Medenî Ayhan : 1. Bölüm : MEDENİ AYHAN NIN ANKARA BAROSUNA VERDİĞİ SORGULAYAN SAVUNMASI. ANKARA BAROSU SAYIN BAŞKANLIĞINA

Wext: Sunday, 08.March. @ 00:00:00 CET

Mijar:

MEDENİ AYHAN NIN ANKARA BAROSUNA VERDİĞİ SORGULAYAN SAVUNMASI.
ANKARA BAROSU SAYIN BAŞKANLIĞINA




DOSYA NO : 112-2008-693/2660

YANIT VEREN : Av Medeni Ayhan

KONU : 31 12 2008 tarihli Ankara Barosu Yönetim Kurulunun üst yazısı ekinde,26 10 2008 tarihli Baro Genel Kurlunda yaptığım konuşma metni eklenerek, hakkımda resen soruşturma açılmış olduğu bildirilerek, savunmamı vermem istendiğinden, savunma yerine geçmek üzere eleştirilerimin bildirimidir.

AÇIKLAMA

1 - Üst yazınızda resen soruşturma açtığınızı ve savunmamı bildirmenizi isteyerek, ekte konuşma metinimin bir suretini göndermenize rağmen, meslek kurallarının hangi maddeleri nedeniyle soruşturma açtığınızı ve dolayısıyla hangi maddeler çerçevesinde isnatta bulunduğunuzu ise, belirtmemişsiniz. Politik davalar açan savcılarınız dahi iddianamelerinde eyleme uyan, yada uymayan bir veya bir kaça maddeye dayanırken, meslek kurallarının hiçbir maddesine dayanmadan, savunma istediğiniz görülmektedir. O zaman neye göre savunma vereceğim ? Zaten hakkımda açılan her ceza davası ile her Baro soruşturmasında, istisnasız kendi duruş,eylem ve düşüncelerimi meşru gördüğümden, soruşturmalar ve soruşturmanın dayandığı düşünceleri sorgulayıp eleştirerek, bir tarafa bıraktığım bilinmektedir. Çeşitli gözaltılar da işkenceye maruz kalırken, 1992 yılından itibaren mahkemelerde yargılanırken, cadde üstünde kurşunlanırken, avukatlıktan atılıp Baro dan ihraç edilirken hiçbir geri adım atmadım, atmamda düşünülemez. Benim tutumum, soruşturamaya neden olan düşünce ve duruşumu derinleştirmek yönünde olmaktadır.

Özgürlük; kendiliğinden varolan, yada başkaları tarafından bahş edilebilen bir değer değildir, tersine emek ve bedel süreçleriyle yaratılan en önemli değerdir. Özgürlük öylesine bir değerdir ki; her an ve sürekli yaratılabildiği sürece vardır. Yaratılma eyleminin süreklilik kazanmadığı andan itibaren ise, yoktur. Ben özgürlüğümü bedel ve emekle yaratan, ve kendi şahsi özgürlüğünü bu şekilde yaratırken, toplumsal özgürlük alanını da geliştirme çabasında olan, Kürdistanlı yurtsever devrimciyim. Ben, Sömürge ülkem Kürdistan ı bölüp paylaşmış, bölücü-sömürgeci devletler ile faşist resmi ideolojik-politik harçlarıyla hiçbir koşulda uzlaşmayan, hiç bir anda kesin kopuş stratejisinden taviz vermeyen Kürdistanlı yurtsever devrimciyim. Baro Sicili esas alınırsa, 20.000 avukatın Ankara Barosunda kaydı bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak Ankara Barosunda Medeni Ayhan dışında devrimci bir avukat bulunmamaktadır. Çünkü Baro Genel Kurullarında yapılan bütün konuşmaları içinde, sadece benim konuşmalarım soruşturmalık olmakta, başkaca hiçbir avukata ise, siyasi nedenli olarak soruşturma açılmamaktadır. Buda geri kalan bütün meslektaşlarımın devletin gerici resmi ideolojik çizgisinden kopmadığını ve devrimci bir değer yargı sistemlerinin bulunmadığını göstermektedir. Tek başıma devrimci tutumun sahibi olduğum için, sizlerden ödül bekleyecek değilim. Bütün devrimci tutumlarım ödül veya konum almak için değil, Kürt ulusuna ve ülkem Kürdistan a yönelen ağır zülüm ve saldırılara karşı durmak, bedel ödeme çağrısını kabul etmek ve görevimi yerine getirmek içindir.

2 - Baro Genel Kurullarında, sadece benim yaptığım her konuşma davalık, yada soruşturmalık yapılmaktadır.Yazdığım makaleler gerekçe gösterilerek, Ankara Barosu tarafından 1999 yıllında avukatlık ruhsatım iptal edilerek, avukatlıktan atıldım. Söz konusu ihraç kararı Barolar Birliği ile Adalet Bakanlığı tarafından jet hızı ile onandı. Türk devletinin yargı erki olabildikçe politize olduğundan, ayrıca Türk kanun mevzuatı faşist bir ideolojinin yansıması olduğundan, gerek mahkemelerin ve gerekse Baro nun hakkımdaki kararlarının hukuka aykırı olduğunu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin karalarıyla ispatladım, devletinizi tazminat ödemeye mahkum ettim. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çoğu zaman şekli bir yargılama tarzını esas aldığından, tam anmalıyla adil yargılama yapabilen bir mahkeme olmamakla birlikte, Türkiye deki mahkemelerde varolan yargılama tarzının yüz yıl ilerisinde bulunduğundan, özünde söz konusu uluslararası mahkemenin karar ve ölçülerine de uymamaktasınız. Çünkü kişi aynı kişidir ve düşünceleri de aynı düşüncelerdir, değişmemiştir. Geçen dönemin genel kurulunda yaptığım konuşma yönünden açılan soruşturma bitmeden, yenisi açılmaktadır.

Anayasanızın 11. 15 ve 90. maddelerini okuyabilirseniz ; devletinizin imzaladığı ve meclisçe onanan her uluslararası sözleşmenin iç hukukun bağlayıcı bir parçası olduğu ve üstelik normlar hiyerarşisinde üst norm durumunda bulunduğu, yani Anayasa ve kanunla çelişmesi halinde, sözleşmeye öncelik verileceği tartışmasızıdır. Söz konusu uluslararası sözleşmeyi uygulamakla görevli ve yetkili mahkeme ise, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesidir. Devletinizin yetkisini tanıdığı bu uluslararası mahkemenin sonuçlandırmış olduğu ve bizzat davacısı ( başvuranı ) olduğum 4 ayrı davada, adil yargılama hakkının ihlal edildiği, cezalandırma kararlarının demokratik bir toplumla bağdaşmadığı, şiddet çağrısı veya bir ırkın bir irk üzerinde tahakkümünü savunan bütün aykırı ve şoke edici düşüncelerin hukuka uygun olduğu tespit edilmiştir. Ancak bu uluslararası sözleşme ile uluslararası mahkemenin bağlayıcı karaları sizleri bağlamadığı için, soruşturma açmaya devam etmektesiniz. Bir kanun mevzuatına sahip olmak, hukuk mevzuatına sahip olmak anlamına gelmediği gibi, kanun adımı olmakta, hukuk adamı olmak anlamına gelmemektedir. Hak ve özgürlük mücadeleleri için ödenen ağır bedeller neticesinde burjuva hukukuna geçirilmiş maddeler, yani kazanımlar bulunmaktadır.

İnsanlığın mücadeleleri neticesinde yaratılan bu kazanımlarının geldiği hukuksal çerçeveden olaylara bakarak değerlendirme yapabilen, tutum alabilen hukuk fakültesi mezunlarına hukukçu diyebiliyoruz. Hatta hukuk fakültesi okumamış olmasına rağmen, insanlığın ulaşabildiği bu hukuki değerler sistemi üzerinden olaylara yaklaşan her insana da, hukukçu denilebileceği kanısındayım. Buna karşın insanlığın mücadeleleri neticesinde kazanılan söz konusu üst değerler silsilesi çerçevesinde olayları değerlendirmeyenler ise, on hukuk fakültesini bitirmiş olsa, hatta fakültelerde profesör de olsa, en fazla sıradan bir kanun adamı olabilecektir. Hatta varolan kanunlara, yani Anayasanın 11.15 ve 90. maddelerine dahi uyulmadığı takdirde, kanun adamı demek bile olanaksız olacaktır. Kanunilik ve kanun adamı, 19 yüz yılın başında bir değerdi. Çünkü o dönemdeki devletler ve yönetimlerin çoğu, kendi koydukları kanunlara dahi uymazdı. Devletlerin yada kurumlarının işlem ve eylemlerinde kendilerini kanunlarıyla dahi bağlı tutmayarak keyfi davranabilmesine 19. yüzyılda rastlandığından dolayı, o tarihsel koşullarda kanuna bağlılık bir değer sayılırdı. 21. yüzyılda ise, kanunilik ve kanun adamı olmak bir değer değildir, hukuk ve hukuk adamı olmak ise, değerdir.

