PARTIYA DEMOKRAT´A KURDISTAN - XOYBUN

PDK - XOYBUN



Musul gerçeği ve "tarihi haklar" masalı


MÛRAD CIWAN

Irak´ın egemenliği altındaki Güney Kürdistan´da peşmergelerin son iki yıl boyunca elde ettikleri başarılar ve İran-Irak savaşında Irak BAAS rejimi aleyhinde oluşan denge değişikliği, Türk burjuva basınında Kerkük ve Musul´un işgal isteklerini hızla kabarttı. Son iki yıllık gelişmeler gösterdi ki, Irak rejimi sıkışıp yenilme tehlikesiyle yüz yüze geldikçe, Güney Kürdistan´da bağımsız bir Kürt devletinin kurulacağı endişesi, hastalık atşi gibi Türk bujuvazisinin tüm vucudunu sarıyor ve buna bağlı olarak Kerkük ve Musul´u işgal çığlıkları atılıyor. Zaman zaman Irak rejimi nefes alır gibi olunca da ona bağlı olarak Türkiye´deki işgal çığlıkları gevşior.

Kerkük ve Musul´u Türkiye´ye işgal ettirme planlarının arkasında başta ABD emperyalizmi olmak üzere NATO ülkelerinin gerici hükümetleri olduğu açık. Bu güçler, İran-Irak savaşının yarattığı ateşten, kestaneyi çıkarmak için Türkiye´yi maşa olarak kullanmak istiyorlar. Ancak bu amaçlarını gizlemek için , Türkiye´nin "tehlikeye düşen çıkarlarını, Musul ve Kerkük üzerinde Türkiye´nin tarihsel haklarını" ön plana çıkarıyorlar.

Bu plan, yıllarca Kerkük Türklüğünü kurtarma hevesiyle şahlanan ırkçı-şöven Türk çevrelerinin ağızını sulandırıyor. Son yıllara dek, "Kerkük Türkü´ne yapılan mezalim"den dem vuranlar, Kerkük ve Musul´u "anavatan topraklarına" katma hevesine kapılanlar, daha çok sözkonusu ırkçı-şöven çevrelerle sınırlıydı. Fakat son aylarda "Kerkük ve Musul´da Türkiye´nin tarihi haklarından" dem vurarak Türkiye´nin Güney Kürdistan´ı işgal yolunu açmaya çalışan çevreler artmaya başladı. Öyle ki bu salgın ateşi Cumhuriyet gazetesinin kimi "demokrat" ya da "solcu" yazarlarını bile sardı. Koparılan yaygaralar, Musul ve Kekük´ün tarihi ve nüfus bileşimi üzerine piyasaya sunulan yalanla,r hiç kuşkusuz bilinçsiz kitleleri etkiliyor, gözlerini şövenizm perdesiyle karartabiliyor. Musul´un geşmişte Osmanlı imparatorluğu sınırları içinde oluşu, hiç kuşkusuz Musul özerine atılan yalanların daha kolay yutulmasına olanak yaratıyor.

Böylesi bir ortamda, Musul´un geçmişte tarih boyunca kimlere yurt olduğu, orada, kimlerin tarihi haklarından bahsedilebileceği üzinde durmak, Türk kamuoyu yönünden Musul üzerine örtülen siyah örtüyü kaldırmak, geçmişte nasıl Musul´un Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde olduğunu ve daha sonra hangi gelişmelerle İngiliz işgaline terkedilerek Irak´a verildiğini ortaya koymak gerekiyor.

Bu yazımız, Musul´un sözkonusu tarihsel yanlarına ışık tutmayı amaşlıyor.


Lozan öncesinde Musul´un nüfusu

Osmanlı İmparatorluğu´nun Asya vilayetleri üzerine yazdığı ve 1890- 1891´de Paris´te dört cilt olarak yayımlanan La Turquie d´Asie adlı eserinde, Vital Cuinet, Osmnlı imparatoruğu içindeki Diyarbakır, Halep ve Bağdat vilayetleri ile İran sınırı tarafından çevrelenen Musul Vilayeti´nin yüzölçümünü 75.700 kilometre kare, nüfusunu ise 300.280 olarak verir. Cuniet´nin verdiği sınırlada Musul, 1890 yılı öncesinde, sadece bugünkü Güney Kürdistan topraklarını değil, Bağdat ve Halp vilayetlerinin devamı niteliğindeki güneyin Arap çöllerinin önemli bir kısmını da içine alıyordu. Cuinet´nin belirttiğine göre Musul 3 sancak, 17 kaza, 28 nahiye, 2314 köyden oluşuyordu. Sancaklar, Musul Merkez Sancağı, Şehrizor Sancağı ve Süleymaniye Sancağı´ydı.

Cuinet´ye göre tüm Musul Vilayeti´nin nüfus bileşimi şöyleydi:

Arap çöllerinde kuzeyden güneye doğru gidip gelen göçebe Arap aşiretleri de dahil Araplar 173.000, Kürtler 74.280, Türkmenler 16.000, Hıristiyanlar 30.000, Yahudiler 6.000 ve diğerleri ise 1.000 idi. (Turquie d´Asie, Vital Cuinet, cilt:2, 1891, Paris, sayfa 764-765 )

Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve savştan sonra, kuşkusuz Musul Vilyeti´nin toprak genişliğinde değişiklikler olmuş, aşağı yukarı Güney Kürdistan´ın bugünkü alanlarını içine alır bir duruma gelmişti. Yine üç sancaktan oluşuyordu. Bu sefer Musul Merkez Sancağı´nı, Süleymaniye Sancağı´nı ve Kerkük Sancağı´nı içine alıyordu.

Eskiden Diyarbakır, Bitlis ve Van´da valilik yapmş olan, Birinci TBMM Van mebusu Haydar Bey, Musul sorununun TBMM gizli oturumlarında görüşüldüğü dönemde, kürsüde yaptığı konuşmada Musul´un o günkü durumuna ilişkin şu bilgileri veriyordu :"Musul Vilayeti´nin on yedi kazası vardır. On altısı Türk ve Kürt´tür, yalnız bir kazada Arap, Süryani ve Geldaniler vardır. Araplar hep çöl tarafındadır ve Musul Vilayeti´ne bağları şahısları ile, madeleri ile ve hayvanları dolayısiyle, daha doğrusu işkembeleriyle oraya bağlıdırlar.

