kuvvet anlamında “iktidar olan” ancak son 7-8 yılda her alanda çürüyen, dağılan meşru olmayan demokratik cumhuriyetçiliğin işbirlikçi konumuna rağmen, hiçbir toparlanma ve gelişme gösteremeyen ve diğer yapıları muhalefet saymış olmamıza rağmen bu muhalif akımların gelişmemesi de olgusal olarak bizi doğrulamaktadır. Çünkü “iktidarın” çürüdüğü toplumlarda muhalefette gelişip toparlanmıyorsa ve kendine inanç geliştiremiyorsa muhalefet çözülmüşlük sürecini başka bir şekilde daha önce yaşamış ve bundan kurtulamamış demektir. Siyasi analizlerimiz olguların nesnel olarak değerlendirilmesine dayanırken, Adil Duran ın eleştirileri ise. somut şartlardan kopuk idealist bir temenniden öte ,hiçbir anlam ifade etmemektedir.Çünkü Adil Duran, kendi tarz ve anlayışı sürdürme , dayatma ve ezberini bozmama konusunda demokratik cumhuriyetçilerden pekte farklı olmayan ve tek farkı işbirlikçi bir anlayışa düşmeden pratik siyasetin dışına savrulup bir insanın on parmağını geçmeyecek sayılara düşmüş olmalarına rağmen, hala parti veya örgüt olduğunu iddia ederek, kendini aldatmaya devam eden, aşınan, hatta teşkilat olmaktan çıkan ve hiçbir umut vermeyen “ yapılar arasında kurulacak iletişim ve bilgilendirme neticesinde, geçmişin kritiğini yaparak geleceğe yöneleceklerini beklemek “ saf dillilik olmalıdır. Gerçekte zaman ve emek kaysına yol açacak şey ;tarihsel sürecini bir şekilde doldurmuş yapı ve eğilimlerin otenazi haline düşmüş olmalarına rağmen, hala bunların bir halka yaşam alanı yaratabileceğini bekleyerek, aşırı muhafazakarlık içinde eskiyen de ve aşınan da çözüm aramaktır.Adil Duran bildirgemizin yayınlanmasından sonra; “ Keskin Sirke Küpüne Zarar” başlıklı eleştiri makalesinden hemen sonra 31-01-2006 tarihinde Peyamaazadi.com sitesinde yayınlanan: “ K. Kürdistan siyasi iradesi, aydınlara ve sanatçılara çağrımızdır” başlıklı metninde; “Kürt sorunu ile yüzleşmek istemeyen egemen ulusun demokrat ve solcuları ile de bir arpa boyu yol alınmayacağını geçmiş pratik mücadelelerden biliyoruz…Bunun için geçmişin doğru muhasebesini yaparak, bir takım hataları kendimizde onarmak, başta kendimizi ve süreci sorgulayarak eksik kalan temel taşları yerli yerine oturtmak zorundayız… her şeyden önce K, Kürdistan siyasi iradesini kendilerinde bulan siyasal parti ve örgütlerimizin bu inşa sürecinde, büyük düşünmesi ve bu bileşene ev sahipliği yapmasını umut ederek, böylesi çabaları bilince çıkarmasını ve buna öncülük yapmasını diliyor ve öneriyorum” demektedir. Aynı metinde; “Öylesi bir siyasal örgüt, insan hak ve özgürlüklerini güvence altına alan uluslar arası sözleşme prensiplerini dayanak alarak, iç hukuk ve siyasi prosedürde zorlanarak ifade ve düşünce özgürlüğü; kimlik sorunu ve kültürel hakları meşru bir zeminde kabulü doğrultusundaki kazanımları elde etmek mümkün”dür, demektedir. Arayışımıza tepki veren ve herkesi aynı tepkiyle eleştirmeye tahrik etmeye çalışan Adil Duran’ın bildirgemizden birkaç gün sonra toplumsal ve siyasal gereksinmeler konusunda ufku açılmış gibi bir arayışa yönelişinin bizden bağımsız olduğu söylenebilir mi? Bizim çözüm arayışımıza tepki gösteren bu aydınımız birkaç gün sonra çözüm arayışına yönelmiş ve kendi arayışını ise makul saymıştır. Bir aydının yada aydınların çağrısıyla çeşitli yapı ve eğilimlerin aydın ve sanatçıların bir araya geleceğini ve kimileri yönünden 26 yıl demokratik Cumhuriyetçiler yönünden ise 7-8 yıldır yapılamayan yenilgi sürecinin otokritiğinin yapılacağını ve bir konsepte birleşerek harekete geçirebileceklerini düşünüşü güzel bir temenni olmakla birlikte sözkonusu yapıların özellikleri nedeniyle sadece idealist bir duadır. Adil Duran; Kurulacak örgütsel yapının hedeflemesi ve başarması gereken sonuçları ortaya koyarken aslında bütünüyle demokratik cumhuriyetçilerin 7- 8 yıldır bir çözüm safsatası olarak dillendirdikleri çerçeveyi tekrar etmektedir. Ancak bu yazısından birkaç gün sonra yazmış olduğu ve Gelawej sitesinde yayınlanan; “ Bu değneğin iki ucuda tutulmaz” başlıklı makalesinde ise, aynen bizim gibi Demokratik Cumhuriyetçiliğin ortaya koyduğu çözüm konseptinin çözümsüzlük ve safsata olduğunu, bunların denetim altına girdiğini ve ulusal rotadan çıktığını ve diğer Kürt eğilimlerinin ise muhalefet bile yapmayı beceremeyecek nitelikte olduğunu belirtmektedir. Çağrı metnin de ise, daha önce ulus sorunuyla yüzleşmek istemeyen Türk sol grupları ile bir arpa boyu yol alınamayacağını belirtmişti. Bu durumda cepheden bizi eleştiren Adil Duran’ın, bir hafta sonra bizi tekrarlar noktaya geldiğini görebiliyoruz. Ankara ve Diyarbakır da yapılan birlik toplantılarında, değişik eğilimlere mensup olan yada bağımsız siyasetçi ve aydın durumunda olan bütün katılımcılara eski aidiyet ve anlayışlarını geçmişte bırakarak ve birey olarak katılımcıların kuracağı partide yer alarak , siyasetin önünü açabileceklerini ifade ettik. Bütün eğilim ve sınıfların içinde bulunacağı ve ulusal ideoloji ile siyasetin esas alınarak bölge, ülke ve dünya şartlarının yeniden değerlendirilmesi temelinde varılacak ortak paydayı esas alarak kurulacak partinin, birlik partisi olacağını ve bu tür bir partinin kitleler açısından çekim gücü olabileceğini düşündük.Ancak geçmişin gelenek ve aidiyetlerine sahip olduğunu iddia edenler çizgi ve eğilimlerini terk etmeyeceklerini daha ilk fırsatta belirtti.Geçmiş aidiyet ve eğilimlerin içerisinde yer alacağı bir partinin üçerli beşerli ve 8 ayrı odağa dönüşeceğini ve bu odakların uzaktan kumandalı olarak kendini var etme ve yansıtma çabası içerisine girerek , yapıyı işlemez duruma sokacağını ve sonuç itibariyle eksi aidiyetlerin varlığına dayanan bu tür bir parti oluşumunun hiçbir zaman partileşmeyeceğini, kitlelere pratik önderlik etme olanağı yaratmayacağını deklere ettik. Bu tür bir partiyle birlik mekanizması yaratılması önerimiz boşa çıkarılınca, küçük bir inisiyatif olarak, pek çok toplantı yapılmasına rağmen hedefsiz yürünemeyeceğini ve parti seçeneği tercih edilmediğine göre bu seçeneğe göre bazı dezavantajları olsa bile ;mevcut dağınıklık ve örgütsüzlük durumunu ortadan kaldırılıp güce ulaşmak ve kitleler için çekim gücü olabilmek için bütün eğilimlerin ve bağımsız şahsiyetlerin içerisinde yer alacağı bir kongrenin kuruluşunun hedeflendiğinin deklere edilmesi gerektiğini ifade ettik. Ancak uzun geçmişe dayalı gelenek ve aidiyetleri olduğunu iddia eden eğilim sahipleri ise, gerek kendilerine , gerekse katılımın bileşimine henüz tam anlamıyla güven getirememiş olduğundan olmalı ki, birkaç eğilim kongre hedefinin de mevcut aşamada deklere edilmesinin yanlış olacağını ileri sürdüler. Bir süre daha toplantıları devam ettirdikten sonra, bir çatı örgütü veya kongrenin hedef olarak konulup konulmayacağının netleşebileceğini ortaya koymaya çalıştılar. Ancak mevcut dağınıklık ve alternatifsizlik karşısında, kongrede bir birlik mekanizması olmakla birlikte, mevcut yapılar bir kongre oluşturduğunda dahi, kitle dayanaklarının ne olduğu ve nasıl geliştirileceği sorunsalı ise, bize göre üzerinde durulması gereken en önemli husustur. Yine gelenek ve tarzlarını devam ettirmede katı olan ve işlevsizleşen yapıların, eski x geleneği, eski y geleneği şeklinde bir kongre çatısı altında yer alması nedeniyle bunun işlerlik ve politik hareket kazanması ne derece pratiğe dönüşebilir? Bu önemli sorularımıza rağmen, eski aidiyetlerin bırakılmasına dayalı ve uzaktan kumandalarla yönetilmeyen bir parti oluşumu üzerinde anlaşmaya varılmadığına göre, mevcut dağınıklık güçsüzlük ve örgütsüzlük karşısında; acil bazı ihtiyaçlara cevap vermesi açısından, bir ulusal kongre yapılanmasında da yer almayı tercih ediyoruz ve ulusal kongre kurma hedefinin bir amaç ve hedef olarak deklere edilmesini istiyoruz.Bütün bu olgu ve yaklaşımlarımıza rağmen, bizi otenazi halindeki yapıların cenazesinde hutbe okumaya ve bu temelde kendini var etmeye keyifli saymak; Siyasetin pratiğine temas eden ve doğru algılayan bir yaklaşım değildir.Dolayısıyla ,”mevcut yapıların birbiri ile ilişkilenme ve bilgilendirme temelinde geçmişin otokritiğini alıp güncel koşulları değerlendirerek ortak payda üzerinden ulusal siyaset yapmaya yönelmelerini “26 yıldır engelleyen biz değiliz. 26 yıldır bunu istemeyen de biz değiliz. Kürtlerdeki iktidar en ağır derecede yozlaşıp kopmalara uğramasına rağmen, muhalefet olarak görülecek yapıların son 7-8 yılda dahi bir arpa boyu yol katetmemeleri karşısında, Adil Duranın önermeleri politik olgu ve şartlardan kopuk bir dua dışında nedir?Bu duasından birkaç gün sonra yazdığı iki yazıyı ise idealist dualarının anlamsız olduğunu görme ve vazgeçme olarak anlıyoruz.Son iki yazı bu şekilde algılanmayacaksa bu aydınımızın da bütünlüklü bir bakıştan dahi yoksun tutarsız ve neyi nereye koyduğunu bilmeyecek durumuyla düşünmek zorundayız.