3 - Her konuda kanun ve kanun maddesi yapmak mümkündür. Örneğin herkesin donla, yada terlikle gezmek zorunda olduğunu kanuni düzenleme ve yaptırama bağlamak olasıdır. Tıpkı Kemalistlerin şapka kanununu çıkararak, şapka giyme zorunluluğunu getirmesi gibi. Yada bu coğrafyanın kültürüne yapancı olduklarından, batıya karşı aşağılık kompleksi ve buna karşın doğuyu karşı büyüklük kompleksine kapılmış olduklarından, yerel müzikleri aşağılayıp yasaklayarak, batının klasik müziğini dinletmeyi zorunluluk haline getirmiş olmaları gibi. Yada 1925 yılında çıkarıldıkları bir genelge ile Kürt ulusunun anadili Kürtçeyi yasaklamaları gibi. Batı burjuvazisinin tüketim kalıplarını, üstten dönüştürmeci tarzla saray malikanelerinden gelen ittihatçı - Kemalistlerin yerleştirme çabasına devrimcilik demek, devrimi bilmeyen ve devrimi yaşamayanların işidir.

Çok kanunun bulunduğu her yerde, ya hukuk yoktur, yada az hukuk vardır. Çok kanun demek, toplumun bütün özgürlük alanına müdahale etmek ve her şeyi merkezden belirlemek demektir. Çok kanun, az hukuk demektir.

Kanunlar çoğu zaman hukuka aykırı olabilmektedir. Türk devletinin kanun mevzuatı da köhne, hukuka aykırı olup, faşist resmi ideolojisi Kemalizm’in yansımasıdır. Hukuk mevzuatı ve hukuk adamına ise pek rastlanmamaktadır. Hukuka, hukuk adamına ve hukuk kurumuna rastlanmamasının temel nedeni, bu değerlerin yaratılması için, kendilerini hukuk kurumu yada hukuk adamı diye yansıtanların esasen birer kanun adamı olduklarının farkında olmaması ve söz konusu değerleri yaratmak için bir mücadelelerinin olmamasıdır. Hukuk adamaları, toplumun ileriye gitmesine ve zincirlerinden kurtulmasına öncülük edemiyorsa, yada bu tür mücadelelerin içinde yer almıyorsa, hukuk adamı sıfatını hak etmiş değildir. Mesele sadece mevzuattaki bilgiyi yüklenmiş olmak, çoluk çocuğunun karnını iyi doldurmak için koşturmaksa, bir bilgisayara hiçbir avukatın sırtlayamayacağı kadar mevzuat yüklemek ve üstelik bir ferarinin bagajına koymak mümkündür. Böylesi bir durumda, ferarinin hukuk taşıyıcısı olduğunu ve bilgisayarında hukuk adamı olduğunu söyleyemeyiz.

Hukuk ; resmi ideolojinin müyideye ( yaptırma ) bağlanmış halidir. Yani hukuk ideolojinin yansımasıdır. Kemalizm’in faşizm olduğunun en iyi kanıtı; Türk tarih tezi ve güneş dil teorisi ile bunun yansıması olan politik uygulamalardır. Söz konusu ideolojik politik kültürel üst yapının alt yapısında ise, katı devlet kapitalizmi bulunmaktadır. Türkiye deki faşizmin klasik faşizmden diğer bir farkı; devletin kuruluşu ile birlikte, devlet kurumlaşmasında ve yapısında cisimleştirilmesidir. Bu nedenle mevcut yapı ve kurumsallaşma tasfiye edilmediği sürece, devletin yapısında cisimleşen faşizm, sürekli faşizm şeklinde devam edecektir. Türkiye de devrimci muhalefetin yükseldiği dönemlerde taktik olarak açığa çıkarılan ve acık olarak uygulanan açık faşizm ve buna karşın devrimci muhalefetin yükselmediği, yada yenildiği dönemler de ise, örtü altına alınarak uygulanan örtülü faşizm olmak üzere, sürekli faşizm bulunmaktadır. Arap Devletlerindeki Baas faşizmi ise, İttihatçı - Kemalizm’in aynısı ve daha az kurumsallaşmış bir biçimidir. İran fundamentalizimi de ırkçıdır.

Söz konusu faşizm ve ırkçılıkların temel kaynaklarından birincisi; Kürdistan nın sömürge olması ve sömürgeci statükonun devam ettirilmek istenmesidir.

Her sömürgecilik; faşizm ve devlet terörizmi uygulamaları ile devam ettirilebilmektedir. Emperyalizm yada sömürgeciliğin bulunduğu her yerde, devlet terörizmi vardır. Söz konusu sömürgeci devletlerin Kürt yerleşim birimlerinin adını değiştirmesi, kolektif anlamda Kürt ulusunun, ulusal varlığının ve ülkesinin tanımaması, asimilasyon politikaları uygulamaları, göçertmeler yoluyla ülkemiz Kürdistan ı insansızlaştırmaya çalışmaları, faili meçhul adı altında zaman ve mekana yayılmış soykırımları kontrgerillaları aracılığıyla yapmaları ve yer yer toplu imhaları gerçekleştirmeleri sömürgecilik ile resmi ideolojilerden beslenen politik uygulamalardır. Türk devletinin 4000 Kürt köyünü yakıp boşaltması, 4 milyon insanın Türkiye metropollerine ucuz iş güçü olarak sürülüp asimilasyon sürecine alınması, 125 bin faili meçhul öldürme yaralama ve kundaklama olayının da devletin kontrgerillası tarafından gerçekleştirilmesi, Kürt nüfusunun artış hızı karşısında siyasi nedenli olarak doğum kontrol hapı ve spiralin Kürt kadınlarına dağıtılması, bütün ormanlarımızın ve dolayısıyla hayvan türlerinin yakılması, güncel soykırım pratikleridir. Irak ta Saddam Hüseyin nin Baasçı yönetiminin 3000 Kürt köyünü boşaltması ve yaklaşık 3 milyon kürdü yerinde etmesi, enfal operasyonları adı altında 100 bine yakın insanımızın katledilmesi ile Halep’çe de kimyasal silah kullanılması soykırım pratikleridir. İran ve Suriye Baas yönetiminin de köy yakma ve göçertme ile faili meçhul pratikleri bugün için revaçtadır. Bu durum karşısında sağcısı solcusu ve sosyalisti ile birlikte, Türklerin, Farsların ve Arapların kendi devletlerine karşı hiçbir yürüyüş düzenlemezken, hata Kürt ulusunun, Ermeni nin, Asuri nin ( Suryani, Keldani, Nasturi ), Pontuslu Rumun ve Alevi nin haklarından yana, benim gibi bir aydın veya siyasetçi bir konuşma yaptığı sırada, hepsi birleşirken, Filistin deki katliama ve işgale karşı sokaklara dökülmeleri, demokrat olduklarının veya kardeşleşme kültürüne sahip olduklarının bir yansıması değildir.

Demokratlık ve kardeşleşme kültürü, öncelikle toplumların kendi devletlerinin katliamlarına, sömürgeciliğine ve faşizmine karşı eylem yapmasıyla ortaya çıkabilmektedir. Türkler, Araplar ve Farslar, kendi devletlerinin sömürgeci statükosunda çıkarlarını gördüğünden, bu statünün devamından yanayken, İsrail in yada diğer bir devletin bölgedeki işgal ve sömürgeciliğini ise, kendi ulusal çıkarlarına tezat görmediklerinden veya gördüklerinden dolayı başkalarının işgaline karşı ses çıkarmaktadır. İttihatçılık - Kemalizim - Basçılık ve İran Fundamantalizmi Kürdistan daki sömürgecilikle birlikte tasfiye edilmeksizin, Ortadoğu da kardeşleşme kültürünün var olması, demokratikleşmesinin sağlanması, istikrarın ortaya çıkması, hukukun üstünlüğünün sağlanması olanaklı değildir. Bu da, Kürt ulusu merkezli ve diğer ezilen hakları da içine alan bir yeni Nevroz un varlığını zorunlu kılmaktadır

4 - Özgürlük; sizin gibi resmi ideolojinin paralelinde düşünen insanların özgürlüğü değildir. Özgürlük; başkasının, diğer bir değişle ötekinin özgürlüğüdür. Sizler resmi ideoloji olan Kemalizm’in inkarcı milliyetçiliğinin yansıması olan her konuşmayı bütün avukatlarla birlikte huşu içinde dinlemektesiniz. Benim resmi ideolojiye aykırı görüşlerim ise, sizleri ve diğer avukatları, hatta savcı ve mahkemeleri şoke etmektedir.

Fakat esasen düşünce ve ifade özgürlüğünün şoke edici ve rahatsız edici düşüncelere saygıyla mümkün olduğunu da sindiremediğiniz için, hakkımda soruşturma açmaktasınız. Soruşturmalardan pekte rahatsız değilim. Soruşturmaya uğradığımda, iyi bir şey yapmış olduğumu anlıyorum. Hakkımda her soruşturma açıldığında, sorgulama imkanı buluyorum. Benim aleyhimde açılan her soruşturma ve davayı, söz konusu davanın sahipleri aleyhinde açılmış bir davaya dönüştürüyorum. Ben sorgulanmam, sorgularım... Kemalizm, Basizim ve İran fundamentalizminin ırkçılık ve sömürgecilikten beslenen yasakçı düzeni ile bu ideolojilerin etkisi altında ortaya çıkan akademik çalışmaların hiç birinde ise, bilimsellik yoktur.