Hayvanların otu kalmadığı vakit Musul´a giderler. Oradan kovulduktan onra Bağdat´a geçerler. Orada da kovarlarsa Şam tarafına iltica ederler. Binaenaleyh asıl yerleşikler Türk ve Kürt´tür. Musul Vilayeti´nde ve Musul´da bayındır alan altı bin köy vardır. Ahalisi Türk ve Kürt´tür. Altı yüzü Geldani ve Nasturi´dir." (TBMM Gizli Celse Zabıtaları, Cilt 4, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2. Baskı-1985, s. 178 )

Milletler cemiyeti(Cemiyet-i Akvam)´nin Musul sorununa ilişkin 1924´te oluşturduğu araştırma komisyonu raporunda Yezidilerin nüfusunu katmadığı halde, Musul Vilayeti nüfusunun 8´de 5´inin Kürt olduğu belirtiliyordu. Türkiye, İngiltere ve Irak´ın adı geçen komisyona, ayrı ayrı verdikleri nüfus istatistiklerinde de Kürtler, nüfusun çoğunluğunu oluşturuyordu. Bitlis Mebusu Yusuf Ziya, TBMM kürsüsünde Musul Vilayeti nüfusunun yarıdan fazlasının Kürt olduğunu belirtiyordu. Lord Curzon, Lozan görüşmelerinde, Musul´da Kürtlerin çoğunluğu oluşturduğunu belirtiyor, TBMM´nde Türkiye Başbakanı Rauf (Orbay) Bey, zaten Kürtler çoğunluğu oluşturduğu için Musul´un Türkiye´ye bağlanmasını istediklerini haykırıyordu.


Birinci Dünya Savaşı´nda Musul´un İngiliz işgali altına girmesi

Bilindiği gibi, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Musul, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeydi. 1914 yılında çıkan Birinci Dünya Savaşı´nda Osmanlı İmparatorluğu Almanya´nın yanında İtilaf devletleri(İngiliz, Fransız, İtalya ve Rusya)ne karşı savaşa girişti. 1916 yılında İtilaf devetleri arasında yapılan Syckes-Pico Antlaşması´na göre Musul Fransızlar´a verilecekti. Rusya da bugün Doğu Anadolu olarak bilinen vilayetlere sahip olacaktı. Ancak savaş yıllarında Musul´da zengin petrol yataklarının keşfi ve 1917 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi´yle Rusya´nın işgal ettiği Anadolu topraklarından çekilmesi karşısında, İngiltere´nin bir an önce Bolşevizm´in Kafkaslara egemen olmasının önüne geçme ve Batum petrollerini ele geçirme arzusu, İngilizleri süratle Musul bölgesini işgal etmeye yöneltti. 25 Kasım 1918´de Osmanlı İmpratorluğu´nun teslim olduğunu belgeleyen Mondros Mütarekesi imzalandı. 1 Kasım 1918´de de İngilizler Musul´un merkezini ele geçirdiler.

Daha sonra Türk kurtuluş savaşı, Anadolu´nun Rumlaştırılmasına ve Ermenileştirilmesine karşı savaş sloganıyla başladı. Sivas Kongresi´nde çerçevesi çizilen; daha sonra İngilizlerin 1920´de dağıttıkları son Osmanlı Meclisi Mebusanı´nda deklere edilen Misak-i Milli, Kurtuluş Savaşı önderlerinin ana hedefiydi. Misak-i Milli sınırları içinde Musul Vilayeti ve bugün Suriye´nin egemenliği altındaki Kürt toprakları da vardı. Savaş´ın Kürt ve Türk, birbirinden kopmaz bağlarla bağlanmış olan iki anasırı islamiyenin, Rumluğa, Ermeniliğe ve işgale karşı savaşı olarak gösteriliyordu. 23 Nisan 1920´de açılan Birinci TBMM de her iki halkın temsilcilerinden oluşan bir meclis olarak dünyaya sunuluyordu.

Mondros Mütarekesi´nden sonra ortaya çıkan durumda, Wilson Prensipleri´nin bütün taraf devletlerce kabul edilmiş olmasını gözönünde bulunduran Kürtler, bağımsız bir Kürt devletinin kurulması için çabalara giriştiler. Ancak çabalar sonucu Kürtler, İtilaf devletlerinin, üzerinde bağımsız Kürt devleti kurulması gereken toprakların çok büyük bölümünü, kurulması düşünülen büyük Ermenistan devletine vermek için çalıştıklarını görünce, Kürdistan´ın Ermenileştirilmesine karşı çıkarak, eşit haklar, kardeşlik ve kopmaz bağlar vadeden Türklerin yanında yeraldılar. Kimi Kürt aydınlarının bağımsız Kürdistan çabaları, bu dönemde de sürmekle beraber, ülkenin Ermeniler´e verilebileceği tehlikesi karşısında, bu çabalar, geniş Kürt çevreleri ve aşiret toplulukları arasında yankı bulmadı. Esas olarak Kurtuluş Savaşı, Kürt Türk her iki müslüman milletin işgale karşı birlikte savaşı olarak sürdü. 1922´de Yunanlıların Anadolu´dan kesin olarak çıkarılmasından sonra, Savaş, Türkiye´nin ; Mudanya Mütarekesi´nde onaylanan zaferiyle sonuçlandı ve Türkiye´nin geleceğini belirleyecek olan Lozan Antlaşması için girişimlere başlandı.

Nihayet Savaş´tan zaferle çıkmış Türkiye ile İtilaf devletleri ve taraftarları arasındaki barış görüşmeleri, 20 Kasım 1922íde tarihinde İsviçre´nin Lozan kentinde başladı. Lozan´da Türk heyetine İsmet İnönü, İngiliz heyetine Lord Curzon, Fransız heyetine Barrère İtalyan heyetine Marki Garroni, Yunan heyetineVenizelos başkanlık ediyordu.