Üçüncüsü; Adil Duran Mevcut eğilimlerin ve mücadele değerlerini ret ettiğimizi, hepsine saldırarak bütün eğilimleri gerici işbirlikçi statükocu şeklinde nitelendirdiğimizi belirtirken, Güney Kürdistan hareketinin birlik eksenli politika çerçevesinde girdiği uluslar arası ilişkiler bağlamında; “ emperyalizmin işbirlikçisi ve gerici” olarak adlandırıp adlandırmadığımızı sormaktadır. Hatta sanki gerici ve işbirlikçi olarak nitelendiriyormuşuz gibi bir eğilime ulaşmaktadır. Oysa bu tür bir eğilime ulaşmasına dayanak olabilecek en ufak bir olgu yoktu. Kaldı ki makalelerinde , analizlerimizden tek bir cümlede alıntı yapmadan, yorumlarını yazabilmiştir. Biz KDP ve YNK nin tek partide birleşmesini ve tek partide birleşmeyecek ise, bir kongre çatısı altında birleşmesini, iki ayrı hükümetin tek hükümete, tek mali sisteme, tek orduya tek idari sisteme dönüşmeden mevcut sürecin hedefe götürülemeyeceğini, bildirgemizi yayımlamamızdan çok önce ortaya koymuştuk. Birlik eksenli gelişme, savunduğumuz temel ilkelerimizdendir. Ayrıca bildirgemizde, ulus mücadelesinin bütün sınıf ve katmanların katılımına açık bir seferberlik hali olarak düşünülmesi gerektiğini ve burjuvazisinin , dindarının , milliyetçisinin dahi yüzleri siyasal iktidara dönük olduğu sürece ve sömürgeci statükoya karşı tutum alarak diğer toplumsal sınıf ve kesimlerle yurtsever çizgide mücadele etmeyi tercih etmeleri halinde, ulusal devrimci sıfat ve misyonunun sahibi olacaklarını belirttik. Mesut Barzani, ABD nin, pek çok sözcüsünün bağımsız bir Kürt devletine karşı olduklarına ilişkin açıklamalarına rağmen, beyaz sarayda ağırlandığında, Kürt ulusunun kendi ulusal devletini kurma hakkının bulunduğunu ortaya koydu. Kürtlerin ve evrensel bir ulus mücadelesinin temel vazgeçilmezlerinden vazgeçmeyen her yurtsever hangi sınıf ve anlayışa sahip olursa olsun yurtseverdir, ulusal devrimcidir. Bu nedenle Sayın Mesut Barzani ile mevcut politik çizgisi ve duruşu temelinde ulusal devrimci olarak değerlendiriyoruz. Bir ulusal hareket bütün güç odaklarıyla diplomatik ilişkiye girer, önemli olan vazgeçilmez temel değerlerden taviz verilmemesidir. Hatta bu yaklaşımı biraz daha uç bir noktaya götürerek şöyle de formüle edebiliriz. Kürtler Tercallan da dahi oturur, ancak Tercala uyup Temel vazgeçilmezler üzerinde tasarrufa gitmek üzere değil, Tercaldan yararlanmak üzere…Bu yaklaşım esas alınmaksızın, dört taraftan kuşatılmış mazlum Kürt halkının siyasi otoritesinin diploması yapabilmesi, bölgesel devletler ve uluslar arası odaklar arasındaki çelişkilerden yararlanarak sıyrılabilmesi olanaklı değildir.