Bu inkarcı ideolojiler; bilimin, hukukun, sanatın ve edebiyatın gelişmesine ket vuran, hatta bu etkinlik alanlarının tümünün katili olan çizgilerdir. Varolan koşullar nedeniyle, toplanan bir kitap duyduğum da, bilimsel bir değer taşıyabileceğini düşünmek durumunda kalabiliyorum

5 - Ankara Barosunun yazısında, hakkımda resen soruşturma açıldığı belirtilmekle birlikte, genel kuruldan bu yana uzun zaman geçmesine rağmen, yönetim kurulunuz hakkımda soruşturma açmamış, ancak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca ceza soruşturması açıldığı bildirilerek, yönetim kurulunuz tarafından da soruşturma açılıp açılmadığının sorulması üzerine ise, hakkımda soruşturma açtığınız anlaşılmaktadır.. Bu nedenle Baro nun resen soruşturma açtığı esasen doğru değildir, savcılık yazısı üzerine açılmış bir soruşturma söz konusudur.. Savcının yazısı üzerine soruşturma açıldığına göre, savcının talebiyle soruşturma açıldığının söylenmesi doğru olandır. Baro yönetim kurulu 11 kişiden oluşmasına rağmen ve Anayasanın 11, 15 90. maddeleri ile 90. maddeyi eklenen son fıkrası açıkken, yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. ve 9. maddeleriyle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin düşünce ve ifade hürriyeti ile ilgili bağlayıcı içtihatları bilinmesine rağmen, soruşturma açılmasının anlamı nedir ? Ankara Barosu basın açıklamalarıyla ifade ve düşünce özgürlüğünden yana olduğunu ileri sürerken, söylemi pratiğine aykırı düşen bir Baro yönetimi, düşüncelerim nedeniyle soruşturma açmış bulunmaktadır. Söylem, pratikle birleşmediği sürece, söylemin hiçbir değeri yoktur. Baro, bu tutumu ile bir hukuk kurumu olmadığını ortaya koymaktadır. Ayrıca Baro nun özerk yapıda olmadığı da ispatlanmış olmaktadır. Özerk yapısını koruyan, hukuk kurumu olan, ve gerçekte düşünce ve ifade hürriyetinden yana olan bir Baro; savcının yazısı geldiğinde,”Bize aykırı gelen düşüncelerde; düşünce ve ifade hürriyeti ile demokratik bir toplumun zorunlu bir sonucu olarak hukuksal korunmadan yararlanır.

Anayasanın 11. 15 ve 90. maddesi ile bu maddeye eklenen son fıkrası yanında, iç hukuku bağlayan ve üst norm niteliğinde olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu mahkemenin karalarını uygulayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bağlayıcı karaları çerçevesinde düşündüğümüzden, soruşturma açılması düşünülmemiştir” denilerek yanıt göndermeliydi. Eğer savcı bu karara itiraz etseydi, ve Barolar Birliği de bu kararı ortadan kaldırmış olsaydı, o zaman Baro yu eleştirmezdik. Ancak savcının yazısına göre, üyesi hakkında düşünceleri nedeniyle soruşturma açan, ve yeni savcının vereceği takipsizlik kararı, yada açacağı davaya göre soruşturmayı ortadan kaldıran, yahut Disiplin Kuruluna sevk eden bir Baro nun, düşünce ve ifade hürriyetinden yana olmayacağı gibi, söylemi ve pratiği de birbirine aykırı düşen bir devlet kurumu olacağı tartışmasızıdır. Her kararını, savcıya göre veren bir Baro nun düşüncesi de aslında savcının düşüncesidir.Bu tür bir Baronun düşüncesi dahi yoktur Düşüncesi olmayan bir kurumun ise, düşünce özgürlüğünün değerini bilmesi dahi olanaklı değildir. Baro özerkse, ve bir hukuk kurumu durumundaysa, bu dilekçemi vermemeden hemen sonra, savcının ne yönde işlem yapacağına bakmadan ve beklemeden, beni ya Disiplin Kuruluna sevk etme kararı vermeli, yada soruşturma ve kovuşturma açmaya yer olmadığına dair karar vermelidir. Savıcının yapacağı işlemi bekleyen ve savcının ne yönde işlem yaptığına baktıktan sonra, o yönde karar alan bir Baro nun iradesi ve kurumsal ağırlığı sıfırdır. Baronun iradesinin, özerkliğinin, kurumsal iradesinin sıfır olması halinde, yönetimi kurulunu oluşturanlar, neyi gerekçe gösterirlerse göstersinler, mevcut gerici devlet çarkının ve resmi ideolojisinin gerisinden gittiklerini ispat etmiş olurlar

6 - Türkiye de en çağdaş kanunlar dahi, kemalizmin etkisindeki savcı ve hakimlerin ellerine verilse, hukuka uygun bir uygulamanın ortaya çıkması mümkün değildir. Çünkü temel sorun, zihniyet, düşünüş kalıbı ve algılamalarının değişmemesi sorunudur. Uygulayıcılarda ki zihniyet ve algılayış ile politik düşünüş kalıpları değişmediğinden, en çağdaş kanunlar dahi, Kemalist zihniyete sahip kişilerin elinde kötürüme dönüşür. Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Anayasa nın 90, maddesine eklenen son fıkrar ile düşünce suçunun ortadan kaldırdıklarını ve mevzuatı bu anlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin mevzuatına uygun hale getirdiklerini, ancak zihniyetin ve uygulamanın değişmediğini söylemişti. Fakat ilgili Bakan nın üyesi olduğu parti ve hükümet ile Başbakanlarının da zihniyeti değişmemiştir. Sevmeyen gitsin içerikli konuşmalar yapan Başbakanı Recep Tayip Erdoğan dır. Türk devletinin Başbakanı, söylemlerini kontrol ederek konuşma mekanizmasına pek sahip olmadığından dolayı, söz konusu ifadeleri ağzından kaçırmış olmakla birlikte, gerçekte varolan gerici düşüncelerini yansıtmaktadır. Başbakan Tayip Erdoğan nın, Almanya mülteci olarak giden Türk ailelerine anadillerinde eğitim yapma hakkı yasal güvece altına alınıp on yıllardır devletin kurumlarında anadillerinde eğitim yapmalarına rağmen, asimilasyon insanlık suçudur demesi, buna karşın Başbakanı olduğu devletin ise nüfusu 30 milyon olan ulusumuzun ise, bu sıradan hakkı dahi yasakladığından, bütün yerleşim yerlerinin adını değiştirdiğinden, Kürtlerin kendi çocuklarına Kürt alfabesinde yer alan Q,W,X, gibi harfleri barındıran isimleri koyamadığından habersiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, Türk devletinin kuruluşundan bu yana, Kürt ulusuna karşı insanlık suçlarını işlemeye devam ettiğini kabul etmelidir. Türkiye deki bütün sözde değişmeler şeklidir, Kemalizm’in faşist - sömürgeci devlet duvarında toslamaktadır. Anayasanın 90. maddesine eklenen son fıkra, Türk kanun adamlarının hoşuna gitmediğinden, anlamak istememektedirler.. Devlet çıkarına ve Kemalizm’e aykırı düştüğünden, uygulanmamaktadır. Mahkemelerin ve soruşturma sahiplerinin tarafsız ve bağımsız olmasının şartı, uygulayıcıların siyasi ve idari erki temsil edenlerin veya dış yönlendirmeler için uğraşan menfaat sahiplerinin ve mevcut ırkçı ideolojik politik basınç ile kamuoyu baskısından ve daha da önemlisi bizzat kendi şahsi duygu ve düşünceleri ile ideolojik eğilimlerinin etkisi altında kalmadan karar verebilmiş olmalarıdır. Bu etkililerin altında kalınmadığı takdirde, Türk devletinin şu an için varolan kanun mevzuatı dahilinde dahi, genel kurulda yaptığım konuşma için, soruşturma ve Disiplin Kovuşturması veya ceza soruşturması açma imkanı bulunmamaktadır. Terörle Mücadele Kanunun 8/1 maddesi kaldırılmış olmakla birlikte, söz konusu maddede suç olarak düzenlenen eylem, halla Türk savcılarının, hakimlerinin ve avukatlarının zihninde suç olarak durmaktadır.

7 - İttihatçı-Kemalizm, Türk toplumu ile kanun adamlarının kafasında mayın ve karakollar kurmuştur. Bu karakolları yıkabilecek durumda da değillerdir. Örneğin son Ankara Barosu genel kurlunun yapıldığı 26 10 2008 tarihindeki konuşmamı bitirir bitirmez, eski Baro Başkanı Av Sadık Erdoğan nın aniden ayağa kalkarak; ”Medeni Ayhan nın ülkenin bölünmez bütünlüğü aleyhinde propaganda suçunu oluşturan cümlelerinin tutanaktan çıkarılmasını talep ediyorum ve konuşmasını da alkışla protesto etmeye çağırıyorum” dediğini, ve bunun üzerine diğer avukatlarında düşüncelerimi protestoya dönük olmak üzere, alkışladıkları bilinmektedir.