Lozan Barış Görüşmeleri´nde Musul

Lozan´daki barış görüşmeleri sırasında, kimi diğer sorunlar üzerindeki tartışmalar sürüp giderken İngiliz Başdelegesi Lord Curzon, Musul sorununu gündeme alıp Türk Başdelegesi İsmet İnönü´den görüşünü açıklamasını isteyince, İsmet İnönü de bir bildirgeyle görüşünü açıkladı: " Bildirgeye göre; Süleymaniye, Kerkük, Musul sancaklarından meydana gelmiş olan Musul Vilayeti´nde 503 bin yerleşik nüfus vardır. Süleymaniye ve Kerkük´te Arap çok azdır. Büyük çoğunluğu Kürt ve Türk´tür. Musul merkezinde de 137 bin Kürt ve Türk´e karşılık 28 bin Arap mevcuttur. Arap sayılanlar da aslında Türk´türler, fakat uzun süre Araplarla ilişki kurduklarından Arapça´yı da öğrenip konuşmuşlardır. Bölgede bir miktar Yezidi varsa da onlar da Kürt´türler." ( Türkiye Cumhuriyeti - 1923, Mahmut Goloğlu, Ankara 1971, s. 71)

İsmet İnönü, konuşmasını şöyle sürdürüyordu: "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir. Çünkü Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri Millet Meclisi´ne girmiştir. Türklerin temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin hükümetine ve yönetimine katılmaktadırlar. Kürt halkı ve meşru temsilcileri, Musul Vilayeti´nde oturan kardeşlerinin anayurttan ayrılmasına razı değillerdir." (a. g. e. , s. 71-72)

İsmet İnönü´nün konuşmasını cevaplamak için söz alan Lord Curzon, TBMM´nde Musul bölgesinden milletvekili bulunmadığını belirterek, varolan milletvekileriyle ilgili olarak da şunları söyledi: "Ankara´nın Kürt milletvekillerine gelince, onların nasıl seçilmiş olduklarını kendi kendime sormaktayım. Halk oyu ile seçilmiş tek milletvekili var mıdır? Bütün bu insanların atanmış oldukları ve bunlar arasında bazılarının dil bilmedikleri için meclis çalışmalarına katılmadıkları herkesçe bilinmektedir." Lord Curzon, sözü Kürtlerin Türk idaresi karşısındaki tutumlarına da getirerek "Kürtlerin, Türk idaresinden hoşnut kalmadıklarını sürekli olarak açıkladıklarını her kes bilmektedir. Dört yıldır İngiliz Hükümeti´ne, hayal kırıklığına uğramış Kürtlerden, Kürdistan´ın özerkliği ya da bağımsızlığı ile ilgilenmemizi isteyen protestolar gelmektedir" dedi. ( a. g. e., s. 72) Lord Curzon ile İsmet İnönü arasındaki karşılıklı suçlama ve söz düeloları bu çerçevede birkaç kez daha sürdü. Hatta bir keresinde Lord Curzon "Kürtlerle Arapların, getirenin başına atacak kadar seçim sandığını tanımadıklarını" iddia etti.

Lord Curzon´un Kürtler ve Kürt milletvekilleriyle ilgili sözkonusu ağır sözleri, Türk heyeti tarafından TBMM´ne iletilince, Kürt milletvekilleri arasında büyük bir öfke ve kızgınlığa yolaçtı.

Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey (daha sonra 1925 Şeyh Sait Ayaklanması sırasında Cıbranlı Halit Bey´le birlikte Bitlis´te idam edildi) Büyük Millet Meclisi kürsüsünde şöyle haykırdı: "Lozan Barış Görüşmeleri´nde İngiliz Başdelegesi Lord Curzon, bizlere yani Kürt kardeşlerinize saldırıyor, hakaret ediyor. Kürdistan´dan gelen mebusların, Mustafa Kemal Paşa tarafından tayin edildiğini söylüyor. Kürt arkadaşlarınız için, cahil diyor, Kürtleri temsil edemezler diyor. Cahilliğin anlamı, İngiliz politikasına uymamak ise; biz itiraf ederiz ki cahiliz... Arkadaşlar, mebuslar tayin edilemezler, seçilirler. Millet, mebuslarını seçer... Burada Mustafa Kemal Paşa´nın tayin ettiği mebuslar, uşaklar yoktur (bravo sesleri, alkışlar) Burada, büyük bir milletin vekilleri vardır." (a. g. e., s. 74) Kürsüde uzun uzadıya konuşan Yusuf Ziya Bey, bu arada " İngilizler, milyonları ile, altınları ile çalıştıkları halde, Kürtler bu seçime katıldılar ve bu seçime katılmakla bir tek amaç güttüler: Türk kardeşleriyle işbirliği yapmak.... Bütün kanılarını bir ilkede topladılar. O ilke, Türklerle kader birliği yapmaktı. Çünkü varolmak, çünkü esirlikten kurtulmak bu ilkenin gerçekleşmesine bağlıdır... Kürtler, Kürt aydınları, Arnavutluk´un, Irak´ın ve Suriye´nin sonunu görüp dururlarken, İrlanda´nın acılı sesini işitirken hiçbir kandırıcılığa kapılmazlar... İşte o günlerde, o kara günlerde bu toplulukta seçime katılan ve bizi seçip buraya gönderen milletin vekilleri olarak Lord Cuzon´a bağırıyoruz ki; bizler Kürdistan´ın gerçek vekilleriyiz. Senden ve senin siyasetinden Musul´u istiyoruz. Ve alacağız" diyerek hemen hemen tüm Kürt kökenli milletvekillerin düşüncelerine tecüman oldu.( a. g. e. s. 74-75)

Söz alarak aynı doğrultuda konuşan Muş Mebusu İlyas Sami Efendi de " Kazım Karabekir komutasının Elviye-i Selase (Kars, Ardahan, Artvin)´de yazdığı zafer tarihlerinde bayrağını, mızrağını, atını oynatan, temiz Kürt soyu ve Kürt ulusu" olduğunu vurgulayarak " Kürtler Musul´u almayı kendilerine görev saymışlardır" dedi. (a.g.e. s. 75 )

Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey de meclis kürsüsünde aldığı sözde "Lozan´daki delegelerimiz iki kardeş olan Türkler ile Kürtlerin temsilcileridirler" demişti. (a.g.e. s. 77 )

TBMM görüşmeleri sırasında, Başbakan Rauf Bey de Musul´la ilgili görüşlerini açıklayarak şöyle belirtmişti "Lod Curzon, Musul bölgesinin çoğunluğunun Kürt olduğunu söylüyor. Zaten biz de onun için Musul´u istiyoruz. burası Arap yurdudur dese idi tartışma olabilirdi."

Lozan görüşmeleri uzadıkça uzuyor, pek çok diğer sorunun yanısıra, Musul sorununda da erhangi bir uzlaşma sağlanamıyordu. İngiltere Musul´u Irak´a bağlayarak kendi egemenliği altına almak için her çabayı gösterirken, İnönü de Musul´un Misaki Milli sınırları içinde olduğunu, nüfusun çoğunluğunun Kürt ve Türklerden oluştuğunu ve Türk ve Kürt gibi kardeş iki müsülman unsurdan meydana gelmiş olan Türkiye´nin sınırları içine dahil edilmesi gerektiğini savunuyodu.