Ayrıca, Apo’nun kültüne bağlı olarak ordunun denetimine giren ve ordunun Kemalist konseptini işbirlikçi tarzda ülkemize taşırma ve bütün değerlerin tasfiye ve çözümsüzlük sürecine sokma pratiğini geliştiren Demokratik cumhuriyetçilerin bir parça da olsa söz, irade ve inisiyatif sahibi olan üst düzey yöneticileri dışında hiç bir Kürdistani eğilime gerici ve işbirlikçi sıfatını yakıştırmadık. İşlevsizleşen ve aşınan yapıları dahi ideolojik açıdan taşıdıkları değerler itibariyle yurtseverlik çizgisi içerisinde değerlendiriyoruz. Bu nedenle de, bu eğilim sahipleriyle bir araya geliyoruz. Ancak sadece demokratikçi anlayış ve duruşla yan yana gelme olanağımızın olmadığını belirtiyoruz. Bunlarla yan yana gelme olanağımız mevcut işbirlikçi çizgilerini terk edip yurtsever çizgiye gelmelerine bağlıdır. Bu nedenle Adil Duran’ın , bütün Kürt eğilimlerini gerici işbirlikçi olarak mahkum edip ret ettiğimize ilişkin saptamalarını neye dayandırdığını anlayabilmiş değiliz. Adil Duran, saptamalarına dayanak olabilecek her hangi bir alıntı bile gösterememektedir. Adil Duran, bu eleştiri yazısından iki gün sonra ; Kürt eğilimlerine aydın ve siyasetçilerine çağrıda bulunarak geçmişin muhasebesinin yapılmasını ve geleceğe dönük bir programla nasıl yol alınabilineceğinin saptanmasını istedi. Ancak bu somut şartlardan soyut idealist bir dua dışında hiçbir şey olmadığından ve siyaseti algılamaya temas etmeyen bir yaklaşım olduğundan, muhatap gördüklerinden her hangi bir tepki dahi alamamış olmalıdır. Adil Duran ın, bildirgemizin eleştirisine dayanan yazısının yayınlanmasından birkaç gün sonra yayınlanan çağrı yazısı, aslında sorunu gündeme koyduğumuzu, güncelleştirdiğimizi ve başkalarının arayış ihtiyaçlarını da pratikleştirerek hayata geçirmeye başladığımızı gösterir. Adil Duran söz konusu çağrı yazısından sonra , yukarıda da değindiğimiz gibi, Gelawej sitesinde “ Bu değneğin iki ucuda tutulmaz” başlıklı makalesini yazarak bu makalede bizi tekrar etmeye başladı.. Bu makalesinde “ Sorunun çözümüne yönelik birbirine zıt çifte standartlı eğilimler var. Birinci eğilim… PKK nin kendi dışındakileri ; “ hain, işbirlikçi, Kemalist statükocuları, ilkel milliyetçiler olarak, tasfiyeye mahkum ettiği siyasi yapı, 2. eğilim ise, birinci eğilimin karşısında doğru bir muhalefet bile yapmayı becermeyen değişik Kürdistani parti ve örgütler. 1992 den sonra kendi siyasal amaç ve hedeflerinin gerisine düşen İmralı çizgisi çözüme yönelik atılan adımlarda içinden çıkılması gereken süreci zorlaştıran bir tutum değişikliği içerisine girerek, ulusal rotadan çıkmasıyla birlikte” demekte ve devamla, İmralı çizgisinin unsurları olan; “ Demokratik Cumhuriyet, anayasal vatandaşlık, alt kimlik, üst kimlik, Kürdistan Demokratik konfederalizm önderliği gibi safsatalarla Kürdistan ulusal gerçeğine süreç ve koşullarıyla örtüşmeyen tamamıyla ulusal duruştan kopuk hiçbir değeri ve hayati öneme sahip olmayan” ideolojik politik anlayışla çözümsüzlüğün tamda kendisinin dayatıldığını illeri sürmektedir. Ayrıca “ keskin sirke küpüne zarar” adlı makalesinde, Kurdokya bildirgesi kast edilerek; “ K. Kürdistan da aynı argümanları siyasal programlarını süs ve lüksü haline getiren onlarca yapı var ve mücadele yıllarında hiçbir güç bu reçeteyi ulusal programla ilişkilendirerek pratik yaşama kazandıramadı.” Demektedir. Bildirgenin eleştirisindeki bu saptamasının yanında daha sonra yazdığı yazılarda ise, gerek demokratik cumhuriyetin ,gerekse diğer eğilimlerin durumuna ilişkin saptamalarında bizden farklı bir şey söylememektedir. Fakat her ne hikmet ise ,farklı bir şey söylüyormuş gibi bir yüklenim içinde girdi. Nasname sitesinde yayınlanan; “ Bu hamur çok su ister” adlı makalesinde; “ anayasal vatandaşlık alt kimlik, demokratik cumhuriyet, demokratik konfederalizm vb. gibi uç noktalardan alınan safsata tezlerin hiçbir hayati önemi olmadığı gibi, gerçekçi çözüm önerileri olarak almakta mümkün değil… Değerli Hukukçu Medeni Ayhan’ın duruşu, mücadeleci ve yiğit kişiliği ile birikimi sonucu ortaya çıkan olgu ne yazık ki ideolojik olarak değil, bu güçlü kişiliğe olan bağımlılıktan dolayı kabul görüyor… nerdense böylesi programla özdeşleşen yapıların, eski tüfekleri parti elden gitmesin korkusuyla durumu sessizce geçiştirdiler… Çıkar peşinde değilim. Öyle bir karizmaya da sahip değilim. Bu dava benim halkıma karşı olan vicdan borcum, onur ve namus davasıdır. Buyurun gerisini siz getirin” demektedir. Sayın Adil Duran ın dünya, bölge ve ülke şartlarımıza göre somutun yeni tahliline dayanan analizlerimizin, genel kabul görmesini, bir arkadaşımızın varolan özelliklerine bağlaması; olgusal ve gerçekçi değildir. Siyasette, karizmatik kişilerin kadro ve kitleleri örgütleme ve yönlendirme yada sürükleyebilme rolü vardır.Bu da bir önem taşır. Ancak sorunun ana hususlarını yakalayıp nesnel olarak analiz etmeden, doğru sonuç ve programlara ulaşmadan bütün güç ve eğilimleri somut şartları içinde objektif olarak tanımlayıp değerlendirmeden yazanları kim olursa olsun genel kabul gören tespit ve sonuçlara ulaşmış olmak olanaklı olmadığı gibi,örgütlenip halk kitlelerini harekete geçirmeden en mükemmel programları ortaya koyanlar dahi sonuç alamazlar. Biz bunu söylerken mükemmel bir program taslağı çıkardığımızı iddia etmiyoruz. Mükemmellik bilime aykırıdır. Her bildirgede, toplumsal pratikte denendiğinde mutlak anlamda, eksik, bazı noktalarda yanlış çıkan yorum ve noktalar da olabilecektir. Önemli olan temel analizlerin ve temel doğrultunun somut şartlara dayalı ve nesnel bir çerçevede geliştirilmiş olmasıdır. Hatta ulusumuzun ana sorununun, mükemmel bir programa ulaşmak olmadığını düşünüyoruz. Çeşitli eğilimlerin tabanında yer aldığı iddia edilen politik halk kesimlerimizin arasında hedef ve amaç açısından bir ayırım olamadığını düşünüyoruz. Varolduğu illeri sürülen ayırımlar, bu eğilimlerin üst yapısında yer alan küçük çekirdek kadroların ürettiği ve korumaya çalıştığı şeylerdir. Bu nedenle ana mahiyeti itibariyle, Kürt ulusunun, diğer dünya uluslarıyla tam hak eşitliğine sahip olmak üzere , siyasal açıdan kendi kaderini tayin hakkını savunuruz, cümlesi esas alınmak kaydıyla , Kürdistan ın geniş birliğini yaratma imkanı vardır. Bu ulusal ideolojik politik doğrultudan isteyen bağımsızlığı, isteyen federasyonu anlar. Ancak bu ana doğrultu, her iki çözüm biçiminide kapsar.

Federasyonu çözüm tarzı olarak isteyenlerin çok önemli bir bölümü dahi,sadece şartlara dayalı olarak gerçekçi davranma adına bu talepte bulunduklarını ve uygun koşulların doğması halinde söylem ve hedeflerini bağımsızlığa dönüştüreceklerini belirtmiyor mu? O zaman sorun hem yeni kuşağın, hemde geçmişin tecrübesini taşıyan kıdemli kadroların bütün sınıf ve eğilimlerle birlikte yer alabileceği mücadele mekanizmasını ( aracını ) birlikte yaratıp geliştirmek ve ulusumuza alternatifsizlik, çürümüşlük, çözümsüzlük ve yozlaşma dayatılırken çekim gücü olabilecek bir seçenek açarak, yurtseverlik değerlerini ve mücadele pratiğini ayakta tutmaya çalışarak harekete geçirebilmektir.