Benim Kürt ulusu ve Kürdistan demem, bugün için mevcut ceza kanunda suç olmaktan çıkmış ise de, eski Baro Başkanı Av. Sadık Erdoğan ve diğer avukatların kafasında suç olarak devam etmektedir. Kemalizm’in kafalarda yarattığı karakollar devam etmektedir. Benden daha iyi bir karakol yıkıcısı görülmemektedir, girdiğim ve bulunduğum her ortamda en sert darbelerle karakolları yıkma işini üstleniyorum. Bütün Baro konuşmalarıma rağmen, Kemalistlerin kafasındaki karakolların tümden yıkılmadığı, ve bütün mayınların patlamadığı ortaya çıktığına göre, balyozumu daha hızlı ve daha sert indirmek zorundayım. Devrimci aydınlar olmaksızın, tarihin yaratılması ve ileriye taşınması olanaklı olmamaktadır, ancak aynı paralelde bir paradoks olmak üzere de, aydın kesiminden daha fazla ayak bağı olan bir toplumsal birimde bulunmamaktadır. Aydınlarla uğraşmak zorunda kalıyorum, zamanım ile enerjimin bir bölümünü almaktadırlar. Zaman vermek istemesem de, bir açıdan kendimi mecbur görüyorum. 2004 yılında yapılan Ankara Barosu Genel Kurulunda ise, avukatlar topluca bulunduğum konuşma kürsüsüne yürüyerek; protesto, hakaret, tehdit ve fili saldırıya geçmişti. Eğer Baro bir hukuk kurumu durumunda olsaydı, söz konusu histerik linç eyleminde bulanan avukatların bütününü Disiplin kuruluna sevk ederek, cezalandırırdı. Ancak her genel kuruldan sonra soruşturmalık olan kişi sadece ben olmaktayım.. Baro nun sadece yüz kızartıcı ve adli eylemler nedeni ile Disiplin Kurulunu işletmesi gerekir.

Oysa adli nitelikte bir eylemimiz olmadığından, her zaman siyasi duruşumuz ve düşüncelerimiz nedeniyle soruşturmalık ve Disiplinlik oluyoruz. Sanatçı Ahmet Kaya, bir ödül töreni esnasında yaptığı konuşmada, sadece anadili Kürtçe ile bir kaset yapacağını söyledi. Söz konusu salonda ne kadar soytarı varsa, hep birlikte üzerine yürüdü. Türk toplumunda bu tür durumlarda kendisini solcu-sağcı ve dinci diye tanımlayanlar arasında pek bir tutum farkı ortaya çıkmamaktadır. İdeolojik ve sınıfsal ayrımlar silik ve önemsizidir. Sonuçta hepsi Kemalist ideoloji ve kültürün bir unsurudur. Sonuç itibariyle Ahmet Kaya, pek bir şey söylememesine rağmen, salondakilerin önemli bir bölümü linç ve histeri paronayası ile üzerine yürüdüler, ailesinden kopardılar, kalp krizi geçirmesine neden olarak, hep birlikte katili oldular. En çok saldıran ve en çok bağıranlar ise, en soytarı olan iki yaratıktı. Onlardan bir tanesi hem ön, hem arka organını elinden düşürmeyerek, Bar bar gezen bir “paleyboy” du. Bu düzenin katırıydı. Diğeri ise, Moğol yüzlü, teneke sesli, yarı ve eşek yarı köpek türünden bir canlıydı. İşin ilginç yanı, daha sonra her iki canlının da asker kaçağı olduğu da ortaya çıktı. Bu durum eski Başbakanlarınızdan Tansu Çiller in iktidarı döneminde, sistematikleşen siyasi cinayetler, devletin kontrgerillası tarafından işlenirken, ”kurşun atanda şereflidir, kurşun yiyende” şeklinde demeç verip,oğlunu ise, söz konusu serften tümden mahrum ederek, evinin tam karşısında ve güvertede askerlik yaptırmış olmasına da pek benzemektedir. Kemalizm’in ve ittihatçılığın en üst düzeyde şakşakçısı olarak televizyonlarda ve kitleye açık toplantılarda ırkçılık yapanlardan hangisi, 25 yıllık savaşta oğluna veya kardeşine çatışma yerlerinde askerlik yaptırmış ki ? Daha doğrusu hangisi oğlunu güvenli, risksiz ve rahat yerlerde konumlandırmıyor ki ? 25 yıldır bütün kurşunlar, yoksullardan Ali, Ahmet ve Mehmet efendinin çocuklarına isabet ediyorsa, ve her zaman şehitlik edebiyatı yapan Valilerden, generallerden, başbakanlardan, bakanlardan, gazeteci yazarlardan, müsteşarlardan, işadamlarından hiç kimsenin çocuğuna isabet etmiyorsa, her halde Allah ın bunların çocuklarına çok istedikleri şehitliği layık görmeyerek, haksızlık yaptığını kabul etmek zorunda kalacağız. Oysa bunlar, çocuklarının şehit olmaması, ve aile olarak evlat acısını bizzat yaşamamak için, Allaha dahi, çocuklarına Şehitlik mertebesini verme imkanını sağlamamak açısından, çocuklarına ya bedelli askerlik yaptırmakta, yada çürük raporu aldırmakta veya güvenli yerlerde rahat noktada askerlik yaptırabilmektedirler..

İttihatçılığın hem kendisi, hem de devamı olan Kemalizm, ideolojik - politik - pratik uygulamalarıyla, Türklerin önemli bir bölümünde paronaya ve histeriye yol açarken, red ve inkar ettiği diğer milletler ile dinsel topluluklarda ise, silinmez travmalara yol açmıştır.. İttihatçılık ve Kemalizmi tasfiye etmek, bütün paronaya, histeri ve travmaları da silmeye başlamak demektir. Kemalizm ile uzlaşmak ise, düzenin işbirlikçisi olmaktır. O zaman biz Kürdistanlıların, ülkemizdeki sömürgeciliğe son vererek, bağımsız devletimizi kurmamızla birlikte, Kemalzim, Türkler açısından bağımlılık oluşturan bir ihtiyaç olmaktan çıkacak, ve özgür düşünmeye başlama süreçleri gelişebilecektir. Terörle Mücadele Kanunun 8/1 maddesi kaldırılmış olmakla birlikte, düşünüş kalıpları ve zihniyet değişimi gerçekleşmediğinden, aynı kanun maddesi beyinlerden silinmediğinden, aynı tipik fili düzenlememesine rağmen, eski Türk Ceza Kanununun 312/2 maddesi ( yani yeni ceza Kanunundaki 216. Maddesi ) çerçevesinde yargılama ve cezalandırmalara gidilebildiği görülmektedir. Oysa kaldırılan Terörle Mücadele Kanunun 8/1 maddesi, ülkenin ülkesi ile milliyetiyle bölünmez bütünlüğü suçunu düzenlerken, eski Türk Ceza Kanununun 312/2 maddesi ( yani yeni ceza Kanunundaki 216. Maddesi ) ise, dil din ırk ayrımına dayanarak, halkı birbirine karşı tahrik etmek fiililini düzenlemektedir. Yani iki maddedeki fiillerin birbiriyle bir ilişkisi olmamasına rağmen, sırf düşünüş kalıpları değişmediğinden, suç olarak düzenlenmeyen eylemlerden dolayı da davalar açılmaktadır. Hatta kaldırılmış olan Terörle Mücadele Kanunun 8/1 maddesi çerçevesinde, geçmişte dava konusu edilebilen bazı eylemler yönünden, yine hiçbir ilgisi bulunmayan ve eski Türk Ceza Kanununda devlet ile kurumlarına hakareti düzenleyen 159. Maddesi ( yani yeni ceza kanunda 301 . madde ) çerçevesinde davalar açılarak, cezalandırılmalara gidilebilmektedir. Devletiniz, kurulduğu günden bugüne, hiçbir zaman hukuka oturmamış bir devlettir. Hukuka oturmak bir tarafa, kendi faşist ve köhne kanunlarına dahi oturmayan ve uymayan, keyfi bir devlet yapılanmasıdır. Abdülhamit ten beri düşünce özgürlüğü ve demokratikleşme adamlarını tartışılarak, bazı kanunlarda çeşitli dönemler itibariyle değişikliğe gidilmesine rağmen, özünde pekte bir şeyin değişmediği görülmektedir. Söz konusu değişiklikler, diğer ülkelerin ve uluslar arası kurumların baskı ve eleştirilerini gidermeye yönelik birer makyaj malzemesi olduğundan, her dönem yapılan tek işin de, demokratikleşme adına sahtekarlık olduğu sabit olmaktadır.

Sonuç itibariyle bütün temel özgürlüklerin anası olan düşünce ve ifade hürriyeti dahi Türkiye de bulunmaktadır. Türk devleti gibi faşist sömürgeci ve tekelci bir ekonomiye sahip olduğundan, bu totaliter devlet düzenine karşı, üyeleriyle birlikte sokağa dökülmeyen, her zaman baskı mekanizması olmayan bir Baro, hukuk kurumu olmayacağı gibi, özerk niteliğini de koruyamaz. Bu durumda, Baroların üyesi olan avukatlarda hukuk adamı olamazlar. Öte yandan bu tür bir toplumda kendilerini hukukçu diye nitelendirenler;ya kanun adamı olarak devleti uygulayarak, devletin arakasından giden ve dolayısıyla daha gerici olan bir birey, yada kanun adamı dahi olmayı da becermeyerek, köhne ve faşist kanun maddelerini uygulamalarında daha da katı halle getireceklerdir.. O zamanda kendisini hukukçu diye nitelendirenler, devlet adına şiddet uygulayan kişiye dönüşür. Türk devleti gibi faşist sömürgeci ve emperyalist devletlerin düzeni, sürekli baskı, zülüm ve şiddet düzenidir. Bu tür şiddet düzenlerinde ise, konuşma, makale ve kitap çalışmalarında suç işlemeyebilenler, hukukçu, bilim adamı, aydın, demokrat, sosyalist gibi nitelendirmelerin hiç birisinin gerçek taşıyıcısı olamazlar. Ben, hem kendi şahsi özgürlüğümün, hem de ulusumun özgürlüğünün bedel ve emek verilmeksizin yaratılma ve geliştirme olanağının bulunmadığının farkındayım.. Bu tür bir düzene karşı özgürlük mücadelecisi olmak için; bilinci en fazla gelişmiş insanın dahi, deli gömleğini giyerek hareket etmesi ve devleti cepheden karşısına alması zorunludur.