İngiliz heyeti, Musul´u elde edebilmek için, Lozan´da Musul´suz bir anlaşma imzalamak ve Musul zaten İngiliz işgali altında olduğu için sorunu ertelemek yolundaki taktiklere baş vurarak bu yönde Türk delegasyonunu sıkıştırdı. Musul´la bilikte pek çok sorun üzerinde anlaşmazlık sürünce görüşmeler kesildi. Bundan paniğe kapılan İsmet İnönü Ankara hükmetinin onayını da alarak Musul sorununu askıda bırakacak bir anlaşmayı imzalamaya hazır olduğunu 4 Şubat 1923´de Mütefik heyetlerine bir mektubla bildirdi. Ancak görüşmeler kesilmiş ve heyetler ülkelerine doğru yola çıkmışlardı bile. Türk heyeti de Ankara´ya döndü.

Gelinen aşamada, Türkiye´nin Musul´u geri almak için hevesli omakla birlikte bu hevesini sonuna kadar götürmeyi göze almaya hiç de niyetli olmadığı ve biran önce Mütefik devletleriyle anlaşma sağlamayı, Musul´u geri almaya tercih ettiği anlaşılıyordu. Ankara´da Lozan´dan gelen heyetle görüşen Mustafa Kemal ile Rauf Bey başbakanlığındaki hükümet, Musul sorununu erteleyrek, bir anlaşmaya varmayı benimsedi ve bu doğrultuda Mütefik devletlerine, bir karşı proje sunmayı kararlaştırdı. Aslında bu karar, Musul´u İngilizlere bırakma yolunu açan ilk adımdı. Fakat o günkü koşullarda, böylesi bir çözümü TBMM´ne ve Türkiye kamuouna kabul ettirmek neredeyse imkansızdı. Çünkü Kurtuluş Savaşı yıllarca Misak-i Milli şiarıyla verilmiş, Misak-i Milli´den hiç bir ödün verilemeyeceği her defsında vurgulanmış ve zafer bu temel üzerinde kazanılmıştı. Misak-i Milli hudutları içinde, hiçbir koşulda vazgeçilmeyecek olarak beyinlere, ruhlara işlenmiş olan Musul da vardı.

Hükümet, her şeye rağmen, kabul edilen projeyi benimsetmek ve bu yönde meclisten karar çıkartmak için, öneriyi TBMM´ne getirdi. Öneri mecliste büyük bir şok etkisi yarattı ve mebuslar arasında sert tepkilere yolaçtı. Öneri karşısında en büyük öfkeyi duyanlar yine Kürt kökenli milletvekilleriydi.

Hükümet öneriyi geçirebilmek için, esasında Musul´dan vazgeçilmediğini sadece sorunun geçici olarak erteleneceğini, eğer Türkiye ile İngiltere arasında anlaşma sağlanmazsa sorunun Milletler Cemiyeti´ne gideceğini ve orada çözüm yoluna başvurulacağını vurguluyor, aksi halde eğer Musul sorunu ertelenmezse anlaşma imzalanamayacağını, bu durumda İngilizlerle savaşa girme durumunun doğacağını, Tükiye´nin ise savaşacak gücü olmadığını vurgulayarak milletvkillerini tehdit ve baskı altına alma yoluna gitti.

Bu tutum Tük kökenli çoğu milletvekilini susturmaya ve öneriyi benimsemeye yetti. Görüldüğü kadarıyla söz konusu edilen topraklar, Kürt toprakları olduğu için gereğinde birtakım başka menfaatler karşılığı başkalarına terkedilebilceğini düşünüyorlardı. Anlaşıldığı kadarıyla hükümetin düşüncesi de bu doğrultudaydı.

Fakat Kürt kökenli mebusların, göz göre göre Kürt toprakarının elden çıkarılmasını kabul etmeleri düşünülebilecek bir şey değildi. Hükümetin ve Türk kökenlilerin Musul´u terketme düşünceleri, Kürt milletvekilleri arasında derin bir kaygı ve güvensizliğe yolaçmıştı.

Nasıl oluyordu? Anadolu´nun Rumlaştırılması ve Ermenileştirilmesine karşı iki kardeş millet olan Türk ve Kürtler birlikte savaşmışlardı. Misak-i Milli sınırları çizilirken Türklerle Kürtlerin üzerinde yaşadıkları topraklar esas alınmıştı. Her iki milletin evlatları bunun için kanlarını akıtmışlardı. Türkiye Büyük Mıllet Meclisi her iki halkın, hükümet, her iki halkın hükümetiydi. Her iki kardeş halk eşit hak ve menfaatlere sahibolacaklar, yeni devleti beraber inşa edeceklerdi. Fakat nasıl oluyordu da şimdi hükümet ve TBMM üyelerinin çoğunluğu, Musul´suz bir antlaşma imzalamak için çırpınıyorlardı? üstelik Suriye hududunda, 1921´de yapılan antlaşmada Fransızlara bırakılan Kürt topraklarının geri alınması için Lozan´da herhangi bir talepte bulunulmadığı gibi, şimdi de Musul terkediliyordu. Evet ne oluyordu? Yoksa yollar ayrılmaya mı başlıyordu?