Öte yandan Adil Duran ın; “ Bu hamur çok su ister” makalesini,“ Buyurun gerisini siz getirin” cümlesiyle bitirirken,” Keskin Sirke Küpüne Zarar” makalesini ise; “ Örgüsü ateşten bu gömleği giyene aşk olsun” cümlesiyle bitirmektedir. Kürdistan yurtseverliğinin pratik mücadelesinin ateşten bir gömlek olduğu doğrudur. Ancak bu gömleği giymeyi amaç edinmeksizin ve gömleği giymede kararlı olmaksızın, hiç kimse sorumluluktan kurtulamaz. Eyüp Milli’ ( Kıran ), “ siyasetçi olmadığı” nı söylüyerek sorumluluktan kaçmaya yönelirken, Sayın Adil Duran ise; kendisine hiçbir misyon yüklemeden, “ gerisini siz getirin” diyerek sorumluluktan kaçmaktadır. Ülkemizin ve dünyanın koşullarını yorumlayabildiğimiz iddiasında isek, bir yorumun değerinin olabilmesi için herkesini gücü ölçüsünde görev, sorumluluk ve misyon yüklenmesi zorunludur. Çünkü, dünyayı doğru yorumlamak ; kötü sosyal ve siyasal şartları pratikle değiştirmeye dönük olduğu sürece değer taşır. Aksi taktirde,bütün yorumlarımız sadece kendimizi tatmin etmeye yarayacaktır.

Sayın Adil Duran, “ Keskin sirke Küpüne Zarar” adlı makalesinde; “ bu önemli bir tartışma sorunu , kaldı ki, bu kuruluş bildirgesi ( Kurdokya Bildirgesi ) bir muştu gibi bütün Kuzeyli Kürtlerinin sanal ortamından yayın organından yorumsuz olarak geçiyor. Bu sessiz geçişin anlamı, “ Tarafım, onaylıyorum, kabulleniyorum” demek değil de, nedir?” diyerek bildirgemize yönelik eleştiri getirilememesine adeta isyan etmekte ve eleştiri getirilmesi için bir anlamda tahrikte bulunmaktadır. Bu bildirgenin kabul görmesi sadece mevcut somut koşullarda Kürt siyasetinin ortak payda seçmesi gereken temel bazı tespit ve analizlere ulaştığımızı gösterir. Buda bir tepki nedeni olmamalıdır. Adil Duran bu yaklaşımı yerine, değişik aydın ve siyasetçilerimizin olumlu yada olumsuz şekilde değerlendirmelerini içeren görüşlerini beyan etmeleri için özendirici olsaydı, daha anlamlı olurdu. Çünkü eleştiriler yanlış olduğu taktirde karşı eleştiri ile doğrularımızı derinleştiririz. Buna karşın eksik ve yanlış olan hususların gerekçeleriyle gösterilmesi halinde, bizim açımızdan ufuk açıcı ve yanlışlarımızı giderici bir katkı olur. Bu da doğruların daha da derinleştirilmesine ve ortak paydanın el birliği ile güçlendirilmesine imkan sağlar. Gerek bilim, gerekse politikanın teorisi değişik yer ve yönlerden katkıyı gerektirir. Önemli olan insanların yada eğilimlerin kendi ürettikleri düşünceleri katı bir doğmaya dönüştürüp kendilerini ürettikleri doğmaların mahkumuna dönüştürmemesidir.

Sayın Adil Duran; Bildirgemizde ifade bulan hem devrimci, hemde ulusal olan bir oluşumun gerek sömürgeci sistem, gerekse uluslar arası güç odakları tarafından icazet almayacağını ve ulaştığımız analiz ve formülasyonların legal mücadele zeminine aykırı olduğunu illeri sürerek eleştiri getirmektedir. Her şeyden önce biz meşruluğumuzu zedeleyecek yasaları değil, meşruluğumuzu esas alıyoruz. 1980 öncesinde çocuk yaşta idik. Ancak bu süreci izleyen çocuklar yerine, bizzat yaşayanlar yeterince anlayabilmiş gözükmüyor. Bütün eğilimiler kendilerini farklı şekilde tanımlasa da, dernek ve kurumların il ve ilçe merkezlerinin ilk bakışta görülen yerlerinde idi. Kürdistanın sömürge olduğunu savunup ulusal kurtuluş programını ortaya koyan bu eğilimler, kendi derneklerinde eğitim alıp tartıştığı gibi, bu derneklerden yola çıkarak yürüyüş ve mitingler yapabilmekteydiler. Bu örneği verirken, geçmiş sürecin değişik yanlarını analiz edip gerektiği noktada yararlanabileceğimizi, ancak kesinlikle geçmişin tümden bir tekrarı şeklinde bir gelişmeyi de kabul etmeyeceğimizi belirtiyoruz.Bugünkü koşullarda gerek devletin gerekse gerici ve işbirlikçi karakter kazanan demokratik cumhuriyetçi ideolojik politik kuşatmaya karşı, Kürdistan yurtseverliğine ve siyasal iktidar hakkına dayanan çizgiyi ayakta tutmak, karşı bir blok oluşturmak, kitlelere açıktan alternatifsiz olmadığını gösterebilmek ve güven vererek kitle içerisine yayılarak örgütlenebilmek tercih nedenimizdir. Kapalı bir mücadele yöntemi ve askeri bir mücadele tarzını tercih etmiyoruz. Kırsal alanda demokratik cumhuriyetçilerin, korucuların, düzenli ordunun ve kontır-gerillanın bulunduğunu ve bunların 20 yıllık süreçte uzmanlaştığını kendine bağlı bir kitle oluşturduğunu, bu odaklardan hiç birinin kendilerine alternatife tahammül etmediğini ve bu odaklar arasına bir avuç insanla sıkışanların daha başlangıç itibariyle kendilerini tasfiyeye uğratacağı açıktır. Mevcut koşullarda Kürtlerin kendi acılarına yeni yeni uyandığını, şok, hayal kırıklığı içinde politik irade kırılmasına uğratıldığını ve büyük bir güvensizlik içerisinde politikadan uzaklaşır duruma sokulduğunu, öte yandan kır alanında gezenlerden kimin kim adına çalıştığının dahi, belirsiz hale gelmiş olduğu görülmektedir. Bu nedenle söz konusu odaklar dışında kalan Kürtlerin, kırda hiçbir odağa güvenmediğini ve en düşük düzeyli ilişkilenmeye bile redçi yaklaştığını görüyoruz. Ancak buna rağmen ulusal mücadelenin vazgeçilmez temel değerleri olan ülke, ulus ve siyasal iktidar hakkı ( bağımsızlık ) terk edilmemek kaydıyla değişen somut şartlara göre diğer analiz yol ve yöntemlerin değişebileceğini belirtmiştik. Yani yol ve yöntemler mutlak olarak ele alınamaz. Bize ve halka yönelik gerçekleşecek ağır saldırılara karşı koşullar elverir vermez ,yeniden bir değerlendirme yapılmaması için hiçbir neden yoktur. Gandi, Hindistan da mücadeleye başlarken sadece; “ Hindistan kendi kendisini yönetecek” şiarını ifade etti. İngiliz sömürgeciliği Hindistan dan ayrılmak durumunda kalırken de aynı şiarı tekrarlayıp gerçekleştirdi. Gandi bir burjuva sosyal demokratı olarak mücadele ederken, yanında köylülük, yurtsever feodaller, esnaf, küçük burjuva kesimler ile diğer emekçi sınıflar vardı. Gandi nin yanında sosyalist Nehru da, dindarlar ve milliyetçilerde vardı. Vietnam ulusal kurtuluş hareketi içinde sosyalistlerin yanında, burjuva kesimler, milliyetçiler ve dindarlarda vardı. Biz, bütün sınıf ve katmanların mücadeledeki birliği temelinde ulusal kurtuluş mücadelesi verilmesinden yanayız. Bu nedenle bir oluşum ulusal iktidara yöneldiği sürece , ister istemez hem ulusal, hemde devrimci olacaktır. Bu tür bir oluşum, gerek geçmiş ,gerekse bu günkü statü itibariyle hiçbir sömürgede istenmeyecektir. Ancak ulus mücadeleleri mevcut dış iradeleri olduğu gibi kabul etme ve bütünüyle kendini icazetlere yatırma yerine, ısrarlı bir zorlama hareketidir. Bu ısrarlı zorlama hareketi ister istemez çeşitli ülkeler arasındaki çelişkilerden akıllıca yararlanacak ve uluslar arası hukukun yararlanılabilinir bazı ilkelerini işletecektir. Ulusal ve devrimci bir oluşuma icazet verilmeyeceği düşüncesiyle, hem ulusal hem devrimici bir oluşumdan vaz mı geçelim? Hem ulusal, hemde devrimci olabilecek bir oluşumun başkaca varlık koşulları mevcut şartlar itibariyle varmıdır ?