Maşallah, meslektaşlarımdan istisnaları çıkarırsak, hepsi birbirinden rasyoneldir.. Ben ise, deli bir dahiyim. Hem deli ve hem dahi yanım nedeni ile Ankara Barosundaki meslektaşlarımla benzeşmiyorum. Hatta Kürdistan illerinde ve diğer Türk metropollerinde avukatlık yapan Kürt avukatlara da benzemiyorum. Benzetebilmeniz de olanaklı değildir. Tek başıma olduğum yerde bile, bütün avukatlar bir yana, bütün Türk ordusu üzerime gelse, kendi gerçeğimin taviz vermez savaşçısıyım. Her koşulda düşünce ve inanç sistemimi takip ederim.

Meslektaşım olan sizler, ideolojik açıdan birbirinizin benzeri, kopyası ve tekrarı durumundasınız.. Duruş ve anlayışı itibariyle özgünlüğü olan, bir ekol ve model olarak gelişen benim. Bu nedenle gücü olan bana benzemeye çalışmalıdır.

8 - Genel anlamada hukukçulardan ve özelde avukatlardan istisna sayıda devrimci çakabilmektedir.Ancak istisna sayıda devrimci çıksa da, çıkabildiğinde büyük devrimci çıkmaktadır. Lenin, Fidel Castro, Torçki, Gandi avukattır, Marks da hukukçudur. Sicil sayısı 20.000 kişinin üzerine çıkan Ankara Barosu da, tek bir devrimci barındırabilmektedir. Daha doğrusu barındırmamak içinde elinden geldiğini de yapabilmiş bir Baro dur. O zaman şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Avukatlar, savcılar ve hakimler ile noterler, kısacası hukuk fakültesi mezunu küçük burjuvalar ideolojik politik anlamda gerici bir kesimi oluşturur. Gericiliklerinin temel nedeni; mesleklerinin sınıf atlama, yani orta burjuvaziyle geçme imkanı sunacak nitelikte olması ve ideolojinin yaptırıma ( müideye ) bağlanmış bir diğer biçimi olan resmi mevzuat içinde sürekli çözüm aramaya koşulanmış olmalarıdır. Burjuva ideolojisini genelleştirilmekle birlikte, somutlaştırılmış ve kurulla dönüştürülmüş bir biçimi olan kanun mevzuatı içinde sürekli çözüm arayan ve başka bir algılayışı tercih etmeyen bu meslek grubunun, düzenin değerlerinden kopması ise,sanıldığı kadar kolay olamadığından, meslektaşlarımızın ideolojik - politik çizgisi gerici olmaktadır. Aynı nedenle düzenin ideolojik politik çizgisinden kapmayı başaran hukukçuda, büyük devrimci olabilmektedir. Diğer açıdan gerici olup olmamak, bir tercih meselesidir, bütün enerjisini çoluk çocuğunun karnını daha iyi doyurmak, daha iyi bir yaşam olanağına sahip olmak için harcayan bütün meslek gruplarının, daha doğrusu bütün kesim ve sınıfların devrimcileşme ihtimalinin bulunmadığı aşikardır. Türk devletinin ile toplumunun özelinde bir değerlendirme yapacak olursak, Kemalizm’in bütün sınıf ve kesimlerin, dolayısıyla kendisini sağcı, solcu yada dinci olarak tanımlayanların beyin ile ruhunda karakollar ve mayınlar oluşturmuştur.

Kürt ulusu, Kürdistan ülkesi, Sömürgecilik, bağımsızlık, 1915 ile sonrasında gerçekleşen gayrimüslim soykırımları, genel anlamda Kürt soykırımı,

Alevi soykırımları denildiğinde, Kemalist beyinlerdeki karakollara balyoz indirilmiş olmakta, ve ekili - dikili mayınlar da patlamaya başlamaktadır. Bu patlamalar bir yandan linç eylemleri olarak ortaya çıkarmaktadır.

Üstelik söz konusu olan Kürdistan sorunun, Ermeni meselesin ve Alevi probleminin çözümü, Kıbrıs taki emperyalist işgale son verilmesi ile hak ve özgürlüklerinin sağlanması olunca, Türk lerin sağcısı, solcusu ve dincisi arasında bir tutum farkı kalmamakta, ayrı terminolojiler kullansalar da, ideolojileri Kemalsizim olduğundan ve mevcut statükonun korunmasında milletlerinin çıkarını gördüklerinden, aynı noktada birleşmektedirler. Türklerden çıkma illegal sosyalist örgütlerin cuntacı olmasının ve kendi burjuva devlet ile ordularının ajan yedeği durumuna düşmesinin bir nedeni de budur.

Türkler de kendilerini sosyalist, yada sağcı, veya dinci olarak tanımlayanları hep birlikte sağcıdır. Eğer sol tarafı olmayan bir toplum aranacaksa, öncelikle Türklere bakılmalıdır. Bu durum; Türk devletinin emperyalist sömürgeci ve faşist özelliklerinin bünyesinden doğduğu gibi, Türklerin tarihte maddi üretim sürecine katılarak yaşamlarını geliştirme yerine, devlet mekanizmasının fetihçilik ve ganimetçiliğiyle varolma, yaşam kurma tarihleriyle de ilgilidir. Bu tarih türünün, Türk toplumuna kazandırmış olduğu temel nitelik,genelde kendi yönetenine karşı hiçbir direnişçi özellik taşımaması ve biatçi olmasıdır.

9 - Lübnan sorunu ile ilgili konferanslar yapacak kadar dünya sorunlarına ilgi gösteren bir Ankara Barosu nun, burnuna girmiş Kürdistan Sorunu konusunda ise, hiçbir toplantı ve hiçbir açıklama yapmamasının, ve yine diğer Baroların da aynı durumda olmasının temel nedeni, resmi ideoloji Kemalizm’in inkarcılığı ve devlet çıkarcılığıdır. Yine Baro nun, Kıbrıs sorunu üzerine çok sayıda panel ve konferans yaparak, broşür bastırması nın ve buna karşın Kürdistan sorununu ise, en sıradan tartışmanın dahi dışında tutamaya çalışmasının nedeni de, Kemalizm ve devlet inkarcılığı ve çıkarcılığıdır. İlk çağdan beri Kıbrıs ın yerli haklı Rumlar iken, 16, yüzyıldan önce ise, Türklerin, Kıbrıs ı uzaktan dahi görmedikleri bilinmektedir. Osmanlı dan sonraki Türk devletinin ilk yayılmacı pratiği Kıbrıs ın işgalidir. İşgal sonrasında Kıbrıs ta 50 bin kişi için federasyon dahi kabul edilmeyip, bağımsız devlet talep edilirken, sadece Türkiye nin sömürgeciliği altındaki Kuzey Kürdistan nın 30 milyon nüfusu ve kırka yakın ayaklanması olmasına rağmen, hiçbir hakkın reva görülmeyesi ve hatta hiçbir Baronun bu uluslararası meseleyi tartışmak istemesinin nedeni de, her yere sinmiş Kemalist gericiliktir.

Bu Baro, Ermeni meselesi diye nitelendirdiği ( benim ise gayri Müslimlerin soykırımı dediğim ) sürece ilişkin olarak ta, devletin resmi tezlerine göre kitap bastırmış bir Baro dur. Bunu bir faaliyet olarak raporlarında belirtikleri için, 2004 yılındaki kongrede tek başıma buna muhalefet ettim, tarihsel gerçeklikleri en net şekilde ortaya koydum. Bunun yananda, Kürdistan sorununu ve bağımsız devlet kurma hakkını ortaya koyup savundum. Bu tutum ve anlayışımı ortaya koyunca, dinci, sağcı ve sözde sosyalist Kemalistlerin beynindeki karakollar balyoz yemiş oldu, karakollarının yanı başında dizili mayınlar patlamaya başladı. Bu nedenle linç saldırısı ile karşı karşıya kaldım. Ben Kemalistlerin kafasındaki karakolları yıkan ve mayınları patlatıp etkisiz halle getirme sürecine sokan, yada mayınlardan arındıran bir hukukçuyum. Tek ve yalnız olmak, benim bir talebim olmamakla birlikte, şikayetçi de değilim. Benim gibi adamaların çevresinde milyonların olduğu dönemlerde dahi, özünde yalnız olacakları kesindir. Tek başına doğruları savunmak, insanı küçültmez, olduğundan fazla büyütür. Bu tutumum nedeniyle, tek başıma da olsam, Baronuzun içinde ayrı bir Baro ya dönüştüm. Her kongrede ben bir taraftayım, Baro ya kayıtlı diğer avukatlar, yani dinci Kemalistler, sözde “sosyalist “ özde Kemalistler ve sağcı Kemalistler diğer taraftadır. 2006 yılındaki kongrede ise, bu üç grubun ortak oyu ile Ermeni soykırımını kabul eden Fransa yı kınamak üzere, bir yazının Baro adına gönderilmesi için karar alındı. Bu kararı alma sürecinde yine tek başıma muhalefet ettim. Çünkü Fransa da kabul edilmiş soykırım yasası, Almanya daki Yahudi soykırımı sonrasında kabul edilen Holocaust yasasının bir benzeridir.