Sorun, mecliste görüşülürken, Kürt kökenli milletvekilleri, işte böylesi kaygı ve düşüncelerle kürsüye çıkıyorlardı. Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey, Musul´suz bir barış antlaşmasına şiddetle karşı çıkıyor "olmazsa savaş çıkabileceği" tehdidine karşı, ülke işgal edilirken, çok daha ağır koşullarda halkın savaşı göze aldığını, memleketin bugün dünden daha elverişli koşullarda olduğunu vurguluyor ve şöyle diyordu: "Bir taraftan İzmir işgal edilmiş, bir taraftan Bursaya kadar düşman geliyor, diğer taraftan Eskişahir´e kadar düşman ilerliyor, biz buradan göçediyoruz. O gün direniş gösterirken ve beş yıllık bir savaştan (Birinci Dünya Savaşı b. n.) çıkmış olan millet, yavrusu ile, evladiyle yanıyorken üç dört yüz bin kişilik bir ordu hazırlayarak, amaca ulaşmaya yönelten bu millet, bu Meclis, ne oldu ki efendiler memleketlerini istirdat, arazisine bir misli zam, evladını bir misli tezyid ettiği halde, karşısında bir düşman olmadığı halde bugün yanlış bir harekette devam ediyor." ( TBMM Gizli Celse Zabıtları, cilt 4, İş Bankası Yayınları 2. Baskı, Ankara 1985 s. 92) Esasında hiç de savaş yanlısı olmadıklarını, barışa istekli olduklarını, ama her şeye rağmen barış yapmak için yalvarmadıklarını belirten Hüseyin Avni Bey, Musul sorununu erteleyelim demenin milletle alay etmek olduğunu şu sözleriyle vurguladı: "Eğer aczimiz varsa resmen veririz. Kendi kendimizi aldatmayız efendiler. Musul´u bir sene bekletme durumunda bulunacak. Bu ne demektir efendiler? Bu milletle alaydır. İngilizlerden Mısır´ı aldınız, Kıbrıs´ı aldınız mı efendiler? Musul´u bugün sana vermeyen yarın niçin versin?" ( a. g. e. s. 93)

Diyarbakır Milletvekili Kadri Bey, Lozan´da dayatılan tavizleri vermektense savaşmanın daha iyi olacağını belirtiyordu. (a. g. e. s. 152)

Görüşmeler sırasında kürsüye çıkan Erzurum Milletvekili Mustafa Durak Bey, "Musul gayet mühim bir meseledir. Bendeniz bugün harbin Çanakkale´sini ne kadar mühim görüyorsam, Türkiye için Erzurum´u, Kars´ı nasıl mühim görüyorsam Musul´u da o kadar mühim görüyorum" diyor ve " Musul meselesini geleceğe devretmek, aradan zaman geçirmek zannediyorsam doğru değildir" şeklinde görüş belirtiyordu.

Lozan´da verilecek tavizlere en çok karşı çıkan ve özellikle Musul´un terkedilmesi karışında en çok kaygı duyan Bitlis Milletvekili Yusuf Bey´di. Türk heyetinin Lozan´da Suriye sınrında yeni düzenleme talebinde bulunmamasını da eleştiren Yusuf Ziya, Musul´un terkedilmesine kaşı duyduğu kaygıyı şu cümlelerle ifade ediyordu."Bu hususta söz söylemek benim için vazife olduğundan söyleyeceğim. Musul´un vaziyeti coğrafyası, ırki ilişkileri, oluşum biçimi, siyasal ve sosyal yapısı, barış sonrasında bir dakika bile İngiliz siyaseti altında, İngilizlerin muamelesi altında, İngilizlerin mandası altında kalmaya tahamül göstermez.."

"Arkadaşlar temenni ederdim ki Musul Tükiye´nin bir parçası denilsin. Çünkü Türklerle Kürtlerle meskun, Türkiye´nin bir parçasdır. Yarısınan fazlası Kürt´tür. Musul´un, Kürd´ün tarihinde bir kiymeti, bir önemi vardır. İhtimal bir mahalde olsa idi bu kadar telaş etmezdim. İhtimal ki başka bir yer olsaydı bu kadar telaş etmezdim. Musul´un Kürd´ün tarihinde bir sandelyesi vardır. Arkadaşlar bir insanı ikiye bölmek veyahut herhangi bir parçasını ayırmak (nasıl) mümkün değil se Musul´u Türkiye´den ayırmak öylece mümkün değildir" (a.g.e. s. 163 )

Dönem, henüz Türk Kürt kardeşliğinden, her iki halkın eşitliğinden, devletin, hükmetin ve meclisin iki müsülman unsurdan oluştuğundan dem vurulduğu bir dönemdi. Bu nedenle meclisteki Kürt kökenli milletvekillerini, Kürtlerin yakın bir gelecekte yok sayılacağı, her türlü ulusal demokratik haklarının inkar edileceği kanısından çok, Kürdistan´ın parçalanması güney topraklarının Fransız, Musul vilayeti topraklarının da İngiliz egemenliği altına terkedilebileceği, Kürt topraklarından koparılarak Arap topraklarına katılacağı gerçeği endişelendiriyordu. Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey, Musul´un terkedilmesine olduğu kadar Mardin, Urfa ve Gaziantep topraklarının Fransızlara terkdilmesine de karşı çıkıyordu. Şöyle diyordu Yusuf Ziya Bey :"Arkadaşlar, insan karnını doyurmak ihtiyacındadır. Bu, beşerin muhtaç olduğu şeydir. Mardin, Nusaybin, Kilis, Urfa, Ayıntap ahalisi de yaşamak ihtiyacındadır.... Arkadaşlar ziraat yapamıyor buralarda yaşayanlar. Çünkü hudut ile arasında nihayet yarım at mesafe vardır. Kendisi kasabada oturuyor, arazisi falan öbür taraftadır. Bugün gidiyor, birer surette bir şey kaçırıyor getiriyor. Zirat yapıyor. Fakat yarın Fransızların ne gibi bir kanunla o hududu kendilerine katmayacaklarını kim biliyor ?... Arkadaşlar bu halk ticaret yapamıyor. Çünkü hududun ötesinde yeni yeni şehir, yeni yeni kasabalar, pazarlar vücuda getirmişlerdir. Rüsum ile bu tarafa geçiyor, bir şey beş kuruşa çıkar. Fakat diğer tarafta yüz paraya veriyorlar, buraya gelip beş kuruşa almıyor, gidiyor öte tarafa yüz paraya alıyor. Bu yüzden pazarlara kimse gelmiyor ve kapalı kalıyor. Çarşı kapalıdır arkadaşlar. Sanat ölüyor çünkü muhtaç olduğu alet ve levazım ötede daha ucuzdur.... Binaenaleyh tekrar ediyorum, Fransızlarla yapılan anlaşma günlerin zaruretidir. Bu gayri tabiidir. Bütün insanlar teneffüs borularını kapatmış hudut yanında bulunan insanar dıkı sade tutulmuş boğuluyorlar. Teneffüs borularını açınız, tenefüs etsinler arkadaşlar." ( a.g.e. s. 164 )