Sayın Metin Esen ise; Peyama azadi sitesinde yayınlanan; “ Kurdokya Metni üzerine” başlıklı makalesinde; “.. bu metni ( Kurdokya Bildirgesi ) hazırlayan ve savunan arkadaşlar üzerinde hareket ettikleri ve savaşa girebilecekleri yeri gerçekten bilmiyorlar. “ saptamasında bulunmakla birlikte, üzerinde hareket ettiğimiz ve mücadele edeceğimiz zeminin ne olması gerektiğini ise açıklayamamaktadır. Bu tür bir genel yorum cümlesine karşılık olarak, bir üst paragrafta Adil duran a yanıt olarak verdiğimiz açıklamayı hatırlatarak bırakıyoruz.

Metin Esen devamla ; “ Sömürgecilik, faşizm, emperyalizm olguları ele alınırken bilimsellikten uzak ele alınmaktadır…her kötülüğün adı faşizm değildir. Her mücadele aracı buna göre oluşturulamaz, hele hele sömürge Kürdistan hiç olmaz. Sömürgecilik ve faşizm aynı olgular değildir… üstelik hem ulusal, hem emekçi iktidar mücadelesi aynı program içinde yer almaz, aksine birbirini dıştalayan ve birbirinin zıttını oluşturan olgulardır…Tüm belirlemeler, Türk sol düşüncesinin geçmiş yıllarda savunduğu teorik çerçevedir, bu yanıyla Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin hedef ve amaçlarına program olarak yabancıdır… Bugünkü sürecimize yansıyan ve aşılmasında da zorlandığımız yenilginin nedenlerini anlamadan, hesabını kitabını yapmadan, geleceğe yönelik sağlıklı bir programla yola çıkmak mümkün değildir… bildirgede “bütün ulusal kesim ve sınıfların birlik zemini olacak ulusal ideoloji ve politikayı geliştirip güncelleştirmeyi esas alıyoruz.” Demektedir. Devamla,” Peki nedir, “ bütün ulusal kesim” denilen ile sınıflar arası birlik?...Diğer bir sorun “ ulusal ideoloji” ( ! ) ne demektir, ulusal ideoloji nasıl doğar ? Ulusal kültür, ulusal sanat, ulusal edebiyat, ulusal politika ve siyaset vardır… fakat ideoloji değildir. Hiçbir zaman ulus ideolojisi olmaz, sınıf ideolojisi vardır. Ve her sınıf kendi ideolojik argümanıyla siyasal iktidarı ele geçirmeyi hedefler… 83 yıllık Türk sömürgeci devletinin militarist iktidar niteliğini faşizm olarak açıklamak, siyaset bilimini ters yüz etmektir…Kürdistan’daki askeri işgalin sömürgeci karakterinin ve aynı zamanda Türk devletinin askeri bürokratik devlet yapısı olan militarizme karşı ( olması gerekirken ), olmayan faşizme karşı mücadele çağrısı yapıyor.” Cümleleriyle bildirgemizdeki analizlerden soyut ve nesnel niteliği olmayan yorumlarda bulunmaktadır. Bu yorumların gerek ideoloji politik, gerekse bilim ölçüleri içerisinde bir değerinin olmaması yanında, sanki metnimiz okunmadan, bir göz atma üzerinde değerlendirilmiş hissi verilmektedir.

Birincisi, bir siyasi metin üzerinde yoğunlaşılmadan ve söz konusu metinden alıntılar yapılmadan illeri sürülmüş tezlere karşı oluşturulacak anti tezler açıklama ve olgusal dayanaklarıyla ortaya konulup çürütülmeden, genel yorum cümleleriyle bireylerin inançlarını ifade etmesinin bir değerinin olmayacağı aşikardır. Metin Esen in, yukarıda alıntısını yaptığımız cümleleri dahi, kendi içerisinde bir bütünlük ve tutarlılık taşımamaktadır. Kürdistanın içerisinde bulunduğu siyasal statünün sömürge mi yoksa işgal mı olduğuna dahi net olarak karar verememektedir. Sömürgecilik, faşizm ve emperyalizm olgularını ele alışımız çeşitli açıklamalar yanında, bazı olgulara dayalı olarak temellendirilmiştir. Bu tezler bilimsellikten uzak ise hangi gerekçeler ve dayanaklar nedeniyle uzak olduğunu ortaya konması siyasi analizde bulunan kişinin yükümlülüğüdür. Bu temel yükümlülüğe dahi yanıt verilmeden, yorumlar yapıldığı görülmektedir. Sömürgecilik ile faşizmin aynı şey olduğuna ilişkin bir yaklaşımımız ve tespitimiz varmış gibi tespitler yapılıp , bu çarpıtılmış tespitler üzerine eleştiri yapılması etik çerçeveye de uygun düşmemektedir. Yine sanki her kötülüğün adını faşizm şeklinde tanımlamışız gibi bir saptama yapılıp, bunun üzerinden eleştiri yapılmaya çalışılması da aynı şekilde etik çerçeveye oturmaz. Bu tür yaklaşımlarımızın olduğunu gösteren tespit ve analizlerimizin eleştiri yazılarında dayanak olarak gösterilmelidir. Örneğin bildirgemizde İran’ında sömürgeci bir devlet olduğunu, ancak faşist bir devlet olmadığını, ırkçı, militarist ideolojik politik bir yapılanmaya sahip olduğunu gerekçeleriyle birlikte ortaya koymuştuk. O zaman Metin Esen in; “sömürgecilik ve faşizm aynı olgular değildir…Her kötülüğün adı faşizm değildir” şeklindeki eleştirisel saptamalarının bir dayanağı varmıdır? Bunlar, sırf yazmış olmak için makale yazıldığını göstermektedir.

İkincisi; Kürdistan’ı aralarında bölüşmüş dört sömürgeci devletin Kürdistan’ı sömürge statüsü altında tutmuş olduğunu; ülkemizin yer altı yer üstü zenginliklerinin sömürge metropollerine aktarılması, Kürdistan’daki emek gücünün sömürgeci gücün metropollerine ucuz iş gücü olarak yönlendirilip, artı değer transferinde kullanılması, Kürdistanın yan bir Pazar olarak işletilmesi, mevcut devletlerin askeri, idari, siyasi, Kültürel kurumlarıyla Kürdistan”da kurumsallaşması gibi pek çok olgu ile açıkladık. Bu temellendirmemize bir itiraz söz konusu ise; hangi gerekçe ve olgusal dayanaklarla itiraz edildiğini ortaya konması gerekmektedir. İşgal statüsü ile sömürge statüsünün dayandığı olgular birbirinden farklıdır, o zaman eleştiri sahibinin sömürgecilik değerlendirmesini bilim dışı yaptığımızı iddia ettiğine göre, bunun neden ve dayanaklarını ortaya koyup iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Kürdistan’ı bölüşüp paylaşmış devletler içerisinde; sadece Türkiye Cumhuriyetinin günümüz itibariyle aynı zamanda emperyalist bir devlet olduğunu ortaya koyduk. Türk devletinin ekonomik sistemi itibariyle tekelli aşamada olması ve çeşitli sektörlerdeki tekellerinin kendi ulusal sınırlarının dışındaki kıta ve ülkelere kendini taşırıp yayılması, devletin gerek Kıbrıs harekatı, gerekse Afganistan da İsaf komutanlığını dönüşümlü olarak alan ülkeler içerisinde olması, Balkan ve Somali”deki müdahalelere emperyalist odaklarla birlikte müdahalede bulunması ve bu müdahaleler karşılığında gidilen ülkelerde çeşitli sektörlerde pay alması, öte yandan Kafkaslar da iktidar değişikliği yaratmaya dönük sınır ötesi operasyonlar örgütlemeleri, NATO da 2. büyük askeri güç oluşları yanında, büyük nüfus ve önemli bir siyasi güce sahip sayılı ülkelerden olmaları emperyalist niteliğini kazandıran temel olgulardır. Emperyalizm, kapitalizmin gelişme çağında kapitalizmin tekelli üst aşamasıdır. Bu aşama içerisinde olduğunu belirttiğimiz emperyalist Türkiye’nin , emperyalist olmadığı iddia edilerek bilim dışı analizler yaptığımız iddia edildiğine göre , eleştiri yapabilene anti tezinin neden ve gerekçelerini ve dayandığı olguları ortaya koyması sorumluluğunu da yüklemektedir. Ancak bu sorumluluk yerine getirilmeden, hiçbir olgu ve karşı tez geliştirilmeden ,analizlerimizin bilim dışı olduğunu iddia etmekle yetinmek, genel yorum ve geçiştirmelere başvurmak , ciddi siyasi eleştiri yapmaktan bütünüyle uzaktır.Bunlara bilim ölçüleri içerisinde eleştiri bile denmez. TC nin, neden emperyalist bir devlet olduğuna ilişkin uzun uzun ve dayanaklarıyla birlikte değerlendirmelerimizi bildirgede yapmış olmamıza rağmen, okunmadan ve hiçbir olguya dayanmadan genel cümlelerle bilgiçce yorumlar yapıldığından, emperyalizme ilişkin değerlendirmemizi yeniden özetlemek zorunda kalıyoruz.