Bu tür kanunlar düşünce suçunun bir istisnasıdır, büyük şiddet ve kıyamları teşhir etmek, yenilerinin önüne geçmek üzere yapılan kanunlar olduğundan, düşünce ve ifade hürriyetini engellememektedir. Fransa nın kabul ettiği kanunla düşünce ve ifade hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürerek, kongresinde kınama yazısı göndermek için karar aldıran bir Baro nun, düşüncelerimiz nedeniyle hakkımızda sürekli soruşturma açmasının ve geçmişte de sırf düşüncelerim nedeniyle beni Baro dan ihraç etmesinin de, Baronun ne kadar düşünce özgürlülüğünden yana olduğunu ortaya koymaktadır. Yani Baro Genel Kurulunda bütün avukatların oyu karşısında, sadece benim muhalif oyum üzerine oy çokluğu ile alınan kararla, düşünce özgürlüğünü korumak gerekçe gösterilse de, varolan soruşturmalarınız düşünce özgürlüğünün savunucusu olmadığınızı ve söyleminiz ile pratiğinizin uyuşmadığını ispatlamaktadır. 2008 yılındaki kongre de de Av. Metin Bayar ın, Frankfurt Kitap Fuarına katılan Güney Kürdistan Federasyonun Temsilcilerinin stantlarına Kürt bayrağı ve Kürdistan haritası asmasının kınanması için karar alınmasını önermesi üzerine, karşı konuşma yapmama nedeniyle, bir daha soruşturma açmış bulunmaktasınız. Karşı konuşmamda legal ve illegal Türk solculuğunun cuntacı ve gerici yanını, ordunun ve dolayısıyla devletin işbirlikçisi oluşunu ortaya koyarken, Ergenekon dan yana tutumunu da çeşitli olgularla açıkladım. Yine Kürt ulusunun bağımsız devletini kurma hakkını da bir daha ortaya koyup savundum. Elbette Kürt ve Kürdistani bir inanç olan ve Türklerle hiçbir ilişkisi bulunmayan, yani Kürtlerin ulusal dini Mitra ve Zerdeştiliğin ( Zerdüştlüğün ) kendisi ve devamı olan Aleviliğin - Alevilerin soykırıma uğramışlıklarını da ortaya koydum. Dinler karşı şeküller yaklaşım içinde olmayanların, Aleviliği ayrı bir din olarak kabul etmeyenlerin, ve dolayısıyla cem evlerini ibadethane kabul etmeyenlerin, demokrat ve hukukçu olmayacakları nı ortaya koydum. Bu durumda Ankara Barosunda Alevi, Kürt, Ermeni, Rum, Asuri yahut genel anlamda sosyalist bireyler yok mu?, sorusu sorulabilir. Bu soruya yanıtım; şeklen varolmakla birlikte, özünde yoktur bulunmamaktadır, görülmemektedir. Çünkü kendi sorunlarına sahip çıkmamaktadırlar. Yada sorunları kendilerine konu etmemektedirler.

10 - Kendisini Hikmet Kıvılcımlı düşüncesinin takipçisi ve sosyalist olarak nitelendiren, Kurtuluş partisinin üyesi olan ve Çağdaş Hukukçular Derneği ( Daha doğrusu Çağdaş Grup ) adına konuşma yapan dört kişiden biri olan Av Metin Bayar; ” Arkadaşlar herhalde hepimiz Kemalist iz, hepimiz Kemalizm’de anlaşıyoruz. Bu anlamda bir sorun yok. Avrupa da Kürt haritası ve bayrağı açıldı. Türkiye yi bölen haritaların asıldığı basına yansıdı, bizde bu kongrede bir karar alarak, buna tepki gösterelim. Baro tepki göstermeli” diyince, avukatların ittihatçı – Kemalist - gerici düşünceleri okşanmış olmaktadır. Üstelik bu tür bir konuşma hukuka da uygun sayılmaktadır. Bu konuşmada Türkün sağcısı solcusu ve sözde sosyalistleri birleşmiş olmaktadır. Soykırıma uğrayan bütün hakların vicdanı ve dili olarak Medeni Ayhan kürsüye gelip, ”Türk solu, Türk sağıdır. Türk solu sosyalist değil, orducu – Kemalist - cuntacı ve sonuç itibariye gericidir. Ergenekon diye isimlendirilen örgüt, değişik ad ve birimlerle devam etmek üzere İttihattı Terakki nin katliam ve istihbarat örgütü olan Teşkilatı Mahsusa dan beri içsel olarak vardır. Muharip, Halaskar, Seferberlik Tetkik Kurulu, Türk İntikam Tugayı, Türk Mukavemet Tugayı, Jit, Jitem, Hizbullah ve Ergenekon gibi çok sayıda ad kullanarak, değişik birimlerde örgütlenmiştir. Susurluk çetesi, Yüksek ova çetesi, Şemdinli çetesi, Atabeyler Çetesi, Sauna Çetesi gibi adlandırmalar basının adlandırmasıdır, yakalandıkları yere göre yapılan bir isimlendirme olsa da, aslında bunlarda Türk kontrgerillası ile bağlantılıdır. Bu tür adlarla isimlendirilen eylem birimleri de, Türk devletinin kontrgerilla örgütlenmesinin unsurlarıdır. Türk kontrgerillası, Gladiyo ile birlikte ve aynı amaçla kurulmuş bir örgütlenme değildir, içsel olarak hep vardı, devletin kuruluşundan önce ve İttihat ı - Terakkiden beri vardır.Ancak her dönem başat güç haline gelen emperyalist önderlikle işbirlikçi ilişki kurduklarından, her dönem başka bir emperyalist güç tarafından kullanılmışlardır. Türk kontrgerilla örgütünün Amerika ve Nato tarafından komünizmle mücadele etmesi için çeşitli devletlerde kurduğu Gladiyo örgütü ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Diğer ülkelerde ( örneğin İtalya da) Gladiyo örgütlenmesi tasfiye edilmesine rağmen, Türkiye deki çeteci devletin devam etmesi de, Türk kontrgerillasının içsel olduğunu ve devletin kuruluşun dan beri, hatta kuruluşundan önce var olduğunu göstermektedir. Türk devletinin kontrgerillası birinci dünya savaşının kaybından sonra, ellerinde kalan bugünkü topraklardan kayb etmemek, Kemalizim ve ordu iktidarını süreklileştirmek görevine sahip olup, bunun için her dönem olanak sunan emperyalist devletlerin işbirlikçisi olmaktadır. Bu durumda bir emperyalist kiklikle işbirlikçi ilişkiye girerken, ister istemez alternatif diğer emperyalist kikliğe ise karşı olur.Bu durum nedeniyle bunların anti emperyalist olabildiğini düşünmek aptalcadır. Devletin bu kontrgerillası Özel kuvvetler komutanlığına bağlıdır. Özel Kuvvetler komutanlığı ise, Özel Harp Dairesine bağlıdır. Buna karşın Özel Harp dairesi Orduya bağlıdır. Bunlar Türk devletinin kuruluşundan beri, seçimleri kim kazanırsa kazansın, her zaman iktidardadır ve devletin geçek sahibidir. Bunlar, devletin temel konulardaki ulusal ve uluslar arası siyasetini saptamakta ve uygulanmak üzere hükümetlerin önüne koymaktadır. Hükümetler ise, bunlara teslim olmakta ve teslim olmadığında ise, darbeye maruz bırakılmaktadırlar. Türk ordusu, emperyalizmin desteği ile bütün darbelerini yaptığından, Amerika ve Avrupa nın artık darbeyi desteklememesi üzerine, darbe yapmak istemesine rağmen, yapamamaktadır.

Türk kontrgerillası; İran, Suriye Hamas,Hizbullah, Elkaide, Şengay devletleri ( Rusya başta olmak üzere Çin ) ile birlikte bir eksen oluşturarak, Ortadoğu daki statüko ve sınırların aynen devam ettirebileceği sonucuna vardıklarından dolayı, 2002 yılından itibaren ABD müttefikliğinden, Rusya – Çin - İran - Suriye eksenine kaymaya başladı. Ortadoğu merkezli asgari düzeyi bir bölgesel savaşa veya azami düzeyi 3. dünya savaşı olabilecek uluslararası savaşa bu saflaşma temelinde katılmayı esas aldılar. Bu nedenle de Amerika nın bunların tasfiyesine yöneldiği açıktır. Bunlar ( Türk kontrgerillası ), Kürdistan nın dört tarafında da Kürtlere düşman faşist bir gruptur. Sömürgeci ve gerici İran ve Suriye rejimlerinin ayakta kalmasını, Türkiye nin ayakta kalması için zorunlu görmektedirler.