Urfa Mebusu Bozan, Ali Saip ; Mardin Mebusları Derviş Mithat, İbrahim, Necip ve Esat; Muş Mebusları Abdulgani, Osman Kadri; Siirt mebusları Mehmet Kadri, Haci Nuri: Ayıntap Mebusu Ali Cenani; Bayazit mebusu Ali, Siverek mebusları Sırrı ve Bekir Sıtkı, Abdulgani; Dersim Mebusları Mustafa, Mustafa, Abdullah Tevfik ; Erzincan mebusu Hüseyin; Kars mebusu Fahredin; Van mebusu Hakkı Genç mebusları Haydar, Celal; Sivas mebusu Vasıf; Ergani mebusu Memet Emin; Bitlis mebusları M.Arif, Sadullah, Derviş, Resul; Diyarbekir mebusu Hacı şükrü Malatya mebusu Feyzi ve diğer kimi illerden bazı mebuslar verdikleri önergede, Suriye sınırının 1921 Fransız anlaşmasıyla düzenlenen biçimiyle kalmasına razı olmuyorlardı. Ama Lozan´a götürülecek projeye de konulmamasını ve daha sonra Fransızlarla yapılacak ikili görüşmede çözümlenmesini öneriyorlardı. Mardin mebusu İbrahim, tek başına verdiği bir önergede ise Suriye hududunu düzeltme isteminin kesinlikle Lozan´a götürülecek projede yeralmasını istiyordu.

Proje konusunda, verilen değişik önerilerde, Musul´suz sulh yapılmasına karşı çıkan Kürt milletvekilleri ya da Kürtlerin yaşadıkları şehirleri temsil eden milletvekileri de şunlardı:

Ergani: Mehmet Emin, Mahmut, Hakkı
Mardin: Derviş
Erzurum: Mehmed Nusret, İsmail, Süleymen Necati, A. Vasfi
Siverek: Abdulgani, Sırrı
Bitlis: Yusuf Ziya, Resul, Derviş
Mardin: İbrahim, Sait, M. Mithat, Necip
Sivas: Emir, Vasıf, Taki, Ziyaettin, Rasim
Genç: Fikri Faik, Ali Vasıf, Hamdi, Şeyh Fikri, Dr. Haydar
Dersim: Hasan Hayri, Mustafa, Diyab, Abdullah Tevfik
Erzincan :Mehmed Emin , Hüseyin
Muş: Kasım, Mahmud Said, Abdulgani, A.Rıza, Osman Kadri, A. Hamdi, İlyas Sami
Kars: A.Rıza, Cavit, Muhittin
Ardahan: Server, Hilmi
Bayazid: Şevket
Diyarbekır: Hacı şükrü, Kadri
Maraş: Arslan, Rüştü, Tahsin
Elaziz: Feyzi, Muhittin, Naci, Hüseyin
Siirt: Necmeddin
Hakkari: Mehmed Tufan, Mazhar Müfit
Urfa: Ali Saip
Van: Hasan Sıddık, Hakkı
Gaziayıntab: Kılıç Ali, Ali Cenani (a.g.e. s. 181-182-183-184-185-196 )

Kuşkusuz, tüm bu milletvekilleri isteklerinde sonuna kadar direnç gösterebilecek kişilikte değillerdi. Bunlarla beraber daha pek çok milletvekili, Musul´dan vazgeçilemeyeceğini belirtmelerine rağmen, sonuçta, Musul´suz antlaşma yapma ve Musul´lu bir yıl erteleyerek sorunu gerekirse Milletler Cemiyeti´ne götürme düşüncesinde olan hükümet heyetine 190 oyla yeniden vazife verildi. Karşı çıkan oy sayısı ise 130 idi.

Aslında görüşmeler ilerledikçe, sonucun bu yönde olacağı açığa çıkmıştı. Durumu anlayan Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, kürsüde yaptığı konuşmayı şu sözlerle bitirdi: "Binaenaleyh son söz arkadaşlar: sözümün (hiç) birinin yapılmayacağına kanaat gtirdim. Allah hazır, tarih hazır, elinizi vicdanınızın üzerine koyun, nasıl bilirseniz öyle yapın" a.g.e. s. 165 )

Mustfa Kemal, Ankara hükümeti ve TBMM bildikleri gibi yaptılar. Musul´suz bir anlaşma yapmak üzere kolları sıvadılar. Bu arada, herşeye rağmen TBMM´nde önemli oranda muhaliflerin varolmasından ve bunların ikide bir "başağrıtmasından" hiç de hoşlanmayan Mustafa Kemal, imzalanacak Lozan Antlaşması´nın bu mecliste tehlikeye girebileceği endişesinden de hareket ederek TBMM seçimlerini yenilemeyi, muhalefeti, özelile Kürtlüğe şöyle ya da böyle sahip çıkan milletvekillerini tasviye etmeyi kararlaştırdı. TBMM, 1 Nisan 1923´de seçimlerin yenilenmesini kararlaştırdı ve seçimler yaptırıldı. Hükümetin, devlet bürokrasisinin ve ordunun da gücü kullanılarak hemen hemen tüm muhalifler tasfiye edildi ve Mustafa kemal ile Kemalizmin tek parti yönetimini kuracak olanlar aşısından temizlenmiş, tek ses çıkaran 2. dönem meclis seçimleri yapılırken 24 Nisan 1923´te yeniden Lozan görüşmelerine başlandı.

Lozan Antlaşması 24 temmuz 1923´te Musul sorununu erteleyen bir biçimde imzalandı. Lozan Antlaması´nın 3. maddesine göre eğer 9 ay içinde Türkiye ile İngiltere, Musul konusunda kendi aralarında bir anlaşmaya varmazlarsa sorun Milletler Cemiyeti´nde çözülecekti. Suriye sınırı da 1921 anlaşmasına göre kaldı. Lozan görüşmeleri tamamlanırken 2. dönem meclis üyeleri de belirlenmişti. 2.dönem TBMM, 11 Ağustos 1923´te toplandı. Artık Antlaşma tek sesli mecliste rahatlıkla onaylanabilirdi

Lozan Antlaşmsı´nın ilgili maddesi uyarınca Türk-İngiliz görüşmeleri, 19 Mayıs 1924´te, İstanbul´da başladı. Türk heyetine Büyük Millet Neclisi Başkanı ve İstanbul Mebusu Fethi (Okyar) Bey, İngiliz heyetine de o sırada Irak Yüksek Komiseri bulunan Sir Percy Cox başkanlık ediyordu.