Küçük bir hareket olarak ortaya çıkan İttihat ve Terakkinin hem kendisi, hemde devamı olan ve TC nin resmi ideolojisi durumunda olan Kemalizmin faşist bir ideoloji olduğunun en önemli dayanakları ise; güneş dil teorisi ve Türk tarih tezi ile bu ideoloji çerçevesinde devletin kuruluşundan bu yana devam eden retçi , inkarcı, en gerici ve en bürokratik, en saldırgan ve en ırkçı karakterinden kaynaklanan katliamcılığı ve soykırımcılığıdır. Kemalizmin bünyesinde taşıdığı ve güncelleştirdiği paronaya ve bu paronaya çerçevesinde gerçekleştirilen saldırılar, bütün Kürdistan milliyetlerinde travmalara yol açmıştır. Kemalizm devletin yegane ideoloji ve politikası olarak devletin kuruluşunda ve kurumsallaşmasında cisimleştiğinden, faşist ideolojili partilerin misyonu bile sadece mevcut faşist devleti nitelik ve statükosu ile birlikte korumak dışında bir şey değildir. Çünkü faşist ideoloji ve resmi ideoloji ve politika süreklilik arz edecek şekilde iktidarda olduğundan, her hangi bir faşist hareketin bile devletin niteliklerini değiştirme olanağı yoktur. Bir faşist hareketin iktidarı alarak geliştireceği uygulamalar, yada oluşturacağı semboller, zaten devletin resmi kurumları aracılığıyla kurumsal şekilde oluşturulup korunmaktadır. Kürdistanın bütün dağlarına; “ ne mutlu Türküm diyene” yazılması, bütün Kürt çocuklarının her sabah andımız adı altında; “Türküm, doğruyum, çalışkanım.. varlığım Türk varlığına armağan olsun” diyerek and içmek zorunda bırakılması ve Kürt ulusunun ulusal kimliği, kültürü, dili ve ülkesiyle birlikte en katı tarzda ret ve inkar edilmesi, bilinen faşizm uygulamalarından daha ilkel bir faşizm türüdür. Katı devlet kapitalizmi; devlettin kuruluşunda cisimleşen ve kurumsallaşan sürekli faşizm olarak uygulanan ve ihtiyaçlara göre örtülü yada açık olarak pratikleştirilen ve bu nedenle klasik faşizmden farklılaşan Kemalist faşizmin alt yapısıdır. Musolini nin iktidarı alıp devletin niteliklerini faşist bir ideoloji çerçevesinde değiştirerek kumsallaştırdıktan sonra ; “ “faşist devlet” adlı, kitabını yazdığı ve devletinin faşist bir devlet olduğunu ortaya koyduğu bilinmektedir. Bunalım döneminde, küçük burjuvazinin bir parti ve akım olarak, devletin iktidarını ele geçirip kendi ideolojisine göre şekillendirmesine dayanan Hitler ve Musolloni faşizmine nazaran, Kemalizm şeklinde ortaya çıkan faşizm daha katıdır. Batının klasik faşizmi, kendi milliyetini yönetmek üzere varolan yüce milliyet ve ırk olarak tanımlayıp diğer milliyet veya ırkları ise yönetilmek üzere alt kategoride kabul ederken, Kemalizm ise, diğer milliyetlerin varlığını alt kategoride dahi kabul etmemekte ve tümden inkar etmektedir. İkinci enternasyonalde, faşizmin çeşitli ülkelerdeki temel nitelik ve özellikleri tartışılarak, faşizmin bir tanımına ulaşılmıştı. Enternasyonalin tanımına göre faşizm; “burjuvazinin en gerici, en saldırgan en bürokratik, en ırkçı yönetim biçimidir.” İster bu tanım, istenirse başka tanımlardaki faşizm unsurları esas alınsın, Kemalizmin ideolojik mahiyeti, politik uygulamaları nazara alındığında faşizmdir.Basiszim de, aynı şekilde ırak ve Suriye devletlerinin resmi ideoloji ve politikası olarak Kemalizmin bir kopyası şeklinde ,katı devlet kapitalizminin alt yapısı üzerinde şekillenmiş en saldırgan, en ırkçı , en bürokratik, en gerici ve terörist bir devlet yapılanmasıdır.Türkiye, ırak, Suriye devletlerinin siyasal tarihi içerisindeki politik uygulamaları , devletin resmi anlayışı ve kurumlarının şekillenişi, bu devletlerin faşist olduğunu ortaya koymaktadır. Irak taki Basçı lık tasfiye edilerek devletin yapısı ve niteliği değişmekle birlikte, Türkiye ve Suriye de aynı yapı ve İran daki sömürgeci ırkçı yapı devam etmektedir. Türk devletinin , Avrupa birliği kıstasları çerçevesinde kendisini dönüştürüp, Avrupa birliğine girmesi halinde, devlette cisimleşen faşizmin liberalize edileceği, bu tür bir kısmi gelişime yol açacağı düşünülmelidir. Metin Esen, Kemalizmin ve Baasizmin ideolojik niteliğini politik ve bürokratik uygulamalarıyla soykırımcılığını, inkarcılığını, Güneş dil teorisi ve Türk dil tarih tezini hiç incelemeden ve bildirgede ortaya koyduğunuz olgu ve açıklamalara karşı her hangi bir olgu ve açıklama getirmeden itirazda bulunmaktadır.Bu nedenle, “ Kemalizmi faşizm olarak açıklamak, korkunç bir durumdur” diyen Metin Esen , Türk devletinin sadece militarist bir iktidar yapısına sahip olduğunu ve Kemalizmin; “ ırkçılık temelinde geliştirdiği fanatik şoven milliyetçiliği ile emeği köleleştiren ve her türlü siyasal muhalefeti yasaklayan anti demokratik tasarrufları ile faşist kaynağın hareketi kaynağı olagelmiştir. ( Rızgari Faşizm Broşürü sayfa 81 Denge Komal Yayınları )” diyerek , Kemalizmin sadece faşist hareketin kaynağı olduğunu illeri sürmeye çalışmaktadır. Yani Metin Esen gibi, Rızgari nin Fi tarihinde yazmış olduğu bir broşürdeki bir cümleyi esas alarak,Kemalizmin faşist hareketin kaynağı olduğunu söylerseniz , kendisine göre bilimsele olursunuz. Buna karşın pek çok olgu ve açıklamaya dayalı olarak, Kemalizmin faşizm olduğunu illeri sürerseniz, bilim dışı bir yaklaşım geliştirmiş olursunuz . Metin Esen nin ,bilime ve bilim dışılığa bakış açısı bu çerçevededir. Bu nedenle Metin Esen in dillendirdiği anlayışın sahiplerinin sığ ve ezberci olduklarını , kendi ezberlerini bozmamızdan korktuklarını ve olgulara oturmayan saptamaların mahkumuna dönüştüklerini söyleyebiliyoruz. Metin Esen devamla; “ … oysa işçi sınıfına karşı savaş, küçük burjuva özelliği taşıyan yeni bir yığın temeli üzerinde gelişmeye başlıyorsa, işte o zaman ve yalnız o zaman kullanmalıyız faşizm terimini. ( Togaliati, faşizm üzerine dersler )” demektedir. Oysa bu alıntı ve saptamaların bilim ölçüleri temelinde hiçbir değer ve anlamı yoktur. İdeoloji, tarihsel ve toplumsal süreçlerin kalp vurumuna göre yorumlanıp geliştirildiği sürece nesneldir. Faşizm kavramını kullanabilmek için”öteki” olarak nitelendirilip saldırı hedefine konulanın , özel olarak işçi sınıfı olması zorunlu değildir. Almanya’da Nazi faşizminin öteki olarak Yahudileri ve diğer milliyetleri “öteki” olarak hedef tahtasına koyarak soykırımlara giriştiği bilinmektedir. Saddam faşizminin ise, sunilere dayanarak, Kürtlere yönelik soykırım geliştirdiği gözlemlenmiştir.Güney Afrika’daki faşizmin, ırk ayrımcılığına dayalı olarak ortaya çıkıp geliştiği aşikardır. Bu nedenle Metin Esen, veya alıntı yaptığı Togaliati gibi , Faşizm kavramının kullanılması için zorunlu tek kıstasın ;” işçi sınıfına karşı küçük burjuva temeli taşıyan yığınsal bir saldırının varlığı olduğunu” düşünmüyoruz. Ayrıca Togialti ve Gramşi gibi aydın ve siyasetçilerin kendi ülkelerinin somut koşullarında ortaya çıkan süreçlere ilişkin olarak getirmiş oldukları analizlerden öte, teorik birikimi olan Kürt aydınlarının ülkemizin somut şartlarının gözlemine ve analizine dayanan düşünceleri daha önemlidir. Bu çeşitli ülkelerin tarihsel süreçlerine de ortaya çıkan tecrübe ve birikimleri red etmekte değildir. Sadece Metin Esen ve benzeri kişilerin uzun yıllar önce, bazen doğru, ama çoğu zaman yanlış ve olgulara dayanmayan kalıplar üzerinden oluşturulmuş saptamalara ,ezberci ve sığ bir bakışla tapınmasını, kendi gözleriyle gözlem yapıp araştırmaya yönelmemelerini ve ezbercilikten kurtulmamalarını tuhaf buluyoruz. Bunlar bir anlamda putçuluk döneminde kendi eliyle put üretip , putlarına tapan ve kendi yaratımlarına tutsak düşen insanlar konumundadır. Bunların ezberci ve putçu yapısına yönelmeye devam edeceğiz. Biz yöneldikçe , bunlar ya putlarından kopacak, yada trajik komik şekilde putlarına daha büyük bir muhafazakarlık ve tutuculukla sarılarak, hüngür hüngür ağlayacaktır.