Aksi takdirde üç parçada da Kürdistan nın otaya çıkıp özgürleşerek iktidarlaşacağını ve kendi denetimleri altındaki Kürtleri kontrol edemez durma düşeceklerini öngörmektedirler. Bu nedenle sömürgeci devletleri ayakta tutmak için çalışma ve ilişki geliştirirken, Fedaral Iraktaki Kürdistan Bölgesinin istikrarsızlaştırılması için örtülü savaş yapmaktadırlar. Amerika nın bazı Türk askerlerinin kafasına çuval geçirme eylemi, söz konusu istikrarsızlaştırmaya dönük örtülü savaşa bir yanıtıdır. Suriye ve İran istihbaratlarının ve özel kuvvetlerinin çeşitli bombalamalarla Irak ın Kürdistan Federal yönetim bölgesini örtülü savaşla istikrarsızlaştırma çalışmaları yürüttüğü açıktır. Bazen kendi özel küvetleriyle ve bazen paravan milliyetçi ve dinci örgütlerin militanlarını kullanarak, örtülü savaş ve istikrarsızlaştırma eylemi yapmaktadırlar. Şengal de Kürt Ezidilerine yönelen toplu katliam ve bombalamalar bu iki ülke tarafından yapıldı.. Amaç istikrarsızlaştırma ve Suriye nin kontrol ettiği toprakların sınırında bulunan bu alanı Kürtlerden temizleyip insansızlaştırma ve Arapları hakim kılarak, bir tampon bölge oluşturmaktır. Kerkük’te ki bombalamalar da İran ve Türkiye kontrgerillasının eylemleridir. Türk kontrgerillası Danıştay’daki katliamdan anlaşılacağı gibi, kitleleri yanlış yönlendirmek, provokasyon ve iç çatışma ile istikrarsızlık yaratarak ordunun müdahale koşullarını oluşturmak için, kendi devletinin sınırları içinde kendi Kemalistlerini katledebilmektedir. Bayrak aşağı geçinirken, varılması gereken amaç için Mersin de kendi bayrağını çiğneyebilmektedirler. Ancak kilik egemenliği ve çatışması adına, yada kontrgerillacı tarzlarını kabul etmeyen adalet görevlilerini ortadan kaldırmak veya kendilerini finanse edecek uyuşturucu trafiğini iyi yönetmek, çoğunlukla da Kemalist çizgiden sapanlara yaşam hakkı vermemek için, iç katliamlarda da bulunmaktadırlar. 1996 yılında Siterka Rizgari Dergisinde yazdığım, ”Karşı Devrimci Savaş, Tasfiyeci ve Komplocudur” başlıklı yazımda; kontrgerilla çizgisini uygulamayan ve barış ile çözüm sürecinin geliştirilmesinden yana olan ekipten olup, Mardin de 1995 te alay komutanı Albay Rıdvan Özden in, Dersim de 1994 yılında alay komutanı albay Kazım Çillioğlu nun intihar ettiği söylenerek, Diyarbakır da Orgeneral Bahtiyar Aydın nın kanas suikast silahıyla, Ankara da uçağına suikast yapılan orgeneral Eşref Bitlis in, cumhurbaşkanı köşkünde zehirlenen Turgut Özal ın, trafik kazasıyla ortadan kaldırılan ve Özal ın prensi olan, Kürt sorunu konusunda kendisiyle aynı paralelde düşünen ve yazdığı Kürt sorunu raporu nasıl çözülmez raporu tepki çeken Adnan Kahveci nin, Adana da1991 yılında jandarma bölge komutanı Temel Cingöz ün çapraz ateşle,korgeneral Hulusi Sayın nın, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gafar Okan nın, Ankara DGM savcılarından olup hukukçu olmaya çalışan ve öğrencileri salıvermesi neden ile tepki çeken, evinde ölü bulunan Kemal Ayhan nın, Sabancı ve Koç ailesinin sorunun çözümünden yana açıklamaları ve hazırladıkları rapor sebebiyle İstanbul da Özdemir Sabancı nın devletin kontrgerillası tarafından öldürüldüğünü, Mustafa Duyar ın baştan beri devlet ajanı olduğunu yazmıştım. Buna karşın Koç un ise, mezarının açılarak uyarı gönderildiğini yazmıştım.

Yine aynı yazımda 1992 yılında binbaşı Cem Ersever in ise, kontracı kanat içinde klik çatışması sonrasında içinde bulunduğu yapının bazı ilişkilerini deşifre etmesi nedeni ile öldürüldüğünü yazmıştım. Ben bunları 1996 da yazarken, anlatımlarım insanlar açısından daha soyuttu, bugün ise daha somuttur. Eklenmesi gereken önemli bir olgu ise, Diyarbakır da orgeneral Bahtiyar Aydın nın,Türk kontrgerillası tarafından öldürülürken, aynı süreçte sevilen, Kürtler içindeki popülaritesi en üst noktaya çıkan ve Apo nun tehlikeli rakip görebileceği Dr Baran nın, Bahtiyar Aydın ile telsiz görüşmeleri yaptığının, PKK ve lideri tarafından söylenmesi ve intihar ettiği iddia edilerek, yaşamına kendisinin son vermiş olması nedeniyle şehit sayımlamayacağının da, örgüt tarafından karara bağlanmasıdır.

11 - AKP nin orducu - Kemalist ve cuntacılarla çelişkisi, girmiş olduğu iktidar mücadelesinden kaynaklanmakta dır. Cumhuriyet üzerine bir kavga bulunmamaktadır. AKP kendisinden daha gerici olanlarla çatışmaktadır AKP nin Orduya teslim olması halinde, daha gerici koşullar ortaya çıkacaktır. Bu nedenle kontrgerillayı ister Amerika, ister bu gücün yardım ve desteğiyle AKP ortaya çıkarsın, bunların tümden ortaya çıkarılıp tasfiyesi için baskı mekanizması olmalıdır. Ancak Amerika ve AKP nin Fethulahçı bir kontrgerilla oluşturmasına karşıda, baskı mekanizması oluşturmalıdır. Yine AKP nin sadece kendisine yönelik hazırlanan darbeyi soruşturmakla sınırlı, yada Amerika nın sadece kontrgerilladan Şengay devletleriyle ilişkiye giren killiği tasfiye edip, deşifre olmayanlarla aynı yapıyı devam ettirmesine karşıda olmak zorundayız. Öte yandan AKP nin korkak sınıfsal karakteri nedeniyle Orduyla uzlaşması veya teslim olması da ihtimal dahilindedir. Türk kontrgerillasının eylem yapan Hareket Dairesi değil, Plan ve Teori Dairesi bir ölçüde yakalanabilmiştir. Türk kontrgerillasının Hareket Dairesinin bütün üyeleriyle birlikte deşifre edilip, yargılama ve cezalandırılmaları gerçekleştirilmeden, AKP teslim olmak ve uzlaşma içine girmek zorunda kalacaktır. Bu durumda AKP de orduyla birlikte, Rusya - Cin - İran - Suriye - Hamas- Hizbullah-El kaide eksenli birliğe katılacaktır.

Bunun için Kürdistan daki bütün faili meçhullerin talimat vereni ve eylemlere katılanlarıyla ortaya çıkarılması, cezalandırılması gerekmektedir. Şu an itibariyle deşifresi bir ölçüde yapılan; kontrgerillanın plan ve teori dairesidir. Harekat dairesi ortaya çıkarılmaksızın, faali meçhul siyasi devlet cinayetleri aydınlanamaz. Türk kontrgerillasının ortaya çıkarılıp cezalandırılması karşısında, bağımsızım diyenler,yada bağımsız durmalı diye salık verenler, bu kirli yapılanmanın ekmeğine yağ sürmektedir.

12 - Bütün bildiri ve yazılarında;” neo liberal AKP gericidir” diye eleştiri yapan Çağdaş Avukatlar Gurubunun, bildirilerinin hiçbir cümlesinde benim adlandırmamama göre, Devletin kontrgerillasına, yada güncel adıyla Ergenekon a tek bir söz söylememiş olması, örgütsel ortaklık içinde olmalarına rağmen, özünde ideolojik ortaklıktan ( yani ideolojik düzeyde ittihatçı Kemalist - orducu olmalarından ) kaynaklanmaktadır. Türk kontrgerilasının ideolojik politik çizgisi; ittihatçılık - kemalizim dir. Türk Devletinin tek partisi olan ordunun, süreklileşen iktidarını devam ettirme aygıtı kontrgerilladır.. Kendisini solcu diye niteleyenlerde bu iktidarı savunmakta ve bir anlamda ordu cuntasından yana olduğunu yansıtmaktadır. Çağdaş Avukatlar Grubu adına konuşanlardan Av Metin Bayar ın konuşması, Kemalist - ittihatçı - orducuların gericiliğini göstermektedir.. Bu bireylerin hem sosyalizm mücadelesi veriyoruz demesi, hem de hepimiz Kemalist’iz demesi, çarpık dünya görüşlerini, kötürüm anlayışlarını ve resmi ideoloji ile kirlenmiş politik görüşlerini ortaya koymaktadır. Türkiye solculuğunda kendilerini sosyalist tanımlayanların, İstanbul da Ergenekon operasyonunda yakalananlara destek mitingi düzenlemesi de, Türkiye solculuğunun Marksist bir damarı bulunmadığını, ve burjuva devlet ve ordusunun ajanı olduğunu ortaya koymaktadır. Güney Kürdistan Federe Bölgesinin Frankfurt Kitap fuarındaki stantlarında açtıklara Kürt bayrağı ve Kürdistan haritası, Abdurahman Paşa nın 1806 daki ayaklanması dahi esas alındında dahi; Kürt ulusunun 200 yıldan uzun bir süredir varolan ulus projesini gösterir.. Kürt ulusunun kendi toprakları üzerinde ulusal devletini kuruma hakkı vardır. Ergenekon olarak adlandırılan, aslında Türk kontrgerillasıdır, içsel bir yapıdır, yukarıda da belirttiğimiz gibi, her dönem yükselen emperyalist gücün kucağına oturmuş bir işbirlikçi killiktir. Birinci dünya savaşında Almanya nın kucağına oturdular, bu nedenle ordularının komutasını dahi Alman generallere verdiler, tarihte ender görülecek biçimde Rusya ya savaş bile ilan etmeden korsan bir tarzda kıyılarını bombaladılar. Polonya üzerinden Alman ilerleyişini devam etmesi için, İngilizlere karşı kanal cephesini, buna karşı Rusya ya karşı Kafkaslar da Sarıkamış harekatına başladılar.