İlk toplantıda, Fethi Bey Türk görüşünü açıklayarak Musul halkının üçte ikisinin Türk ve Kürtlerden oluştuğunu, etnik nedenlerle bu bölgenin Türk sınırları içinde kalması gerektiğini, daha önceki hiçbir antlaşmanın Musul´u Irak´a bırakmadığını belirtti. İngiliz temsilcileri ise Türk görüşlerini tartışmadıkaları gibi, Musul Vilayeti´nin Irak sınırları içinde kalmasını sağlamak için (Nasturi Hıristiyan azınlığın yerlerinden göç edilmelerine son verilip geri dönmelerini bahane ederek b.n.) Hakkari Vilayeti üzerinde de hak öne sürdü. Tarafların görüşlerinde diretmeleri üzerine, İstanbul Konferansı 5 haziran 1924´te dağıldı (Yurt Ansiklopedisi- Türkiye genel 8309 ) ve sorun Milletler Cemiyeti´ne gönderildi.

Musul sorunu, 20 Eylül 1924´te Cenevre´deki Milletler Cemiyeti Meclisi´nde görüşülmeye başlandı. Türkiye Musul´da bir halk oylaması yapılmasından yana olduğunu bellirti. "İngiltere ise, bölge halkının cahil olduğunu öne sürerek halk oylamasına karşı çıktı. Görüşmeler sırasında Meclis, tarafların varılan durumu bozmamalarını öngören bir karar aldı ve Musul halkının isteklerini saptamak, ilgili üç devletin (Türkiye, İngiltere, Irak- çünkü Irak krallığı 1921´de kurulmuştu b.n.) resmi makamlariyle görüşmek ve bunlara dayanarak bir rapor hazırlamak amacıyla bir komisyon oluşturdu" (a-g.e. s. 8309 )

30 Eylül 1924´te oluşturulan üç kişilik komisyonda, Belçikalı Kolonel A. Pawilis, Macaristanlı Kont Taleki ve İsveçli Aff Wersson vardı. A. Wersson komisyon başkanıydı. (Question of the Frantier Between Turkey and Iraq. Legue of Nations, Geneva 1925 p. 46 )

Karara göre, Milletler Cemiyeti komisyonu, Musul Vilayeti´nin ulusal, toplumsal ve ekonomik yaşamını değişik yönleriyle araştıracak, ayrıca vilayetin değişik yörelerine gidip dolaşacak, halkla yakından ilişki kuracak, çeşitli toplulukların liderleriyle görüşecek ve bütün bu çalışmaların sonucunu bir raporla Milletler Cemiyeti´ne sunacaktı.

Komisyon, önce Londra, İstanbul, Ankara ve Bağdat´a giderek üç devletin yetkilileriyle görüştü. 27 ocak 1925 günü de Musul´a vardı. Bir kaç gün sonra da komisyon üyeleri ve beraberindekiler dağ yolunu takibederek, şimdiki Irak Kürdistanı´nın pekçok şehir, kasaba ve köylerine bu arada HewlÍr (Erbil), Kerkük ve Süleymaniye´ye de uğradılar, pek çok kimseyle görüşmelerde bulundular. Komisyon nisan 1925´te Cenevre´ye vardı ve 16 Eylül 1925 günü raporunu Milletler Cemiyeti Meclisi´ne sundu. (Kurd š Komela Gelan "Kürtler ve Milletler Cemiyeti, Kemal Mazhar Ahmed-Karwan hejmar 17 r. 2-29)

Son derece kapsamlı olan ve Kürtlerin o yıllardaki ekonomik , sosyal ve siyasal yaşamları, aşiret ilişkileri aşısından da değerli bir kaynak olarak kabul gören rapora göre "Kürtler ne Arap, ne Türk ne de Fars´dırlar. Ama diğerlerine nazaran Farslara daha yakındırlar "

Musul Vilayeti´nin etnik durumunu da ele alan rapor bu konuda şunları yazıyordu: "Musul bölgesi ırki açıdan araştırılacak olursa, komisyonun görüşüne göre bağımsız bir Kürt devletinin kurulması gerekir. Çünkü Kürtler, nüfusun 8´de 5´ini oluşturuyor. Soruna bu açıdan bakılırsa hemen her bakımdan Kürtlerle benzerlik gösteren Yezidilerin de Kürt sayılması gerekir. Türkler de Kürtler arasında kendilerini çok rahat hissediyorlar. Bu durumda Kürtler nüfusun 8´de 7´sini oluşturuyorlar" ( Question of the Frontier Between Turkey and Iraq. Leggue of Nations, Geneva 1925 p. 57 )

Türkiye, Irak ve İngiltere Musul nüfusunun ulusal ve dinsel bileşimine ilişkin ayrı ayrı istatistikler vermişlerdi. Her biri istastiklerin bileşim oranını kendi istemleri doğrultusunda şişirmelerine rağmen, her üç devletin verdiği istatistiklerde Kürtlerin nüfusu, diğer milletlerden gözle görülür oranda fazlaydı.


Üç devletin komisyona sundukları nufüs istatistikleri:

Türkiye İngiltere Irak

1923 1921 1922

Kürt 263.830 424.720 494.007
Arap 43.210 185.763 166.941
Türk 146.960 65.893 38.652
Yahudi 31.000 62.255 61.336
Yezidi 18.000 30.000 26.257
Göçebe 170.000 – –
Hıristiyan 16.000 13.977 –

Toplam 673.000 785.468 801.170

(a.g.e. s.46)

Musul Vilayeti nüfusunun çoğunu Kürtlerin oluşturduğu gerçeği ortadaydı. Halkın istemi de çoğunlukla ne Irak´a ne de Türkiye´ye bağlanmak yönündeydi. Bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasından yanaydı. Daha 1919 yılından beri Şeyh Mahmud Berzenci´nin önderliğinde İngiliz işgaline karşı defalarca ayaklanmıştı. Hatta Süleymaniye ve Erbil yöreleri Irak Kıralı´nın yaptırdığı seçimleri boykot etmişlerdi.

Buna rağmen Komisyon Musul´un geleceğine ilişkin Milletler Cemiyeti Meclisi´ne yaptığı öneride ne etnik özellikleri ne de halkın istemlerini gözönüne aldı. Komisyon´un önerisi şuydu:

"Ekonomik ve coğrafi durumu ile halkın arzuları, Bürüksel hattının* güneyinde kalan tüm toprakların iki koşulla Irak´a ait olması gerektiğini ortaya koyuyor.