Emekçiler, bir ölçüde sermayesi olsa dahi, kendi emekleri olmaksızın geçinme imkanı olmayan bütün sınıf ve kesimlerdir. Bu durumda köylülük, işçiler, esnaflar, küçük burjuva aydın memur ve öğrenciler, işsizler, orta burjuvazi emekçi kategorisine tekabül eder sömürgecilik, büyük ulusal burjuvazinin varlığına ve gelişimine imkan tanımaz. Büyük ulusal burjuva niteliğinde olup, ulus mücadelesine katılanlar istisnadır, çünkü, sömürgede büyük ulusal burjuvaların istisnalar dışında varolma koşulları olmadığı gibi, bu istisnalar içerisinde işbirlikçi komprador konumlanışını aşıp ulusal mücadele içerisinde yer alanların oranı istisnadan da öte daha düşük yapıdadır. Ancak, büyük ulusal burjuvalar, ulus mücadelesi içerisinde yer almak istiyorlarsa eğilimimiz içinde yer alabilir yada bir ulusal kongre yapılanmasında yan yana bulunmak üzere kendi oluşumlarını kurabilirler. Biz, ulus mücadelesinin en önemli sorun olması nedeniyle, her hangi bir sınıf ideolojisinin kurtuluşa kadar öne çıkarılmasına ve sınıf ideolojileri temelinde bölünmelere uğrayan bir ulus hareketinin oluşumuna karşıyız. Kürdistan kurulup ulus sorunu çözümlendikten sonra , değişik görüş ve sınıflardan olan eğilimler ; ister yumuşak yada başka tarzda rejimi saptama yoluna gidebilecektir. Biz, kuruluştan sonra bir referandumla, yada mecliste yapılacak oylama ile rejimin demokratik çerçevede yumuşak geçişle saptanmasını tercih ediyoruz. Halkın icazet vermediği bir sistem , yada rejim, zorunlu olarak uygulamaya sokulduğu sürece , bu ne olursa olsun totaliter nitelik kazanacağından değersizdir, demokratik değerlere aykırıdır, uygulanmamalıdır. Yani halkın karşı iradesine rağmen, uygulanan sosyalizm de olsa, liberalizm de olsa , dinsel şeriatta olsa totaliter bir cehennem olacaktır. Bu nedenle referandumla halkın yaşamak istediği hangi rejim ve sistem olursa olsun , buna karşı bir iç çatışmaya yönelmeden ve halkın iradesini kabullenerek çözüme gidilebilir. Bunu Eyüp Milli ile Metin Esen hala algılayamıyorsa ve bütün birikimsizliklerine rağmen; analizlerimize kibirle ve küçümseyici yaklaşıyorlarsa , hangi izah yolu kullanılabilir ?