Yenilence de İngiliz ve Fransız ların harita ve konseptlerini kabul edip onların birer işbirlikçisi oldular. 1950 den itibaren ise yeni yükselen güçün yani Amerikan nın işbirlikçisi oldular. Amerika diğer ülkelerde olduğu gibi, yeni bir kontrgerilla örgütü kurmadı, Osmanlı dan beri içsel olarak varolan Türk kontrgerillasını kucağına alarak dönüştürdü ve kullanmaya başladı. 2002 yılından itibaren de Rusya ve Cin nin önderlik ettiği Şengal emperyalist paktı, İran ve Suriye ile işbirliğine girmeye başladılar. Bunun üzerine, ırmaktan geçerken at ( müttefik ) değiştirilmez diyen Amerika, bunları tasfiye etmeye yöneldi. İttihat ve Terakki ve özel örgütü Teşkilatı ile Cumhuriyetin ilk döneminde bu kontrgerilla örgütünün simge bireyleri Kuşçubaşı Eşref, Yakup Cemil, Topal Osman, İpsiz Recep, Yahya Kahya, Çerkez Ahmet, Sakallı Arnavut Hüseyin, Arap Hüseyin vs gibileridir. Yakın dönemde sembolleşen isimler ise, yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, Veli Küçük, İbrahim Şahin, Cem Ersever, Abdullah Çatlı gibileridir. Ancak bunların üst kademesinde istihbarat kurumlarından üst düzey bürokratlar, emniyetten üst düzey yöneticiler, ordudan üst düzey komutan ve orgeneraller ile üst noktadaki siyasetçiler yanında, mafya unsurları bulunmaktadır. Daha alt kademedekiler ise, issiz vasıfsız siviller ile sırdan asker ve polis yanında, istihbaratçılardan olabilmektedir. Türk devletinin kontrgerillası ahtapot tarzı örgütlenmeye sahiptir, sağcı - solcu – dinci olmak üzere her türlü örgütlenmeyi kontrol etmek için, aynı Kemalist ideoloji ve iktidara hizmet etmek kaydıyla, değişik terminolojiler kullanan adam ve unsurlarıyla kendisini her alana yansıtır / yansıtmıştır. Bu nedenle, farklı yer ve ideolojiler de duruyorlarmış gibi gözükmeleri yanıltmamalıdır

13 - Türk devletinin kuruluşundan bu yana var olan kontrgerillasına dair bu düşüncelerim yanında, Kürtlere, Ermenilere, Alevilere, Asurilere, Pontuslu Rumlara, Ezidilere gerek inançları ve gerekse ulusal aidiyetleri nedeniyle yönelen soykırımları ortaya koyup teşhir etmem, Kıbrıs taki işgalin emperyalist yayılma politikasının sonucu olduğunu belirtmem, Kürt ulusunun ülkesi Kürdistan da bağımsız devletini kurmasını savunmam, Aleviliğin Kürt ve Kürdistani bir inanç olduğunu, Türkler ve İslamla hiçbir ilişkilerinin bulunmadığını, tersine büyücülük dini olan Şamanizim den Abbasi halifesine biat edip İslam a geçen Türklerin, İslam adına yaptıkları işgal sonucunda, Kürt Alevilerin Horasan dan katlim ve göçertemeye tabi tutulduğunu, Cem evlerinin ibadethaneleri olduğunu, Alevilik, Kakailik ( yarisani ), Mazdekilik, Ezidilik, Dirzilik ( Durzilik ) le birlikte, Kürt ulusal dini Zerdeştiliğin devamı olduğunu, Zerdeştiliğin kaynağında da Mitra inancı bulunduğunu ortaya koymuş olmam, hakkımdaki bütün soruşturmaların temel nedenleridir. Ben bu düşüncelerimi ortaya koyduğumda, soruşturmalara maruz kalıyorum, buna karşın bu düşüncelerimin tersini ifade edenler ise, huşu içinde dinlenmekte ve hiçbir soruşturmaya uğramamaktadır. Bu durumda, gayri Müslim soykırımı bütün dünya tarafından bilinen bir olgu olmasına rağmen, tarihçiler araştırıp tartışın diyen Türk devletinin bu söyleminde de samimi olmadığı soykırımın gerçek olduğunu savunan benim gibi aydın, hukukçu ve tarih araştırmacılarına açtığı dava ve soruşturmalardan anlaşılmaktadır. Ankara Barosu Yönetim Kuruluna bir önerim var. Ben bu çerçevedeki görüşlerimi savunmak üzere ve Baronuza kayıtlı diğer bütün avukatlarda resmi tezleri savunmak üzere, hakla açık bir konferansta, yada temsili bir duruşmada tartışalım. Ben Birleşmiş Milletlerin Zulme Karşı Direniş Hakkı Sözleşmesi, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı Sözleşmesi, Sömürgeciliğe Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Siyasal ve Kişisel Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Birleşmiş Milletlerin Soykırım Suçunun Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İnsan Hakları Bildirgesi gibi uluslararası hukuk metinlerine dayanacağım. Diğer avukatlarda istedikleri mevzuata dayansın. Eğer hukuki değil de, ideolojik politik ve tarihsel çerçevede bir tartışma isteniyorsa, o vakit dışardan Kemalist ve İttihatçı aydınlarla siyasetçileri de karşıma gelmesini kabul ediyorum.

Örneğin ailesi Fransız işbirlikçisi olan bir Sabatay dönmesi olmakla birlikte, Kendisini Türk diye yutturmaya çalışarak Sebataycılara saldırıları temelinde devlete “iyi köy korucusuyum dercesine iyi Sabatayim” diyen orducu Kemalist – ittihatçı – cuntac – dezenformasyonc – spekülasyoncu – populist - keşif kolu Yalçın Küçük, orducu – Cuntacı – kemalist - dönme Doğu Perinçek, orducu – cuntacı - Kemalist ittihatçı Mihri Belli, orducu – Cuntacı – Kemalist – İttihatçı - ordunun emir kulu Srap Kuray, orducu – cuntacı – Kemalist - ittihatçı Teslim Töre gibi aydınlarınızı getirebilirsiniz. Liste bunlarla sınırlı olmamalıdır. Bu aydınlar dışında legal ve illegal sözde Türk solculuğunun lider kadrosundan da katabileceğiniz her kişiyi getirebilirsiniz. Zaten bunların ideolojisi; Kemalizim ve ittihatçılıkla kirlenmiş gerici bir ideolojidir. İttihatçılık ve diğer bir görünümü olan Kemalizm; bilimsel temel, derinlik ve tarihsel haklılıktan yoksundur, Türk burjuvazisinin faşist ideolojik politik çizgisidir.


Dema weşana nivîsê, 08.03.2009
Bakurê Kurdistan ê. Parêzer - Medînî Ayhan









Kurdistan Welatê Kurda ye ! Kerkûk Dilê Kurdistanê ye !



Bimire Dagirkerî ! Her Bijî Kurd û Kurdistan




Piroje ya Kurdistan a Mezin ! Groß Kurdistan Projekt !

http://www.pdk-xoybun.com

http://www.xoybun.com/extra/slide/Unbenannt-2.swf


http://www.pdk-xoybun.com/nuceimages/Newroz_Kurdistan_PDK_Xoybun_x1.jpg


http://www.pdk-xoybun.com/nuceimages/Nexise_Kurdistane_PDK_b.jpg


http://www.xoybun.com/nuceimages/Parastina_Sinore_Kurdistana_Mezin_1.jpg


Sosyal, Çağdaş, Bağimsiz, Bîrleşîk ve Demokratîk, Kurdistan Îçîn, El Ele Vêrîn !



Avakirina Kurdistan a Mezin, Egera Aşîtî û Demokrasî ya Cîhanê ye !



Komela Bazirganên Kurd û German Ava Dibe.



Banga, piroje ya bazirganî û piroje ya Kurdistan a mezin ... !








Navnîşana ev nûçe jê hatî: PDK-XOYBUN; wiha, di xizmeta, Kurd û Kurdistanê daye : Pirojeya Kurdistana Mezin, Pirojeyên Aborî û Avakirin, Pirojeyên Cand û Huner, Lêkolîna Dîroka Kurdistanê, Perwerdeya Zimanê Kurdî, Perwerdeya Zanîn û Sîyasî, Weşana Malper û TV yên Kurdistane.
http://www.pdk-xoybun.com - www.xoybun.com

Bo ev nûçe navnîşan:
http://www.pdk-xoybun.com - www.xoybun.com/modules.php?name=News&file=article&sid=7495