1- Bu toprakların 25 yıl süreyle İngiliz mandası altında kalması

2- İngiltere´nin, Kürtlere iyi davranma, mahkeme ve okullarda yöneticileri Kürtlerden atama ve burada Kürtçe´yi resmi dil olarak kabul etme yönünde garanti vermesi". (Yahya Haşab, Şerefhan Bitlisi´nin İran Kürdistan´lı büyük şair Hejar Mukriyani tarafından Kürtçe´ye çevrilen Şerefnamesi´nin 2. baskısına yazdığı önsöz, Tahran, 1981, s. 148)

Türkiye bu duruma, Meclis´in bağlayıcı karar alma yetkisinin bulunmadığını öne sürerek karşı çıktı. Milletler Cemiyeti Meclisi bunun üzerine Milletlerarası Daimi Adalet Divanı (Lahey Adalet Divanı b.n.)nın görüşüne başvurdu. Divan, Meclis´in genel olarak bağlayıcı karar alamıyacağı, ancak Lozan Antlaşması´nın Musul´la ilgili maddesinin, Meclis´e bu yetkiyi verdiği yönünde görüş belirtti.

Türk tarafının tepkilerine ve Cenevre´deki temsilcilerini geri çekmesine karşın, Milletler Cemiyeti Meclisi 16 Aralık 1925´te İnceleme Komisyonu´nun önerilerini onaylayan bir karar aldı." (Yurt Ansiklopedisi-Türkiye Genel s. 8309)

Daha önce sözkonusu ettiğimiz TBMM gizli oturumlarında, Musul´suz bir barış antlaşmasının yapılmaması için çırpınıp duran, haykıran milletvekilerini bertaraf etmek, ayağa kalakan meclisi yatıştırmak için Ankara hükümeti, Mususl´un da Misak-i Milli sınırları içinde olduğunu, sözkonusu topraklardan hiç bir zaman vazgeçmiyeceklerini, Milletler Cemiyeti´nde tersi bir karar çıkarsa savaşarak bunun önüne geçileceğini idia etmişlerdi. Ama özellikle Kürt kökenli milletvekilleri, sarfedilen bu sözlerin sırf meclisi yatıştırmak ve oyalamak olduğunu, Türk hükümetinin aslında Musul´u İngilizlere bırakmaya hazır olduğunu anlamışlardı. Nitekim hükümetin bu tututmu daha o günlerde atılan pratik adımlarda kendini ortaya koyuyordu. Musul´u gözden çıkaran hükümet artık rahatlıkla Kürtlere yönelebilirdi. Birinci TBMM´nde bulunan Kürt milletvekileri tasfiye edildiler. Kurulan devletin, Türk devleti olduğu, Türklerden başka hiç kimsenin hak iddia edemiyeceği yönündeki politikalar yürürlüğe kondu. Kürdistan´ın parçalanarak güney topraklarının İngiliz ve Fransız işgalcilerine peşkeş çekilmesi, Kürtlerin devlet kurumlarından tasfiyesi varlıklarının ve haklarının inkar edilmesi, Kürtlerde, Kürt aydınları arasında büyük bir kaygı ve öfkeye yolaçtı. Artık Türklerle müşterek hiç bir yanlarının kalmadığı kanaatine varan Kürt aydınları daha aktif bir şekilde Kürt halkını ayaklandırma yönünde çabalara giriştiler. Bu çabaların sonucu 1925 yılındaki (Şeyh Sait Ayaklanması olarak bilinen) Kürt ayaklamasında ifadesini buldu. Türk hükümeti ve ordusu Fransızların da yardımıyla ayaklanmayı şiddetle bastırdı. Oluk gibi kan aktı. Bu olay Kürtlerle Türkler arasındaki ipleri büsbütün kopardı. Aynı tarihlerde Kürtler ile İngiliz işgalcileri arasında da benzeri mücadele, savaş ve kanlı olaylar yaşanıyordu.

Bu nedenle, Türkiye bir Kürt sorunu olan Musul sorunu konusunda değil İngilizlerle savaşmak, onlarla işbirliği yapmak gibi bir gerçeğe inanır olmuştu. Her iki taraf da Kürt sorununu kendileri açısından bir başağrısı olmaktan çıkarmak için, Kürt topraklarının ayrı devletler arasında bölünmüş olmasının daha doğru olacağına inanmış olarak bu yönde işbirliğine yönelmişlerdi bile.

Bu nedenle, Türkiye Musul´un İngiliz mandası altındaki Irak Arap Kırallığı´na bağlamasına hiç de savaşla karşılık vermediği gibi, razı olmayı tecih etti.

"Bu nedenlerle, Cemiyet´in kararını temel kabul ederek İngiltere ve Irak´la görüşmelere girişti. Bu görüşmeler sonunda Türkiye´nin ödün vermesi üzerine, 5 Haziran 1926´da yapılan antlaşma ile Musul sorunu çözülmüş, Türkiye´nin Batılı devletlerle olağan ilişkilere girmesi için önemli bir adım atılmış oldu.

1926 Antlaşmasına göre Türkiye ile Irak arasındaki sınır Bürüksel´de belirlemiş olan sınır olacak ama, Türkiye lehine küçük değişiklikler yapılacaktı. Musul üzerindeki haklarından vazgeçen Türkiye´ye 25 yıl süreyle Musul petrollerinden %25 (Bazı kaynaklara göre %10 b.n.) pay verilecekti. Türkiye daha sonra 500.000 İngiliz Sterlini karşılığında bu paydan vazgeçti." (Yurt Ansiklopedisi-Türkiye Genel, s. 8309)

İşte bugün işgal edilmesi üzerine çeşitli planlar hazırlanan, manevralar çizilen, şöven propagandalar yapılan Kürt şehirleri Kerkük ve Musul´un Irak Arap egemenliğine terkedilişinin gerçek hikayesi budur. Geçmişte Kürtler bağımsız bir devlet kuramasınlar diye Musul (bugün Irak´ın egemenliği altında bulunan Güney Kürdistan toprakları) 500.000 sterline satıldı, bugün de yine Kürtler bağımsızlıklarına, hatta hiç bir ulusal demokratik haklarına kavuşmasınlar diye işgal edilmek isteniyor. Yoksa Kerkük ve Musul´un Türklüğü ya da Türkiye´nin oradaki tarihsel hakları v.s. tümü Türk kamuoyunun gözünü şovenizmle karartmak ve gözü bağlı ateşe sürmek için uydurulmuş hayal ürünü laflardır.

---------------------------------
Kaynak: Mûrad Civan’ın web sayfası