Metin Esen, bildirgemizdeki analiz ve saptamaların bütününün; “ Türk sol düşüncesinin geçmiş yıllarda savunduğu teorik çerçeve olduğunu “ ve “Kürdistan mücadelesinin hedef ve amaçlarına yabancı düştüğünü”iddia etmektedir. Diğer saptamalarında olduğu gibi, bu saptamalarında da her hangi bir olguya ve delile dayanmamakta ve kendi çarpıtmaları üzerinden soyut yorumlarda bulunmaktadır. Bunlar Kürdistan sol hareketinin çeşitli eğilimlerinin program ve ana yaklaşımlarını bilmedikleri gibi, dillerine çokça doladıkları Türk sol hareketinin ana akım ve geleneklerinin eğilim ve analizlerini de bilmemektedir. Bu nedenle , her hangi bir örnekseme yoluna da başvurma olanağından da yoksundurlar. Kürdistanın sömürge olduğuna ilişkin ana tez, geçmişte bütün Kürdistani eğilimler tarafından savunulmuş ve bugün dahi işbirlikçi demokratik cumhuriyetçiler hariç, bütün Kürdistani eğilimler tarafından savunulmaktadır. Buna karşın Türkiye sol hareketinin gelenek ve eğilimlerine öncülük ettiği ve hat oluşturduğu illeri sürülenlerden İbrahim Kaypakkaya’ın Kürdistan için işgal tezi getirdiği,Kurtuluş hareketinin bir istisna olarak sömürge tezi getirdiği için sol hareketten dıştalandığı ve Hikmet Kıvılcımlı’ın TKP kadrosu iken sömürge tezini savunması nedeniyle dıştalandığı ve yalpalamaya başladığı, buna kaşın Denizlerin, Mahirlerin ve diğer akımların sömürge tezine karşın sürekli bir red ve inkar yaklaşımı geliştirdiği bilinmektedir. Bunun yanında , Türkiye’nin tekellileşen emperyalist yapısına rağmen, günümüze kadar Türk sol hareketlerinin hiçbirisinin TC’nin emperyalist olduğuna dair hiçbir tezi savunup kabul etmediği ve Kürt ulusal hareketinin de bu tür bir açılımının olmadığı aşikardır. Türkiye sol hareketi içerisindeki akımlarının bir bölümü ,Türkiye’yi gelişmemiş kapitalist bir ülke olarak tanımlarken, diğer bir bölümü gelişmekte olan kapitalist bir ülke olarak nitelendirmektedir. Kemalist ideoloji ordu ve devleti tanımlama hususunda ise; Mahir Çayan‘ın , Kemalizmi; “küçük burjuva radikal milliyetçi hareket “ şeklinde tanımladığı, Denizlerin de tanım ve yaklaşımının aynı çerçevede olduğu ve hatta bunların orduya ilerici misyon yükleyerek , beklentiler içerisine girdikleri , Sarp Koray ın ağzından da açıklandığı şekli ile ordunun bunları eylem yapmada kullanıp, eylemlerini darbe yapma gerekçesine dönüştürdüğü, Deniz Geçmiş’lerin ; “ Samsundan Ankara ya 19 Mayıs yürüyüşü” tertipleyerek ,” ordu gençlik el ele” olmayı sloganlaştırdıkları bilinmektedir. TKP şeflerinden M. Suphi nin , aynı şekilde Kemalizmi ve Kemalist devleti yanılgılı değerlendirdiği için, Kemalizmin davetine gelerek arkadaşlarıyla birlikte Karadeniz’de boğdurulduğu ve Mustafa Suphi lerin bildirileri nazara alındığında, Kürtler için , “ Kültürel özerklik” çerçevesini bile aşan bir program ve istemleri olmadığı aşikardır. TKP de M, Suphi yerine geçen Şefik Hüsnü çizgisinin ise, özü itibariyle ittihatçı ve Kemalist Milliyetçi karakterde olduğu aşikardır. Dünyadaki her ulusal kurtuluş hareketinin, temel özlem ve hedefi olan bağımsızlık hakkını hedeflediğimiz ve buna karşın Türk sol hareketlerinin çok büyük bölümünün bugün dahi bu hakkın kullanımına karşın çeşitli söylemlerle karşı çıktığını herkes bilmektedir. Türk solculuğu Kürt ulusal hareketinin somut şart ve gereksinimleriyle bağdaşmayacak şekilde, saf sınıf hareketi mücadelesinin ülke topraklarımızda esas alınmasını her zaman dayattı. Biz ise, ulus mücadelesini esas alıyoruz ve ulusal sorun çözülmeksizin sınıfsal, kültürel, ekonomik, politik, diplomatik, ideolojik gelişimin önünün açılamayacağını saptıyoruz. Bildirgemizdeki bu olgular ve açıklamalar karşısında dahi, Metin Esen in bütün belirlemelerimizin Türk sol düşüncesinin geçmiş yıllarda savunduğu teorik çerçeve olduğuna ve Kürdistan Kurtuluş mücadelesinin hedef ve amaçlarına yabancı olduğuna ilişkin söyleminin ise bir çarpıtma, uydurma ve saf dillilikten başka bir şey olmadığını görebiliyoruz.

Metin Esen; “ Bugünkü sürecimize yansıyan ve aşılmasından da zorlandığımız yenilginin nedenlerini anlamadan , hesabını ve kitabını yapmadan, geleceğe yönelik sağlıklı bir programla yola çıkmak mümkün değildir” demektedir. 1980 den bugüne geçen 26 yıllık ( yani çeyrek asırlık) zaman dilimine rağmen yenilginin nedenlerini değerlendirmeyen, anlamayan ve hesabını yapmayanların bir siyasi gelecek kaygısı olduğunu söylemek, daha doğrusu bunların hala bir siyasi parti veya örgüt olduğunu iddia etmek kendini ve halkı aldatmaktır. Bu kadar uzun sürece rağmen bir değerlendirme yapma basiretinden yoksun olanların en ufak düzeyde politik pratiğe yöneleceklerini, yada ciddi toplumsal sorumluluklar almaya çalışacaklarını düşünmek, siyaseti ve siyasetçiyi bilmemektir. Bu kadar otokritik meraklısı olanların 26 yıldır zamanlarını neyle geçirdiklerini sorgulamalarını öneririz. Biz, kendi içimizde geçmiş eğilimlerin yenilgilerinin nedenlerini tartışıp değerlendirdik. Bu nedenle, söz konusu yapıların gelenek, yapı, anlayış , tarz ve liderlikleriyle işlevsizleştiği, pratik açıdan tasfiye olduğu umut ve sinerji yaratma olanağından yoksun hale geldikleri ve ötenazi durumunu yaşadıkları sonucuna vardık. Bu nedenle , başka bir akım, gelenek ve çizginin zorunlu olduğu sonucuna vardık. 26 yıl önce değerlendirilmesi gereken süreç ve sorunları nedenleri itibariyle tartışmış olsak ta, bildirgemizde yansıtmayı gerekli bulmadan , ulaştığımız sonuçları saptadık. Çünkü yayınladığımız bildirgelerde, Metin Esen in istediği gibi yenilgilerin nedenleri analiz edilirse ve Eyüp Milli’nin istediği gibi 15 ülkenin sosyo politik ekonomik, sosyolojik koşulları ayrı ayrı tahlil edilirse, bildirge bildirge olmaktan çıkar, birkaç kitaba dönüşürdü. Yayınladığımız bildirge, inisiyatifimizin temel yaklaşımlarını içermekle birlikte sonuçlandırılmış bir programda değildir.

Metin Esen, ulusal kültür, ulusal sanat, ulusal edebiyat, ulusal politika gibi kurumların bulunduğunu, ancak hiçbir zaman ulusal ideolojinin bulunmadığını ve sadece sınıf ideolojisinin varolduğunu, bu nedenle her sınıfın kendi ideolojik argümanıyla siyasal iktidarı ele geçirmeyi hedeflemek dışında, her hangi bir şeyi amaç edinmediğini belirtmekte ve ulusal ideoloji ve politika çerçevesinde birliğin sağlanması gerektiği saptamamızı kendince eleştirmektedir. Edebiyat, Kültür, politika, sanat, ulusal ekonominin üst yapı kurumlarıdır. Aynı şekilde ulusal ideolojide bir üst yapı kurumudur. Şuan itibariyle kurulu bütün devletlerin, devlet ideoloji ve politikaları bir ulusal konsept olarak görülmektedir. Diğer üst yapı kurumlarının ulusal çapta varolacağını düşünmek, ancak bu üst yapı kurumlarından sadece ideolojinin olmayacağını illeri sürmek ,bir üst yapı kurumu olarak politikanın teorisini ve bir anlamda politikayı da red etmektir. Bir halk, ulus sorunu çelişkisine bağlı olarak mücadele yürütüp, çözüm gücü olmaya çalışıyorsa , mücadele pratiği dediğimiz ulusal siyasetlerinin geri planında, yada zemininde ulus mücadelesinin teorisi olur. Hiçbir siyaset teorisiz varolamaz ve yürütülemez. Ulus mücadelesinin temel vazgeçilmezleri olarak ülke, ulus ve siyasal iktidar hakkını koymak ve bu ideolojik paradigma temelinde bütün sınıf ve katmanların birlik konseptini ve mekanizmasını yaratmada ortak anlayışa varmak; ulusal mücadele ideolojisi oluşturmaya tekabül eder.

Kürdistan Ulusal Devrimci Demokratik Emekçi Iktidar Inisiyatifi
Pêşdestiya Iqdidara Netewi Şoreşgeri Demokrati Kedkari Kurdistan ( KURDOKYA )
Medeni Ayhan ( KURDOKYA )


05.04.2006

Medeni Ayhan ( KURDOKYA )
Kürdistan Ulusal Devrimci Demokratik Emekçi Iktidar Inisiyatifi
Pêşdestiya Iqdidara Netewi Şoreşgeri Demokrati Kedkari Kurdistan ( KURDOKYA )

Kurdistan Welatê Kurdaye - Her Bijî Kurd û Kurdistan

http://www.pdk-xoybun.com

http://www.xoybun.com/extra/slide/Unbenannt-2.swf

http://www.pdk-xoybun.com/nuceimages/Newroz_Kurdistan_PDK_Xoybun_02.jpg